Gülmek biraz da düşünmek
Sahneye adımını attığında 10 yaşındaydı, şimdi 66’sında ama hâlâ sahnede Müjdat Gezen. Yakında sanattaki 50. yılını kutlayacak. Politik tiyatroyla geçen bir 50 yıl bu. Okları iktidarlara dönük bir mizahla insanları güldürürken düşündürtüyor.
Oynamakla, insanları güldürmekle geçen bir yaşam onunki. Ama öyle olduk olmadık şeylere atılan kahkahalardan bahsetmiyoruz. Hep iktidarla uğraşıyor Müjdat Gezen. Bu uğraştan zaman zaman payına hapislik de düşmüş, geçinme zorluğu da. Şikayeti yok. Kendiyle dalga geçmeyi de biliyor. Adını taşıyan okulu bu yıl da onlarca öğrenciye sahnenin merdivenlerini tırmanma şansı veriyor. Gezen yakında sanatta 50. yılını dolduracak, bir jübile yapmayı planlıyor, ama bu sahneden ineceği anlamına gelmiyor. Gerisi ondan...
-Yakında 50. yılınızı kutlayacaksınız…
- Evet, Şubat’ta sahneye ilk çıkışımın, anneme ilk parayı götürüşümün üstünden 50 yıl geçmiş olacak. Jübile yapacağım ama halka açık, ücretsiz olacak.
-Bunca yıldır sizi sahnede tutan neydi?
- Seviyorum. Bir de başka bir şeye kabiliyetim yok. Bir oto galeri açsam ertesi gün batırırım. Bir hocama niye oyuncu olduğunu sormuştum, “Dostum” dedi, “Mimar olmak istedim olamadım, pilot olup uçmak istedim, olamadım, ama aktör olunca hepsini oldum”.
-Sahneye adım attığınızda yoruldum artık değiniz bir an olmadı mı?
-Olmadı, İnşallah olmaz da. Bir oyunu bin kere oynadığımı hatırlıyorum. Biri, aynı oyunu onlarca kez oynamak sıkıcı değil mi, diye sormuştu. Oyun değişmese de her gece seyirci değişir. Bize güç kazandıran da seyircidir.
-Geri dönüp bakınca ne görüyorsunuz?
-Geride sadece geçmiş var, ümit her zaman gelecektedir.
-Müjdat Gezen dendiğinde akla, politik mizah geliyor...
-Kabare özellikle komedidir zaten, ille de güldürsün ister. Hiciv, taşlama da vardır içinde. Önümüzdeki sezon da perdeyi bir kabareyle açacağız; Adalet Pantolonun Kemeridir. Suçsuz olduğu halde cinayetten yargılanan yaşlı bir emekliyi anlatıyoruz. Sonunda asıl katil bulunuyor, ancak adam beraatından bir gün önce intihar ediyor… Bu, Türkiye’deki adalet sisteminin bir eleştirisi.
‘Fakirin ensesine dondurma düşürmem’
-Neden mizahı seçtiniz?
-Seçme lüksüm yoktu. 10 yaşında sahneye itildim. Şehir tiyatrolarına girdiğimde 16, 17 yaşlarındaydım, beni hep komedi ağırlıklı şeylerde oynattılar.
-Seçme şansınız olsaydı?
Yine komediyi seçerdim. Kelimelerle oynamayı, zekâya seslenmeyi, insanları biraz olsun rahatsız etmeyi seviyorum. Hem insanların duyguları yerine akıllarına seslenirken daha çok şifa buldum.
-Charlie Chaplin’in mizah yaparken, küçük adamı iktidara yem etmemek gibi bir desturu vardır. Sizin de böyle kriterleriniz var mı?
-Charlie Chaplin, hiçbir zaman fakir kadının ensesine dondurma düşürmem der, düşürdüğü adamlar hep kalantorlardır, zenginlerdir. Benim kriterim olsa olsa kimseyi övmemek olur, zaten övmekle mizah olmaz.
-Bu sezon oynadığınız Tayyibin Sinirli Lambası da mizahı iktidara karşı iyi bir eleştiri aracı olarak kullandığınız oyunlardandı. Türkiye tarihinin en kabadayı ve sinirli başbakanına karşı bir oyun yapmak başınızı ağrıtmadı mı?
-Biz sinirli diyoruz, ama demokrat bir adam Başbakanımız! Benim gibi düşünüyorsanız, sizinle aynı fikirdeyim, diyor. İsviçre başkonsolosumuz bir bakanımızı İsviçre Deniz Bakanı’yla tanıştırınca, bizim bakan “Allah allah İsviçre’de deniz yok, bakanı var” demiş, İsviçreli bakan da “Sizde de adalet bakanı var” diye yanıtlamış. O hesap…
-Böyle bir ortamda mizah yapmak zordur...
-Emsaller çoğaldığında kolay olduğu zannedilir ama zordur. 60’a kadar ne verdilerse onu oynadım. Ama asker dönüşü, Ulvi Uraz tiyatrosuna girdim, 66’dan beri hep politik tiyatro yaptım.
-66’dan bugüne bir değerlendirme yapmanızı istesek…
-Politik tiyatro yapmak hep zordu, riskliydi. Bundan dolayı devlet yardımını reddediyorum, almıyorum.
İyi insandan iyi aktör çıkar
-Kendinizle de dalga geçebilen birisiniz, mizah sizin kendinizle de uğraşma yolunuz anlaşılan…
-İnsan kendisiyle dalga geçmezse yaptığı işin pek kıymeti harbiyesi olmaz. Öğrencilerim aralarında taklidimi yaparlarmış, ben de çağırıp yaptırıyorum. Mesela Şafak Sezer şimdi oynadığı reklam filminde konuşurken ağzını yamultuyor ya, o benim tikimmiş.
-Siz kendinizle ilgili en çok neye güler, neyinizle dalga geçersiniz?
-Günde, üç bulmaca çözmeden sokağa çıkmam. Bazen takılırım, arka sayfada çözümü vardır, ama bakmayı onuruma yediremem, sözlüğe bakarım. Bulamazsam Ateşböceği Ercan’ı ararım. “Ne salak adamsın iki sayfa arkaya baksana” der, ama dayanamaz yanıtı da söyler.
-Peki sizi en çok ne güldürür?
-Rahmetli Savaş (Dinçel) çok güldürürdü… Bir oyunda siyah çoraplı, tokyolu, kıro bir okul hademesini canlandırıyor. Bir gün eliyle ayaklarıma bak diye işaret ediyor, çoraplarının biri kırmızı, biri siyah. Böyle şeylere çok gülerim, dayanamadım güldüm oyunda. İntikamımı almak için on beş gün düşündüm, sonunda buldum. Oyunda bunun bana saati sorduğu bir bölüm var. O sahne gelince; kol saatime bakıp “6’ya” dedim ve cep saatimi çıkarıp devam ettim, “çeyrek var”. Seyirci güldü, Savaş gülmedi. “E, ne o öyle” dedi. “Evladım, öğretmeniz memur adamız, fukaralıktan saatlerin birinin akrebi yok, birinin yelkovanı” dedim. Güldü.
-Hayatınıza bu kadar insan girmiş sizi en çok etkileyen kimdi?
-Aziz abi, çok iyi dostumdu, çok sevmiştim. Sadık Şendil, Haldun Taner, Muhsin Ertuğrul, Ulvi Uraz, Celal Sururi, Toto Karaca... Saymakla bitmez. Hepsinin adı, okullarımızdaki dersliklerde, salonlarda.
-Bu isimlerden öğrendiğiniz en önemli şey neydi?
-İyi insandan iyi aktör çıkarmak daha kolaydır… Ben de bunu öğrencilerime öğretmeye çalışıyorum.
-Vefa sizin için çok önemli. Bahsetmeyi sevmeseniz de, sanatçılar için kurduğunuz bir de huzur evi var.
-Huzur evi demiyoruz ona, sanatçı evi diyoruz. Orada ihtiyarlarımız var. Şu anda 4-5 kişi kalıyor, dokuz doktorları var.
-Unutulmak gibi bir kaygınız var mı?
