Hercule Poirot yeniden aramızda

Uluslararası büyük bir üne sahip olan yazar Sophie Hannah'nın Agatha Christie Vakfı'nın onayıyla kaleme aldığı Monogram Cinayetleri'nde, ancak Belçikalı ünlü dedektif Hercule Poirot'nun çözebileceği şeytani bir planla karşılaşacaksınız. Romanı, Seval Şahin değerlendirdi...

Hercule Poirot yeniden aramızda
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 14.10.2014 - 14:25

Hercule Poirot yeniden aramızda

Yeni Hercule Poirot romanı, İngilizlerin meşhur ve parlak yazarlarından, aynı zamanda bir şair de olan Sophie Hannah tarafından Monogram Cinayetleri adıyla 29 ülkede aynı anda piyasaya çıktı. 

Hannah, yeni bir Hercule Poirot romanı yazmaya karar verdiğinde Arthur Horowitz’in yeni bir Sherlock Holmes romanı olan The Silk of House’u okumaya karar vermiş ve romanın daha 30. sayfasında, evet bu gerçek bir Sherlock Holmes romanı, diye düşünmüş. Sonrasında kendisi de hissettiği bu duyguyu okurlara yeni Hercule Poirot romanında yaşatmak istemiş. Agatha Christie’nin üslubunu tam olarak taklit edemeyeceğini düşündüğü için de kendisine Christie’nin daha önceki romanlarında olmayan bir anlatıcı yaratmayı tercih etmiş ki bence oldukça akıllıca bir yöntem.

Sophie Hannah, şüphesiz çok sıkı bir Christie hayranı ve okuru. Kendi ülkesi İngiltere’de ve dünyada, yazdığı psikolojik gerilim türünde polisiyelerle çoktan kendini kabul ettirmiş bir yazar.

Agatha Christie Vakfı’nın yeni bir Hercule Poirot romanını piyasaya çıkarmak istemesi, başlangıçta biraz şaşırtıcı gibi görünebilir. Bu işin biraz piyasa kaygısıyla yapıldığı da düşünülebilir. Vakıf, hâlihazırda basılan birçok dildeki Christie eserleri, dizi, film ve tiyatro uyarlamalarıyla hayli iyi durumda olmasına rağmen gün gelir hatırlatmak yerinde olabilir diye de düşünmüş olabilir. Hiç şüphesiz yeni bir Hercule Poirot romanı Christie’nin yeniden gündeme gelmesi için bir fırsat ve tabii ki çok satması için de. Her ne olursa olsun bir Agatha Christie okuru olarak Monogram Cinayetleri’ni büyük bir heyecanla karşıladığımı belirtmeliyim.

POIROT HİÇ DEĞİŞMEMİŞ

Monogram Cinayetleri 1929 yılının şubat ayında Londra’da geçiyor. Karakterin ilk göründüğü kitap olan 1920 tarihli The Mysterious Affairs at Styles’tan (Styles’taki Gizemli Olaylar) dokuz yıl sonra. Tabii bu kitapla birlikte Hannah’nın kendi romanı için yarattığı yeni bir kahraman olarak Catchpool isimli çocukluk travmalarıyla dolu, kendi içine dönük bir Scotland Yard dedektifi de Poirot’nun yanı başında yerini alıyor.

Poirot’nun hikâyesi daha önce birçok macerada olduğu gibi bir başka kişi tarafından okura sunuluyor. Poirot ile ilk karşılaşmamız ise bir kafede yemeğini yerken heyecan içinde, korkan ve kendisinin öldürüleceğinden emin, ama bunu kesinlikle hak ettiğine inanan genç bir kadının ortaya çıkmasıyla neredeyse aynı anda gerçekleşiyor. Tabii Poirot hiç değişmemiş. Son derece aksi, titiz ve müşkülpesent.

Kafedeki bu karşılaşma ile daha en baştan yazarın bizi büyük bir gerilimin içine atacağını biliyoruz. Nitekim kitabın sonuna kadar tansiyonun oldukça yüksek olduğunu söylemeliyim. Ayrıca Christie’nin birçok romanında yaptığı tam da cinayetin çözüldüğü, bütün ipuçlarının deşifre edildiği düşünülürken birden aslında hiç de öyle olmadığını, ipuçlarının aslında bize çok daha başka şeyler anlatmaya çalıştığını görüveriyoruz. Bu noktada Sophie Hannah’nın Christie’ye özgü bu karmaşık yapıyı romanına oldukça iyi yerleştirdiğini söylemeliyim. Fakat burada bir yazar olarak onun başka bir yazarın kodlarını çözmekteki ustalığından da bahsetmek gerek.

Agatha Christie birçok romanında Shakespeare’e göndermeler yapar. Shakespeare’in eserlerindeki trajedi, Christie’de çarpıcı bir ipucuna dönüşür. Sonra bunu olduğu gibi okurun gözünün önüne bırakır ama bu olduğu gibide bir körleştirme de söz konusudur. Nitekim Christie’yi bütün dünya edebiyatında özel kılan unsurlardan biri de okuru körleştirme konusunda son derece başarılı olmasıdır. Her ne kadar kült kitabı ve polisiye edebiyat tarihini altüst eden eseri Roger Ackroyd Cinayeti, Pierre Bayard tarafından yanlış bir çözümleme yapmakla suçlansa da bu, örneğine çok rastlanır bir durum değildir. Ayrıca Bayard’ın Roger Ackroyd’u Kim Öldürdü? kitabında beni Christie kadar ikna etmemiş olduğunu da belirtmeliyim.

Tekrar körleştirme meselesine dönersek. Agatha Christie’nin okuru körleştirme becerisinde Shakespeare’den öğrendiği bir şey var: Trajik olanı okurun gözünün önünden yavaş bir salvoyla çekip acının zirvesini sona saklamak. Sophie Hannah’nın sadece bir yazar olarak değil bir okur olarak da bu noktada Christie’yi çok iyi çözümlediğini kabul etmek gerek. Monogram Cinayetleri’nde her tarafa yayılmış Fırtına izleri, romanı tam bir Fırtına’ya çevirmiş. “Cehennem bomboş, şeytanların hepsi aramızda” alıntısıyla romanda da somutlaşan bu durum, Sophie Hannah’nın ruh halini de gözler önüne sermesi açısından ilginç. Öncelikle yarattığı kahraman Catchpool’a bakalım. Travmatik çocukluk. Bu travma özellikle ölüme yönelmiş durumda. Neden? Çünkü uzun bir süre ölümle pençeleşen büyükbabasıyla aynı ortamda bulunmak zorunda kalması yetmiyormuş gibi bir de öldüğünde onun elini tutmak zorunda bırakılmış. Bu sebeple son derece özenle yerleştirilmiş cesetlere baktığında hep bu sahneyi hatırlıyor ve rahatsızlık duyuyor. Burada yazarın küçük bir bilinçaltı yansıması var. Başka bir yazarın eserini devam ettiren bir başka yazar, ondaki düzen ve mükemmelliği bozmaktan korkuyor olabilir mi! Neden olmasın? Bunu bu şekilde kahramanına yansıtmış olması ise son derece zekice. Diğer taraftan Poirot’nun katil(ler)i açıkladığı final bölümünde oldukça kalabalık bir toplulukla karşılaşmamız da Hannah’nın Christie’ye roman içinden gönderdiği kocaman bir alkış gibi. Tabii burada bu kitabı okuyacak okurları da unutmamış. Bu kalabalık aynı zamanda Christie’nin metninden ama bu sefer başka bir yazarın kaleminden onun okurları olarak da cisimleşiyor.

CHRSTIE GÖNDERMELERİ

Hannah’nın kitabında Agatha Christie’nin birçok kitabına gönderme yaptığı da gözden kaçmıyor. Romanda geçen Bloxham Oteli, Agatha Christie’nin bir başka dedektif kahramanı Marple’ın Bertram Oteli’ni hemen akla getiriveriyor. İngiliz taşrası Christie’nin birçok romanına esin kaynağı olmuş bir mekân, üstelik bir papazın içinde bulunduğu bir taşra Murder at the Vicarage’da (Papazevi’nde Cinayet) rastladığımız bir mekân. Cesetlerin ağızlarına konulan monogramlar The ABC Murders’a (ABC Cinayetleri), romanda oldukça yer kaplayan aşk ve sanat ilişkisi Five Little Pigs’e (Beş Küçük Domuz), cesetlerin bulunduğu odanın içeriden kilitlenmiş olması, The Body in the Library (Kütüphanedeki Ceset) ve Cards on the Table, (Masadaki Kartlar) cinayetin uzun yıllar öncesine bağlanması ise The Sleeping Murder’a (Uyuyan Ölüm) göndermeler yapıyor. Tabii bunlar benim ilk aklıma gelenler. Eseri daha yakından okuduğumuzda çok daha fazla Christie göndermeleriyle karşılaşacağımız muhakkak.

1926 yılının bir kış gecesinde kocasıyla kavga eden Agatha Christie evinden çıkar ve kaybolur. Yaklaşık 1000 polis görevlisi ve 15.000 gönüllü onu bulmak için seferber olur. Sonunda Agatha Christie on gün sonra Yorkshire’de bir otelde bulunduğunda olanları hatırlamadığını söyler. Bu hatırlanmayanlar Sophie Hannah’nın yeni Hercule Poirot’sunun ortaya çıkışındaki bir başlangıç olabilir. Bu boşluk kim bilir belki daha birçok yazar tarafından yeniden doldurulur. Umarım doldurulur.

sevals@gmail.com

Monogram Cinayetleri/ Sophie Hannah/ Çeviren: Çiğdem Öztekin/ Altın Kitaplar/ 398 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon