Herkese biraz lazım: 'Utanç'

Salman Rushdie, yine bir romancının, Aslı Biçen'in yetkin çevirisiyle okuduğumuz romanı Utanç'ta anlatacaklarını garip şekilde başlayan ve ilerleyen bir aşk çevresinde genişletiyor. Bu aşk ekseninde ise ayıp, rezalet, skandal gibi kavramların 'zenginliğini' de barındıran 'utanç' kelimesinin içi dolduruluyor. Ancak Rushdie'nin derdi sadece bu aşkı anlatmak değil bu romanında. Asıl hedef 'utanç'. Bu doğrultuda da romanın geçtiği 'tam manasıyla Pakistan olmayan' ülkenin tarihini, bu duygunun 'karanlığında' deşiyor.

Herkese biraz lazım: 'Utanç'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 01.08.2013 - 06:44

Salman Rushdie, dünyada olduğu kadar Türkiye’de de tanınan, kitapları yayımlandığında okuyucuda heyecan yaratan yazarlardan. Hint asıllı bir Britanyalı olan Rushdie’nin edebi ve entelektüel kimliğinden ise uzun uzadıya bahsetmeye pek gerek yok. Bu konuda dünyanın sayılı adlarından biri. Türkiye’de daha çok Soytarı Şalimar, Öfke ve Floransa Büyücüsü romanlarıyla tanınan Rushdie’nin kendisine evrensel bazda ün getiren romanı Şeytan Ayetleri ise henüz Türkçede okuyucuyla buluş(a)madı. Nedenleri malum ya da en azından tahmin edilebilir…

Çağdaş edebiyatın en önemli temsilcilerinden Salman Rushdie yazınsal kimliğini, ülkesi Hindistan’dan aldığı gerçekleri ve kültürel değerleri evrensele açılan pencerede değerlendirebilmesinde buluyor. Hindistan da genel anlamıyla “Doğu” demek onun için. Doğu’dan çıkmış bir Batılı demek ise hiç yanlış olmaz Salman Rushdie adına çünkü yapıtları soluklarını her ne kadar Doğu’dan alıyorsa Batı’da geri veriyor. Yola, Doğu’dan çıksa da Batı’ya doğru akacağını, hem yazmadan önce hem de yazarken kendisi de biliyor. Batı’dan yola çıksa duraklarından birinin illa ki Doğu olacağının da farkında. Yazdıklarının dünyası genel anlamıyla ne kadar Doğu’ysa biçemi Batı’nın yazınsal olanaklarıyla kendini buluyor Rushdie’nin. Bu anlamıyla bir ayağı Doğu’da, bir ayağı Batı’da ünlü edebiyat adamının. Diğer bir anlamıyla ise “ortada” Rushdie. Geçen yıllarda yayımlanan ilk ve tek öykü toplamı Doğu, Batı için verdiği bir röportajda da kendisinin, kitabın adındaki “virgül” olduğunu belirtmişti. Rushdie’nin bu iki kelimeden oluşan ve tam ortasındaki virgülde nefes alan yaşamı, doğal olarak yapıtlarının da oturduğu temeli meydana getiriyor.

BİTMEZ ÇATIŞMA: DOĞU-BATI

Rushdie yapıtlarının başlıca izleği olan Doğu ve Batı’nın bitmez çatışması, yazarın geçen günlerde tekrar yayımlanan romanı Utanç için de geçerli ancak yazar bu kez farklı bir biçimde veriyor bunu bize. İki medeniyetin çatışmasından öte, Doğu ve Batı ekseninde, kendi iç çekişmelerini taşıyor romana yazar. Ruhuyla, yaşantısıyla, insanları, sosyal yaşamı, kısacası hemen her unsuruyla Doğu’nun karşısında Batı değil bir Batılı duruyor Utanç’ta: Salman Rushdie, yani yazarın kendisi. Roman da anlattığı hikâyenin yanında bu iç çatışmayı gün yüzüne çıkarıyor.

Utanç’ta yüzünü bir Batılı olarak tam anlamıyla Doğu’ya dönüyor yazar ve Doğu’yu çok geniş bir tablo çerçevesinde ele alıyor. Bu çerçevenin içine sosyal yaşamdan, romanın esas çeşnisi olan siyasete kadar birçok unsur dahil oluyor ancak her şey yine ikili bir çerçeveden süzülerek veriliyor: Doğu ve Batı. Bu bağlamda Utanç, tam bir ortada kalmışın gözlemlerinden doğabilecek, sadece “virgül”den ibaret bir yazarın kaleminden akan kelimelerden okunabilecek bir roman.

Rushdie, yine bir romancının, Aslı Biçen’in yetkin çevirisinden okuduğumuz Utanç’ta anlatacaklarını garip şekilde başlayan ve ilerleyen bir aşk çevresinde genişletiyor. Bu aşk ekseninde ise ayıp, rezalet, skandal gibi kavramların zenginliğini de barındıran “utanç” kelimesinin içi dolduruluyor. Ancak Rushdie’nin derdi sadece bu aşkı anlatmak değil. Asıl hedef “utanç”. Bu doğrultuda da romanın geçtiği “tam manasıyla Pakistan olmayan” ülkenin tarihini, bu duygunun “karanlığında” deşiyor. Rushdie, deşmek istediği bu “utanç” kavramını ise iki kahramanı üzerinde somutlaştırıyor: Utanmazlığın insan kılığına girmiş hali Ömer Hayyam Şakil ve romanın diğer tüm kahramanlarının hissetmediği utancı topyekün bedeninde ve ruhunda duyan karısı Safiye Zeynep.