-Hiç düşünmedim, öldükten sonra unutulup unutulmayacağımı bilemeyeceğim ki... Hem hocaların dediği gibi; ölüm varsa ben yokum ben varsam ölüm yok.
Bir dakika lütfen!
-Türkiye’de hep, mizahı bol bir ülke, konu bulmakta kimse sıkıntı çekmez denir, gerçekten öyle mi?
Değil. Yıllar önce Turhan Selçuk, Aziz abi (Nesin), ben İzmir’e bir mizah söyleşisine gittik. Egeli bir köylü “Aziz bey Türk milleti ne kadar zeki değil mi” diye sordu. Aziz ağabey de “Nasrettin hocanın torunları olarak, yüzde 60’ımız aptalız” dedi. Kuliste niye öyle dedin diye sorunca, “Evladım” dedi, “yüzde 92’i diyecektim, ama dilim varmadı, çünkü çok seviyorum bu halkı” dedi. Yıl 82’ydi, Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığının ve anayasanın yüzde 92 ile seçildiği yıl yani. Sonra birisi Aziz ağabeyi mahkemeye vermeye kalktı. Mahkemeyi kazanırsam, aptallığımız mahkeme kararıyla tescillenmiş olur, vermeyin, dedi. Yine de mahkemeye verildi ve davayı Aziz Nesin kazandı.
-Sizinle ilgili çok gülünen şeylerden biri de simetri takıntınız.
- Evet, deliyi oynadığım bir oyunda, salonda dört tablo vardı. Cenk Koray, tabloları bozmuş, dördü de eğik. Dört saat sahnede kalacağım. Bir dakika deyip, merdivenlerden indim, tabloları düzelttim, sahneye dönüp, başla dedim.
Müjdat Gezen değil, MSM
-Gelelim okulunuza, pek çok sanatçı yetişti…
-Bu sene Afife Jale ödülü alanların üçü bizden mezun. Lions’un ödül verdiği 20 gençten 18’i bizim okuldan.
-Okulun adınızın önüne geçtiğini düşünüyor musunuz?
- İyi olur, çünkü ancak o zaman kurumsallaşır. Hiçbir zaman Müjdat Gezen Sanat Merkezi demem, MSM derim. Şimdi Ankara MSM’yi açtık, 360 öğrencimiz var. İki okulumuzun öğretmen, öğrenci toplamı bin.
-Öğrencilerden ne öğreniyorsunuz, onlardan size ne kalıyor?
-Gençlik… Dün bir mezunumuza kız istemeye gittim. “Hocam babam öldü biliyorsunuz, gelir misiniz” dedi. Burada öğrenci-öğretmen ilişkisi yok, sevgi temelleri üzerine kurulu.
-Zaten okulu kurayla öğrencilerinize bıraktınız değil mi?
Evet, geçen ay üç milyon borcum bitti, teknemi satıp ödedim. Dizilerde, reklamlarda oynayıp, sunuculuk, jürilik yapıp kazandığım paralarla burayı döndürüyordum, ama artık kendini döndürmeye başladı.
-Aslında yönetmenlik deneyiminiz de var, ama döneminin en yüksek bütçeli filmleri olduğu halde hiç izlettirmediniz...
-Çok güzel olmuş izlememeniz, kötü filmler oldu. Kötü bir şey çıkarmaktansa hiç çıkarmamak daha iyi. Anladım ki ben sinema yönetmenliği yapamam. Tuhaf ama, hangi oyunu koydumsa kapalı gişe yaptı, hangi filmi çektimse yüzüne bakamadım. Aziz Nesin, Gülümseyen Dünyayı seyretti, kriz halinde gülüyor, o kadar komik mi, diye sordum, “Yok, hayatımda böyle bir rezalet görmedim, ona gülüyorum”, dedi. Belki, Kobay filmi izlenebilirdi, Kandemir Konduk’un bir hikayesi, Berlin’de çekmiştim. Bir erkek Türk işçisinin üzerinde deney yapıyorlar ve hamile bırakıyorlar. Bizden 19 sene sonra böyle bir filmi Arnold Schwarzeneger çekti.
En Çok Okunan Haberler
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!
- ABD basınından Esad iddiası