Kendine Ait Bir Oda
Bilincin derin sularında bir yolculuğun tuhaf deneyimine kapılmak; bizim için yazılmış, bir tarafıyla ölüme meydan okuyan ve ondan korkmayan metinlerin anlamlarını keşfetmekle mümkün olabilirdi. Hikayesi veya kurgusu olmayan, öyle pek de bir şey anlatmanın derdine düşmediği halde, hayatın yaralayıcı kedi tırnaklarıyla ruhumuza çizikler atışı kadar dayanılabilir ve katlanılabilir keşiflerle bilincimize giren Virgina Woolf tümceleri olmasaydı, eksik kalabilirdi bazılarımızın defterleri…
Evet, ben Wirgina Woolf sevenlerdenim. Zira, bu ayın 25’inde onun doğumunun 129. yılını kutlayacağız. Yazarlar ki, doğum tarihleriyle aramızda olmaya devam ederler. Şu anda her anlamda “Kendime Ait Bir Oda’da” yazmaya devam ediyorum. Öyle ki, Virginia Woolf için kadın ve edebiyatın hayat bulduğu bu kitap eminim ki benim gibi başkaları için de önemli bir şeyler ifade ediyor olmalıdır. Dünyada sadece feminist hareket için değil kadının kendi yolculuğundaki dönüşümleri için de bu kitap bir başucu niteliği taşımaktadır. “Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!...” diye salık veriyordu Woolf bu kitabında. Bu cümlenin arkasındaki o gücün neyi işaret ettiği aslında ortada… Kadının varlık mücadelesinde ve üretim içindeki rolünde bir kimlik ve entelektüel duruş sergilemesinin yolunun özgürleşmesi ve bunu gerçekten isterse yapabileceği potansiyeline olan vurgu adeta kışkırtıcı ve heyecan yaratıcı bir durumdur. Woolf’tan bahsederken aslına bakılırsa, onur nişanları, üyelikleri ve “prestij” kabul edilen ödülleri reddedebilecek bir profilden de bahsederiz bir taraftan… Çünkü onun yazarlık serüveninde ya da birey olarak anlattıklarının sadece satır aralarında değil; düpedüz kendisini oluşturan bütününde de bir eğilmezlik ve safsatadan ibaret olmayan bir ödünsüz özgürleşme biçimi de olanca kural tanımazlığıyla karşımızda durur. Dünya edebiyat tarihine baktığımızda ödülleri ve bir ucunun nereye doğru sallandığı belli olmayan bir boyun bağı gibi boğazı sıkan ödüllendirmeleri geri çevirme cesaretini gösteren isimlere rastlamışsızdır. Çünkü hepsi için söz konusu olmasa da, verildiği mecraya karşı haddinden fazla sorumlu ya da bağımlı hissedebileceğiniz bu onurlandırmalar bazen felsefeniz ve düşüncelerinizle paralel bir yerde durmuyor olabilir. Woolf gibi bir karakter için de bu böyledir. Yaşamın pek ayrıksı bir noktasında duran Woolf, belki de bu nedenle şiirin olmadığı bir metni, ritmi olmayan bir hayat gibi algılar. Şiire bulaşan her kadın erkek egemen bir alana müdahil olarak kendi devrimine ön ayak olmuştur adeta. Woolf’un romanları da şiirin devrimci ve tehditkar alanında roman olgusunu altüst ederek kendi sesini bulur. Kadının kendine ait odasının duvarlarını aşarak yalnızlıklara ve vurgunlarına ulaşmasını sağlar. “Kadınlar milyonlarca yıldan beri evde oturuyorlar. Öyle ki yaratıcı güçlerini zamanla duvarlar emiyor.” Böyle yazan bir Woolf var karşımızda ve Türk okurunun henüz yeterince haşır neşir olmadığı önemli bir yazar o… Batı entelijansiyası için kuşkusuz önemli bir modernist ama bizim gibi kadının görünür zeminlerde yürürken bile engellendiği toplumlarda –ki evde bir ömrün geçmesini bekleyen, kendi hak ve özgürlüklerinden bir haber yaşayan kadın çoğunluğumuzu aklıma dahi getirmek istemiyorum- çok daha önemli bir simge…
Woolf, hayatta görünen herhangi bir şeyin romanının yazılabileceğini söylerken, aslına bakılırsa son yüzyılın roman anlayışının yapıtaşının oluştuğu ortadaydı. Woolf’la birlikte çağdaşları olan Joyce ve Faulkner gibi önemli isimler de artık romandaki ‘bilinç akımı’ teriminin birer öncüsü olmuşlardı. Kişinin tüm zihinsel aşamalarından yola çıkarak duygu ve düşünce dünyasının çağrışımlar ve rastlantısal unsurlarla bilinç ve yarı bilinç karışımı bir üslupla yazılması durumu; bu yazarları okuduğunuzda şiirin, retorik ve felsefenin buram buram sizi ele geçirdiği ve özdeşlik kurmamız konusunda davetkar üst dil arayışında olağanüstü bir alan yaratıyordu. Woolf için görece gerçek, romanın konusu olamazdı. Olduğunda sıradanlaşan, yapaylaşan bir durum olurdu bu… Çünkü görünenin ardındakiler, kişisel ayrıntılar, kolayca tanınamayan ve tanımlanamayanın verdiği ipuçları kişiyi karakter yapan özelliklerdir. Belki de bu yüzden bir tiyatro oyunu ya da şiirden Woolf romanını keskin hatlarla ayıramıyor oluşumuzun gücü de dramatik sesten gelmektedir.
Kendine Ait Bir Oda’da “Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç görülmez” diye bahsettiği kadının kendi kalemini, duygusunu ve düşüncesini sadece kadın olmaktan daha fazlası olabileceği bir yaratıcılık noktasına taşıması anlamında Woolf’un metinlerini keşfetmesi ve Odası’nı yaratmakla başladığı kararına, kendi yaşamını da inşa ederek devam etmesi dileğimle… Mutlu Yıllar Woolf!
En Çok Okunan Haberler
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!