“General Rıza Haydar ve karısı Belkıs’ın büyük kızları Safiye Zeynep’e artık hayatta olmayan eski başbakan İskender Harrapa ile babası arasında olup bitenlere; Safiye Zeynep’in boynu cellat ipinden bile morarmamak gibi mucizevi bir güce sahip İski Harrapa’nın bir müddet yakın arkadaşı olan, şişman doktor Ömer Hayam Şakil diye biriyle sürpriz evliliğine dair bir roman bu.” (s. 75) Bu evliliğe ise Doğulu gözle baktığımızda mistik, Batılı gözle baktığımızda patolojik bir tablo ortaya çıkıyor. Evliliğin mistik yanını Rushdie’nin yarattığı her iki kahramanın da geçmişinde yaşadıkları meydana getirirken, patolojik yanını geçmişlerinin kendi geleceklerine yansımaları oluşturuyor.

METNİN RUHU İRONİ

Hikâyenin kahramanları özellikle Doğu’nun mistik havasından fazlasıyla beslenmiş. Büyü ile gerçek arasında akan yaşamlarda buluyor yazar kahramanlarının “sahici” karakterlerini ve bu karakter de romanın geneline yansıyan gerçek olduğu kadar düşsel zeminin temellerini atıyor. Hikâyenin kahramanlarını ise simgesel kimlikleriyle romanın içine yerleştirmiş yazar ama bir edebiyatçı için kolaya kaçmak ve basitliğe düşmek olarak da algılanabilecek alegorik üslup Utanç için hiç mi hiç geçerli değil. Bunu da yazarın dilinde yakaladığı ve metnin esas yükünü sırtlayan ironiye borçlu. Yazarın dilinde yakaladığı ironinin arkasını sağlamlaştıran, ona daha rahat hareket alanı yaratan ise Rushdie’nin Doğu’dan gelen bir masal anlatıcısı edasıyla kalemini oynatması. Ancak bu masal anlatıcısının da Rushdie’ye özgü yanları var. O da tıpkı yazar gibi yüzünü her ne kadar Batı’ya çevirmek istese de arkasında bıraktığı Doğu’ya kulak kabartmadan edemiyor. Tabii bir de Rushdie’nin o büyü ile gerçek harmanında yarattığı dünya ve kahramanlar da metnin önemli yüklerini sırtlıyor.

Ayrıca roman kahramanlarının yanına yazarın kendisini, yani Salman Rushdie’yi de eklemek gerekir çünkü “kalem oynatan” kimliğinden daha fazlası Utanç için Rushdie. Gerektiğinde metnin içine yerleştirdiği kahramanlarını, olayları, haberleri hatta daha da ileri giderek yazdıklarını dahi sorgulamaya alıyor. Kendini yargılıyor, yadırgıyor, beğenmiyor, kendiyle tartışıyor ama sürgit kelimelerini akıtmaya devam ediyor.
Tüm bunların yanında Utanç’ın hikâyesini bulduğu ülkenin tarihiyle sıkı sıkıya bağlı ve romanın önemli bir bölümünü kaplayan siyasi bir zemini de var. Bu siyasi boyuta odaklandığımızda ise aslında çok da yabancı olmadığımız sahnelerden bahsettiğini göreceğiz Salman Rushdie’nin. Yakın geçmişte, hatta uzaklara gitmeyelim bugünlerde bile gözümüze sokulan, istemesek de izlemek, yaşamak zorunda olduğumuz olgular, olaylar, kişiler bunlar. Neden bahsedildiğini “anlamamak” imkânsız değil mi? Konuyu biraz açarsak; iktidara ulaşmak için yapmayacağı olmayan politikacılardan, kendilerini toplumun çok üstünde gören ve anlamsız bir şekilde onların vasiliğine kalkan “dini bütün” ordu mensuplarından, tüm bunları görse de sadece izlemekle yetinen bir halk topluluğundan bahsediyor Rushdie romanda. Bunların “getirisi” de delik deşik edilmiş bir demokrasi oluyor haliyle. Fazlasıyla tanıdık değil mi? Utanç kavramını fazlasıyla kurcalıyor siyasi bağlamında yazar ve tarih ile siyasetin iç içe geçtiği noktada yığınla soru sormaya, sorgulamaya itiyor okurunu.

Utanç için söylenecek daha çok şey var ancak yer darlığı bunu engelleyecek. O yüzden son sözleri yine yazarın kendisine bırakalım: “Bunun bir vedalaşma romanı olacağını söylüyorum kendime, seneler önce kopmaya başladığım Doğu’ya dair son sözlerim.” Peki, Rushdie'nin dediği gibi mi oldu? Hayır. Utanç'ta anlatılan olaylar yaanmaya Salman Rushdie de yazmaya devam ediyor hâlâ.

e.erayak@gmail.com

Utanç/ Salman Rushdie/ Çeviren: Aslı Biçen/ Can Yayınları/ 356 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler