Edebiyat; bulmakla aramak arasında… M. Sadık Aslankara’nın yazısı...

Okur-yazar için edebiyat aslında arayış eylemi; bulunacak “şey”in değil, arayışın öne geçtiği bir serüven. Ucu açık her arayış, bir yenilik getirmez mi bize? Bu nedenle insan, önceden neyi bulacağını bildiğine değil bilmediğine yönelir ille define avcısı ısrarıyla…

Edebiyat; bulmakla aramak arasında… M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 11.06.2021 - 00:04

Edebiyat, sanat bir yol arayışı, bu yolda kişi önce kendisini arıyor, sonra eşini, çevresindekileri, mahallesini, kentini. Arayan insan değil yalnız, bütün canlılar arayış içinde. Temel güdü aş, eş her canlıda; su, güneş, barınak sonra.

Edebiyatı yapan da arayan da insan, kültür üreten varlık çünkü. Uygarlık tarihi, insanoğlunun arayışlar tarihi olarak okunabilir bu nedenle. Bilim, sanat, felsefe, spor, ahlak, inanç vb. bu alanlarda arayışın olmadığı bir evre var mı?

Bu nedenle yazar yazma eylemi, okur okuma eyleminde canlı varlık olmanın gereği çakıldığı yerde kalmamalı. İnsanın önünde büyük tuzak bu alışmışlık, yineleme.

İşte bu çerçevede yazınsal yaratıya dönük arayışlarıyla dikkati çeken yazarlarımızdan biri de Osman Akalın.

OSMAN AKALIN; ARAYIŞLARIN YAZARI!

Osman Akalın’ı En İyi Korunan Oda (2005) adlı öyküler toplamıyla tanımıştım. Ardından öteki öykü kitapları geldi: Renkler (2012), Sarıl Bana Hep (2014). Bir de roman, Yükseklerde (2012). Bunların üzerinde durdum hep geçmişte.

Andığım yapıtlarda farklı yönsemeler sergiledi Osman. Roman, dramatik örgüye dayalıydı, öyküler, geleneksel hikâye ardıllığından tarihsele, fantastikten groteske, bilimkurguya vb. uzanan çok uçlu anlatı yapısı sergiliyordu.

Derken, 2020 güzünde Klaros’tan farklı iki romanla çıkageldi Osman: Rıgrıg’ın Yedi Sayısı, Ab-ı Hayat Bulan Kadın.

Yazar, Rıgrıg’ın Yedi Sayısı’nı, anlatı gereci yaptığı yaşamöyküsüyle örüntülüyor. Çocuklukta çizerliğe gönül koyan anlatıcı, babasının onca engeline karşın tutkusunu sürdürmüş, onun ölümüyle, Gırgır’dan şu kadar sonra Rıgrıg’ın yöneticiliğine soyunmuştur.

Biz derginin sayılarıyla birlikte iki kent arasında gide gele hem gülmece dergilerinin daha doğrusu Gırgır’ın enikonu tarihçesine göz atarız hem de kendini böylesi bir yaşama adayıp uyarlayan anlatıcıyla simgelenen bir sanatçı adayının nice güç koşullara karşın kendini nasıl yetiştirmeye çabaladığını okuruz.

Ab-ı Hayat Bulan Kadın, ötekinden farklı gibi dursa da nitelikçe örtüşen bir evren açılımı getiriyor. Bu kez şiir üzerinden yaratıcılık sorunsalına dalıyor yazar, yazma serüveni üzerinden konuyu geliştirip sürdürüyor.

Bu arada kendisini “Osman Akman” olarak anlatıdaki ana aksın taşıyıcısı konumuyla yerleştiriyor romana. Böylelikle iki yapıtında da farklı merceklerden yaratı sorunsalına bakabilme olanağı getiriyor, bu arada görece groteskte kararlı tutum sergiliyor.

Ülkenin hemen her yerinde bir “yaratıcı yazarlık atölyesi” olgusu yaşanırken buna özgülediği bölümü (96 vd.) bu tür atölyelerde yürütücü ya da katılımcı konumunda olanlara okumalarını öneririm.

Yine kıvrak geçişlerle, şaşırtıcı sıçramalarla, harlı sözdizimlerinin közüyle okuru kıskıvrak yakalayıp sürekli dikkat halinde tutan anlatısında o sıcak dokunuşla bir solukta okutuyor yapıtlarını Osman. Kendisiyle oynamaktan da çekinmeden hiç.

