Japonya'da bile eşi olmayan yapıtlar
'Osmanlı Sarayı'nda Japon Rüzgarı' sergisi Dolmabahçe Sarayı Galerisi'nde.
Dolmabahçe Sarayı Galerisi’nde sürmekte olan “Osmanlı Sarayı’nda Japon Rüzgarı” sergisinde Türkiye ile Japonya arasındaki ilişkilerin başlangıcına tanıklık eden yapıtlar yer alıyor. Dolmabahçe Sarayı'na giren ilk Japon eşyalarının 1887 yılında padişah 2. Abdülhamit’i ziyaret eden Japon imparatorluk ailesinden Komatsu Akihito’nun sunduğu armağanlar olduğu bilinir. Bu ziyarete karşılık olarak 1889'da Japonya'ya gönderilen ve dönüşte batan Ertuğrul gemisine Japonların hemen yardıma koşması ve kazada ölenler için bir anıt yaptırmasının aradaki dostluğu pekiştirdiği de. İzleyen yıllarda karşılıklı ziyaretlerin ve armağan sunmaların sürmesi ve İstanbul’da bir Japon mağazasının açılması ise Osmanlı saray ve konaklarında önemi bir Japon eşyaları koleksiyonu oluşmasıyla sonuçlanmıştır.
Dolmabahçe Sarayı'ndaki Japon yapıtları arasından seçilen dolap, paravana, sehpa, etajer, yazı masası, duvar rafı, vazo, sofra takımları ve gaz lambaları gibi eşyaların yer aldığı serginin öyküsünü küratör Miyuki Aoki Girardelli şöyle anlatıyor: “2010’da ‘İstanbul’da Üç Japon’ sergisini açtığımız günlerde, Milli Saraylar Yayın Bölümü Başkanı Kemal Kahraman bir Japon yapıtları kataloğu yapmamızı önerdi. Haziran 2012’de çalışmaya başladım. Çok heyecanlı bir süreçti. Her gün yeni şeyler buluyorduk. Çünkü 1952’de yapılmış olan envanterde birçok yapıtın kökeni belirtilmemişti. Ben bu çalışmayı sürdürürken Kemal Bey bir sergi düzenleyelim dedi. Böylece, katalog çalışmasını tamamlamadan, saptadığımız yapıtlardan bir bölümünü aldığımız bu sergiyi açtık.”
Miyuki’nin bundan sonra anlattıkları, bana göre, çok daha önemli: “Buradaki yapıtlar
Japonya’da Japon sanatı olarak bilinenlerden farklı. Batı için üretilmiş. Örneğin, sergide yer alan Meiji Dönemi, Shibayama işi dolabın Japonya için üretilen benzerlerinin süslemeleri çok daha sadedir. Bu yapıtların ortaya çıkması Japonya’da büyük yankı uyandırdı. Japonya’da eşi olmayan, dünyada da çok az bulunan, inanılmaz değerli yapıtlar bunlar. Şimdiye kadar bilinmese de, bu yapıtlar da Japon sanatı yelpazesi içinde yer almalı diye düşünüyorum.” Sergi 22 Mart'a kadar gezilebilir.
İstanbul'a gitmeyi düşlüyordu
“On sekiz yaşımda İstanbul’a gitmek istediğimi yazmışım” diye anlatıyor Miyuki, “neden bilmem; belki “İstanbul” sözcüğü ses olarak hoşuma gidiyordu, belki de Binbir Gece masalları dünyasıyla karıştırıyordum”. Sonra, Tokyo’da sanat tarihi okurken, Paris’ten başlayan, Roma ve Yunanistan’dan geçip İstanbul’da biten bir geziye katılıp İstanbul’a gelmiş ve yaklaşık on gün kalmış.
İstanbul’da son gün gezdiği Dolmabahçe Sarayı’ndan, Batı üslubunda olduğu için çok etkilendiğini anlatıyor. “Japonya’nın modernleşme dönemi üzerine çalışmak istiyordum ve Osmanlı’nın modernleşme dönemini öğrenirsem Japonya’yı daha iyi anlarım diye düşündüm” diye açıklıyor. Japonya’ya dönünce Osmanlı sanatı üzerine çalışmaya başlıyor ve üniversiteyi Osmanlı modernleşme dönemi sanatı (Osmanlı Barok mimarisi) üzerine teziyle bitiriyor. Doktora tezinin konusuysa, Dolmabahçe Sarayı’ymış.
Sonra yeniden İstanbul… Bir yandan Türkçe öğreniyor, bir yandan Prof. Afife Batur yönetiminde çalışıyor. Bu kez konusu 19. yüzyılda İstanbul’da Yeniköy’deki, bugün
Avusturya Başkonsolosluğu olan Cezayiryan konağının, Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nin, Ortaköy Camisi’nin ve Kuzguncuk Ermeni kilisesinin dekorasyonlarını yapan
Fransız Leon Parvillee’dir. Ve bu çalışma, kişisel yaşamına yön veriyor. Hollanda’da dört yılda bir düzenlenen Türk Sanatları Kongresi’nde Parvillee’nin İstanbul’daki ortağı İtalyan
mimar üzerine çalışan İtalyan sanat tarihçisi Paolo Girardelli ile tanışıyor. Miyuki ile Paolo şimdi kızları Mina ile birlikte İstanbul’da, Kuzguncuk’ta oturuyorlar. Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde sanat tarihi dersi veriyorlar. Ortak dilleri Türkçe.
İzmir'de bir koto sanatçısı
Serginin açılışında, kanun sanatçısı Halil Altınköprü ile birlikte verdiği dinletide Japon ezgilerinin yanı sıra Dede Efendi’nin ünlü valsi ile “Katibim” gibi Türk parçaları da seslendiren koto sanatçısı Atsuko Suetomi, Türkiye’ye ilk kez 2005’de gelip konserler vermiş. 2007 – 2009 arasında İstanbul’da yaşayan sanatçı, 2010’dan bu yana İzmir’de. Sesi kanuna benzeyen kotonun boyu yaklaşık iki metre, ama kanundan daha az teli var. Koto paronaya ağacından, telleriyse geleneksel olarak ipekten yapılıyormuş. Sağ elinin ilk üç parmağına takılı yüksüğe benzer, fildişi mızraplara zone deniyormuş. Bayan Suetomi, konuşmamızdan sonra, kotosunun başına geçti ve en sevdiği Japon ezgisini çaldı. Hocası Tadao Sawai’nin bestesi olan ezginin adı “Tori no you ni” yani “Kuş gibi”.
En Çok Okunan Haberler
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!