Küreselleşme Türkiye'ye Kaybettirdi
Kalkınma masallarıyla kapılarını ardına kadar yabancı sermayeye açan Türkiye, ne yazık ki küreselleşme sürecinin en çok kaybedeni oldu.
Aslında Batı’nın kendi çıkarları doğrultusunda 500 yıldır dönüştürüp evrilttiği hayat, ekonomi anlayışı liberalizmin, 90’ların tek kutuplu dünyasında evrenselleştirilmesi olan küreselleşme mekanizmasının; Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerin çıkarlarına hizmet etmesi pek beklenemezdi. Özellikle de bu mekanizmayı az da olsa ülke lehine işletebilecek akılcı, ulusal politikaların yoksunluğunda...
Nitekim de öyle oldu ve Türkiye bu süre zarfında, en çok da son yıllarda yüksek dış borç, cari açık, faiz, kâr transferleriyle büyük ölçüde kaynaklarını gelişmiş ülkelere aktardı.
Ancak doğasında yetinme duyusu bulunmayan neo liberalizmin döngüselleşen krizlerinin sonuncusunun da etkisiyle; cari açık, sıcak para ve borç batağındaki Türkiye’nin kan kaybı, ne yazık ki devam edecek gibi görünüyor.
Türkiye kaybetti!. Çünkü; bu süreçte küreselleşme mekanizmasını lehine işletebilecek ekonomik ve siyasi politikaları üretip uygulayamadı. Özellikle de son yıllarda (kriz öncesi) izlenen düşük kur, yüksek faize dayalı ekonomi politikalarıyla Türkiye’den kaynak çıkışı büyük ölçüde hızlandı, küresel krizden önceki 5 yıl boyunca döviz kurunun baskıyla uzun süre düşük tutulması, üretimde hammadde, ara malı ithalatını arttırarak (muhtemel bir iç/dış şokta ülke tasarruflarını dışarı akıtacak olan) cari açığı 50 milyar dolara dayadı. Eylül 2008’de küresel krizin Türkiye’ye de yansımasıyla kurdaki artış, petrol fiyatı ve ithalatın düşmesi cari açığı 37.1 milyar dolara geriletti (2009 ocak). Ancak cari açığın sürdürülmesi ve dış borç bulmada yaşanılacak bir güçlük, ekonomiyi küçültüp ülkeyi daha da fakirleştirebilir.
Türkiye, uzun yıllar düşük tutulan döviz kurunun yanı sıra, kriz öncesi 107 milyarı aşan (krizde 48.9 milyar dolara düşen) sıcak para, hisse senedi ve mevduata dünyanın en yüksek faizini ödemesiyle dışarıya çok büyük miktarlarda kaynak aktardı. Aktarmaya da devam ediyor. Sadece sıcak parayla dışarı aktarılan kaynak 25 milyar dolar oldu.
Ayrıca ucuz döviz nedeniyle (kriz öncesi) dışarıdan borçlanmayı seçen özel sektörün dış borcu, kâğıt üzerinde dış borcun düşük kalması için içerden DÎBS ihaleleri aracılığı ile borçlanan devletinse iç borcu kurların da yükselmesiyle katlandı. Türkiye’de 2002’de toplam (kamu + özel) 220 milyar dolar borçla kişi başına 3.148 dolar borç düşerken 2008’de 495 milyar dolara çıkan toplam borçla kişi başına 7.013 dolar borç düşüyor.
Ancak en kötüsü, Cumhuriyetimizin bize 80 yılda kazandırdığı kârlı kuruluşların yok pahasına, (yeni liberalizmin katladığı borçlarımızın ödenmesi için) geri dönmemek üzere özelleştirilmeleriydi.
Evet sevgili okurlar!.. Türkiye’nin 30 yıllık küreselleşme serüveninde, mekanizmanın giderek nasıl daha fazla aleyhimize işlediğini/işlettirildiğini fark ettiniz mi? Bu süreçte ülke gereksinimlerine uygun yabancı sermaye çekilemediği gibi giren sermayenin de bu ülkede kazandığı gelir ve kârların dışarı transfer edilmesine imkân tanındı. Türkiye yeni liberal politikaların vaat ettiği refah masallarıyla; üretemeyen, KDV, reel ihracat girdisi yaratamayan; borcunu, ithalatını ancak borçla çeviren; tarımı, sanayisi yok edilmiş bir ülke haline geldi.
En Çok Okunan Haberler
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Sette kavga çıkmıştı: Siyah Kalp dizisinde flaş ayrılık