Yazarlıkta artık on beşinci yılı da aşan Osman Akalın, yazınsal serüvenindeki arayışlarını bu yapıtlarda da sürdürüyor. Ama önemli olan okurun da bunun ayırdında olması. İyi de siz ne kadar tanıyorsunuz peki bu yazarımızı, Osman Akalın’ı?

DÜNYA DAMLASI…

MARQUIS SADE; ‘AŞKIN SUÇLARI’

Marquis de Sade (1740-1814), metinleri kadar kendisi de tabulaştırılan bir yazar. İnsanoğlu böyle toptancı tutum sergileyebiliyor. Kitleler, okuyup alımlamak, düşünüp eleştirmek yerine genellemenin siperine girmeyi, “ortak akıl” ucubesine katılmayı yeğliyor.

Buna benzer lakırdı başka yazarlar, yapıtlar için de söyleniyor görece.

Şiirimizin dönüştürümcülerinden Cemal Süreya çevirisiyle Marquis de Sade’ın Aşkın Suçları (Can, 2021) adlı yapıtını okurken bunları uzak-yakın çakımlarla düşünmeden edemedim.

Cemal Süreya, kaleme aldığı “Önsöz”de “tamamı on bir parçadan meydana gel(en)” yapıtın, “üçünü bir araya getirdi(ğini)” söylüyor. Buna göre, Aşkın Suçları’nda Sade’ın üç “hikâye”sini okuyoruz.

Dramatik akstaki karşıtlık ve çatışma eşliğinde kurulan hikâyelerde denemenin sorgulayıcı gücü de görülüyor. Cinsellik kadar erdem, din, ahlak, hukuk vb. konuların tartışılması bunu gösteriyor.

Kişisel ahlakına göre yaşayıp ölen hikâye kahramanı kadın için, “siyah mermer bir taş dikildi başucuna, bu taşta tek sözcük yazılıydı: YAŞADI,” (53) denmesi boşuna mı?

Bir başka kadın ölüme giderken küçük yavrusunu boğar: “Dünyada ne görecektin zaten utançtan, aşağılanmalardan, alçaklıklardan başka…” (133)

Birbirinden bağımsız olsalar da izlekleri yönünde aynı odakta sorunsala yönelik bütünsellik, yapıta enikonu “roman”a benzer hava katabiliyor.

Sade’ın, odağa dönük bakışla işleyip izlek yönünde zincirleme geliştirdiği bir dizi olay hikâye ediliyor.

Bu noktadan hareketle Sade, klasik tragedya metnini yeni baştan kaleme alıyor sanki ya da Boccaccio’nun Decameron hikâyelerinin uzak bir değişkesini okurmuş gibi oluyoruz bir çalım. Bunun için izlek öne çekilip olgu-olaylar seçiliyor, ardından kişiler buna girdiriliyor.

Sade’ın Aşkın Suçları’nı Cemal Süreya’dan okumak da yeni bir arayış.

ÖYKÜDENLİK…

NAZLI KIRCI; ‘DENİZE DOĞRU’

Nazlı Kırcı, verimleri yazın dergilerinde yayımlanan genç bir öykücü, işte yumuşacık okunan bir ilk öykü kitabı: Denize Doğru (Everest, 2021).

Ev, evdeki donanım, dolayım tabanında hane halkına yaklaşan, buna kadın duyarlığı temelinde bakarken, anlatıcıdaki iç ağrıları, acılar okura alımlatılıp ayrıca ona kurdurulan öyküler bunlar.

Parçalanmış aile olgusu, bölünüklük üzerine, böyle değilse de en azından bu yönde sezdirmeler getiren yaratıcı bir öyküleme aynı zamanda. Ekonomik çevrintiyle insanı sarmalayan yaklaşımıyla da dikkat çekici ayrıca.

Öte yandan yazar, öyküler arasına yerleştirdiği ara metinlerle bunları daha da sıkılamaya girişiyor . Ne ki Nazlı’nın öykülerini “halk romancılığı” verimi bağlamında alınabilecek yapıtlarla örtüşen eşdeğerlikte düzeyli bir “halk öykücülüğü” örneği olarak almak olanaklı yine de.

Bu sanatı bilen, ama öykülerinin geniş okur kesimleri tarafından kolayca okunup algılanmasını önceleyen yazarların, kendi eğilimleri yönünde bu sanattan ödün vermeden yayımladıkları öyküler, bu kavrayışa dayalı verimler halinde anılabilir.

Okuyun Nazlı’nın öykülerini, iyi gelecek, seveceksiniz.

www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon