İleri Demokrasi, Yeni Düzen!

İleri Demokrasi, Yeni Düzen!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 12.05.2011 - 05:58

Türkiye’de kimilerinin dillerine pelesenk ettikleri “ileri demokrasi”nin yeni bir Osmanlı rüyasına kapılmadan, yağmalamadan, padişah yaratmadan geliştirilebileceği inancını perçinlemeleri umuduyla, özlemiyle; demokrasinin akla yatkınını yakalamaları dileğiyle.

Hırsız tanımına daha uygun olanlar ve onu hak edenler, kralların ordularının ve lejyonlarının, eyalet yönetiminin ya da kentlerin başına getirilenlerdir; çünkü bu türler insanları kurnazca veya zorla soyarlar, yağma ederler. Sıradan hırsızlar bir kişiyi soyarken bunlar tüm kentleri ve krallıkları soyarlar. Sıradan hırsızlar kendilerini tehlikeye atarak soyarken bunlar hiçbir tehlikeden korkmazlar. Sıradan hırsızlar, eğer soyarlarsa, asılırlar; ancak bunlar hem hırsızlık yaparlar hem de asarlar.

Antonio Vieira, 1608-1697

17. yüzyıl Portekizinden günümüze seslenen bir saptama. Belki insanlar asılmıyor demokrasinin geliştiği ülkelerde; ama böyle bir anımsamaya yol açan yağmacılık bizleri hâlâ korkutuyor. Soygunun ve rüşvetin aldığı biçimler, kazandığı incelikler günümüzde düşünüldüğünde bu sözcükler ürpertiyor. Hırsızlık ya da rüşvetin derinliğine inmek değil bu yazımın konusu; Cumhuriyet Bilim Teknoloji dergisinin 1241. sayısında bu konuyu biraz işlemiştim. Yukarıda 17. yüzyıl Portekiz imparatorluğu dünyasından yansıtılan satırların kaleme alınmasına neden olan ve yağmalamanın boyutlarını gösteren bir tablonun yaşanmasına yol açan yönetimlerin 20. yüzyılda dahi var olduğunu anımsatmak, içinde bulunduğumuz ortama ne denli duyarlı olmamız gerektiğini göstermektir; başıbozukluğun, yağmalamanın demokrasi olmadığını anımsatmaktır.

İleri demokrasi

Yine o diktatörlükten bahsedeceğim; imparatorluğunu okyanus ötesi ülkelerde 20. yüzyılın ikinci yarısında bile sürdürmek isteyen Yeni Düzenin ya da Estado Novonun bir diktatöründen söz edeceğim; ülkemde ileri demokrasinin tezahürlerini seyrederken, duyumsarken. Bu konuya ilişkin bildiklerimi, gördüklerimi birkaç kez yazmıştım. Ama onları yinelemek geliyor içimden; çünkü aklımdan çıkmıyor Portekizde 1960lı ve 1970li yıllarda işittiklerim, tanık olduklarım, Portekizli arkadaşlarımın yanı başımızda dolaştığını söyledikleri sivil polis korkularım. Unutuluvermesini istemiyorum geçmişin; tarih olgusu içinde ve yerli yerinde değerlendirilmesini arzuluyorum; andığım yılların getirilerinin ve götürülerinin, demokratik gelişimlerin ya da diktatörlüklerin tarih sayfalarında sıradanlaşmasını ya da yok olmalarını kabul etmiyorum.

Dünyanın vaziyeti karmakarışık. Bir yanda diktatörlüklere karşı halkların isyanlarına görüntülerle tanık oluyoruz: Onlara karşı rejimlerini -basit bazı tavizlerle- sürdürme gayreti içinde bulunan yeri değiştirilemez sanılan sultan, şeyh, başkan kılıklı yöneticileri izliyoruz; diğer yanda o ükleleri kurtarmak, onlara yardım ellerini uzatmak, demokrasi götürmek gibi insan hakları savunuculuğunda şampiyonluğa oynayan devlet ve imparatorlukların medyada yansıyan süslendirilmiş vaatlerini işitiyoruz. Ancak bu sonuncuların 15. yüzyıldan beri geliştirerek sürdürdükleri, ateşli silahlarının ve donanımlı gemilerinin güvencesine dayanarak yarattıkları sömürü düzenini devam ettirmek istedikleri de gözden kaçmıyor. Burada son 500 yıllık geçmişin tarihsel okumasını konu etmeyeceğim. Zaten böyle bir yazıya sığmaz. Anımsatmayı düşündüğüm konuya dönüyorum ve özetle şunları dile getirmek istiyorum.

Yeni Düzenin sahibi Salazar idi: Sivil, iktisat profesörü António de Oliveira Salazar. 28 Mayıs 1926 yılında parlamenter cumhuriyeti koruyabilmek için yapılmış bir askeri darbe arkasından 50 yıl yaşayabilecek kadar uzun süren bir (sivil) diktatörlük geldi oturdu Portekizin (imparatorluğunun) tepesine. Yeni düzen totaliter rejimlere, başka bir deyişle İtalyan faşizmine ve Alman nazizmine karşı olduğunu tekrarlamasına karşın baskıcı ve engelleyici yapılanmalar yarattı; süreli yayınları sansürledi; tiyatro, sinema, radyo, televizyon gibi iletişim araçlarına karıştı; askeri ve politik konuların ötesinde moral, davranış biçimleri, din ve tehlikeli saydığı haberleri denetim altında tuttu. Gizli polis teşkilatı, Engizisyonu aratmadı; ve hiç yaşanmamıştehditler icat ederek gücünü ve varlığını kanıtlama gereği duydu. Çalışan kesimler ise sendikal ve grev haklarından mahrum bırakıldı; bir şey gelmiyordu ellerinden toplumun bu katmanlarının. Gizli polis teşkilatı kuş uçurtmuyordu ülkede; suç dayanağı olmadan uygulanan 180 günlük tutuklama süresi üç yıla çıkarıldı. Devlet adaletin gerçeklerini görmez oldu; tutuklamalar sonradan kalp hastalıklarına, denge bozukluklarına, çeşitli sağlık sorunlarına yol açtı.

İki yıl kadar önce Cumhuriyette çıkan bir yazımın son satırlarını anımsatarak bitiriyorum sözlerimi. Tarih, tekerrür etmiyor şüphesiz; tıpatıp tekrarlamıyor olgularını, olaylarını; çünkü ona bakış açıları her zaman çağdaş değerlerle oluşmuştur, oluşmaktadır; değerlendirildiği son andan yorumlanmıştır, yorumlanmaktadır. Şaşırtıcı olan şey, onun aynasında pek çok öğenin benzerliklerle yaşadığını saptamaktır. Andığım tarih kesitinin güya siviller tarafından döndürülen demokratik yaşam dümeninin nerelere sürüklediğini görebilmektir. Dileğim, Türkiye Cumhuriyetinin yaşadığı şu günlerdeki karamsarlığını Salazardamgası yemeden atlatmasıdır. Unutmamak gerekir, andığım sivil diktatörlük tam yarım yüzyıl sürmüştür, üstelik bir Batı Avrupa ülkesinde; üstelik demokrasi ya da yeni düzen yutturmacasıyla; üstelik imparatorluk hayalleriyle. Türkiyede kimilerinin dillerine pelesenk ettikleri ileri demokrasinin yeni bir Osmanlı rüyasına kapılmadan, yağmalamadan, padişah yaratmadan geliştirilebileceği inancını perçinlemeleri umuduyla, özlemiyle; demokrasinin akla yatkınını yakalamaları dileğiyle.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler