‘Müzik bilmeyen müzisyenler(!) ortalığı sardı’

Uğur Küçükkaplan’ın kitaplarından ilki “Arabesk”ti. İkincisi de yakın zamanda yayımlanan “Türkiye’nin Pop Müziği”nin müzikle ilgili herhangi bir çalışma yapmak isteyenler için kılavuz olduğunu söylemek gerek. Bu bakımdan, her iki kitabın da, amacına ulaştığını gösteriyor. Küçükkaplan’la kitabı üzerine söyleştik.

Yayınlanma: 24.05.2016 - 13:28
Abone Ol google-news

- Kitap müzik tarihi, dünya ve Türkiye’deki müzik pazarına dair, teknik ya da sosyolojik yönden “derinleşmemiş” olarak eleştirilse ne düşünürsünüz?

- Bir çalışmayı değerlendirirken dikkat edilmesi gereken iki temel unsur var: Bunlardan biri, ortaya koyduğu teknik ve teorik bilgilerin genel niteliği. Diğeri ise bu bilgileri hangi yaklaşımla nasıl bir düşünsel zemin üzerinde ele aldığı ve dayandığı argümanlarla hangi sonuca vardığı. Hayatın her alanında olduğu gibi müzikte de karşımıza çıkan son derece önemli bir kavram bulunuyor: Denge. Üstelik sadece müziği icra ederken değil, aynı zamanda incelerken de önemle gözetilmesi gereken bir kavram. Erken Cumhuriyet yıllarından bu yana Türkiye’de müziğe ideolojik bir araç olarak yaklaşıldı. Siyasi anlamda çift kutuplu Türk toplumunda, sanatın ve müziğin bugüne dek tek kutup tarafından ele alınıp tartışılması dengenin bozulmasına neden oldu. Bu kitap, tarafsız bir yerde durarak toplumsal müzik algısını olumlu yönde besleyip bir denge sağlamaya çalışıyor. Dolayısıyla eleştiriyi yönelten kişinin öncelikle elindeki çalışmanın amacını ve nereye denk düştüğünü kavrayıp kavramadığını, düşünsel sınırlarını belirleyen siyasi kimliğinden ne kadar arındığını anlamaya çalışırım. Başka bir deyişle “derinleşmemiş” eleştirisini yaparken farkındalık açısından ne kadar derinleştiğine bakarım.

'TÜRKİYE’DE MÜZİK HER ZAMAN SİYASİ BİR MALZEME OLARAK KULLANILDI'

- Daha önce bir röportajınızda “Arabesk, müziğin içinden hiç tartışılmadı” demişsiniz. İkinci kitabınızda da müziği içinden anlatma üzerinden hareket ediyorsunuz. Müzik sadece müzik olarak düşünülebilir mi? Neden?

- Dilerseniz bu soruyu şu şekilde ikiye ayıralım: Birincisi, müzik sadece müzik olarak düşünülebilir mi? İkincisi, müzik sadece müzik olarak düşünülmeli mi? Türkiye’de müzik her zaman siyasi bir malzeme olarak kullanıldı. Bunun en önemli nedeni, yaşadığımız toplumun söz esasına dayalı bir kültürel zemin üzerine oturması ve müziğinde de yine sözün önde tutulması. Halbuki müziği farklı açılardan ele alabiliriz. Yapılan her çalışma, o müziğin belli bir kısmı üzerinde yoğunlaşır ve literatüre yeni bilgiler ekler. Türkiye’deki çalışmalara baktığımızda ise çoğunun anlamsızca tek bir noktada yoğunlaştığını görüyoruz. Sorunuza dönecek olursak; evet, müzik anlattığım bağlamda sadece müzik olarak da düşünülebilir. Çünkü bu tabloda müziğin sadece müzik olarak düşünülmesi bir gereklilik olarak ortaya çıkar. En azından bir denge sağlanana kadar.

- Müzikolojinin, popüler müzikleri incelemeye değer bulmadığından söz ediyorsunuz kitabınızın giriş kısmında. Bunu hem toplumsal hem de sanatsal yönden açabilir misiniz?

- Müzikoloji, tarihsel açıdan köklü bir geçmişi olan ve genel olarak yazılı halde bulunan klâsik Batı müziğini esas alır. Onun için en önemli şey belge. Sesin kayıt altına alınabilmesiyle 20. yüzyılda dev bir endüstriye kavuşup bugünkü bildiğimiz şeklini alan popüler müzikler ise klâsik müziğe göre tabir-i caizse dünkü çocuk. Genellikle yazılı hâlde bulunmayan, fakat bundan da önemlisi yıllarca “ciddi müzik-eğlence müziği” ayrımına kurban edilen popüler müzikler, uzun yıllar üzerinde çalışılmaya değer bulunmadı. Bu tavır 1970’lere kadar sürer. Geleneksel müzikolojinin kısmen gücünü kaybetmesine de bağlı olarak popüler müzikler lehine başlayan hareket, 1980’lerde ortaya konan çalışmalar ışığında farklı bakış açılarının ortaya çıkmasını sağladı.

- Klasik ve geleneksel müziği tüketen sınıfların farklılığı, teknik olarak farkın önüne geçti. Bu evrensel bir fark mı? Sınıfsal farklılığı, müzikoloji içerisinde yorumlamak mümkün mü?

- Bilindiği üzere burjuvazinin, Avrupa’da klasik müziğin gelişimine büyük katkısı oldu. Türkiye’de burjuva sınıfı olup olmadığı hâlâ tartışıladursun, en azından Avrupa’daki şekliyle var olmadığını söyleyebiliriz. Bir biçimiyle kapitalizme eklemlenmiş toplumlarda, her ne kadar sosyo-ekonomik koşulların bir sonucu olan toplumsal tabakalaşma kaçınılmazsa da bunun içeriği toplumdan topluma değişir. Tabii buna bağlı olarak müzik-toplum ilişkisinin dinamikleri de farklılık gösterir. Örneğin bugün halk müziği Avrupa’da, Anadolu’daki gibi tüm canlılığıyla yaşayan bir müzik değil. Çalışmalarımızda zaman zaman sınıfsal farklılığı, özellikle kavramsal çerçeveyi çizerken kolaylaştırıcı bir unsur olarak ele alsak da meseleye tümüyle buradan bakmayız. Çünkü müzik, her ne kadar toplumla ilişkili bir olguysa da özünde bireysel faktörlerin baskınlaştığı bir deneyim.

'MÜZİK ARTIK AYAĞIMIZA BEDELSİZ GELİYOR'

- Kitabın son bölümünde aranjörlerle yaptığınız röportajlara yer veriyorsunuz. Onlara sorduğunuz birkaç soruyu size yöneltmek istiyorum. Teknolojik gelişimin müziğe etkisini nasıl buluyorsunuz?

- Sektördeki hemen herkesin şikâyet ettiği ilk şey, İnternete bağlı olarak albüm satışlarının düşmesi. Fakat bence internetin müziğe en az bunun kadar zarar verdiği bir diğer nokta, toplumun müziğe bakışını olumsuz yönde etkilemesi. Çünkü sesin kayıt altına alınmasıyla yaşanan büyük kırılmadan sonradaki en büyük etkiyi, bana göre tartışmasız internet yaptı. 19. yüzyıla kadar ona ulaşmak isteyenlerin ayağına gittiği müzik, geçtiğimiz yüzyılda minicik aygıtlara sığdırılıp “bedelini” ödeyenlerin ayağına gitmeye başladı. Bugün artık ayağınıza gelmesi için herhangi bir maddi bedel de ödemeniz gerekmiyor. İnsanların gözünde müziği basitleştiren ve değersizleştiren bir durum bu. Aynı şekilde müzik teknolojilerindeki gelişim de üretim aşamasında sağladığı kolaylıkların yanında, müziğe farklı açılardan büyük zarar verdi. Müzik bilmeyen “müzisyenlerin” ortalığı sarması ve herkesin müzikle ilgili söz sahibi olduğu hissine kapılması, bunun başlıca sonuçları arasında.

- Pop müzik başına ulus getirilebilecek bir müzik türü mü?

- Aslında bu, cevabı oldukça uzun bir soru. Fakat burada nedenlerini ayrıntılı olarak anlatma şansımız olmadığından kestirmeden gitmek durumundayım; hayır, pop müzik doğrudan başına ulus ismi getirilebilecek bir müzik türü değil. Bu noktada en azından okura bir kapı aralamak için şu soruları sormak gerekiyor: Neden bir müzik türünün başına herhangi bir ulus ismi getiririz? Bahsettiğimiz sözlü bir müzikse şarkı sözlerinin dili, ulus ismi koymak için yeterli bir gerekçe mi? Ulus sözcüğünün içini dolduran ne varsa bunları bir müzik türünün ne ölçüde taşıdığını kesin olarak saptamak mümkün mü? Son olarak ulus kavramı, onu tanımlayan öğelerin menşei bakımından ne ölçüde siyasi veya kültürel?

- Kitabınızın sonuç bölümünde, genel müzik algısına ilişkin “müzik evrenseldir” yargısının yanlış anlaşıldığını ve sorgulanmadığı için bir “gerçeklik” hâline geldiğini söylüyorsunuz. Bu yanlış anlamayı nasıl açıklıyorsunuz?

- İlginçtir ki evrensel kavramı, müzik söz konusu olduğunda fantastik bir hâl alabiliyor. Mesela gündelik hayatta cömertçe kullanılan sonsuzluk kavramı için de geçerli bu. Oysa burada evrensel olarak kastedilen şey, salt müzik olgusunun kendisi. Yani her toplumda müzik denen şeyin var olması. Müziğin hangi toplumsal ve kültürel dinamikler üzerinden doğup geliştiği, buradan hareketle müstakil özellikler gösteren çeşitli türlere ayrılması vs. işin bambaşka bir boyutu ve bu yönlerden herhangi bir evrensellik söz konusu olamaz. Fakat pek çok insan ısrarla bir müzik türü, tekniği veya terminolojisi üzerinden evrensellik fantezisi peşinde koşuyor. Dolayısıyla müzik evrenseldir sözü yanlış anlaşıldığından, çoğu zaman profesyonel müzisyenler tarafından bile yanlış kullanılıyor.

Türkiye’nin Pop Müziği/ Uğur Küçükkaplan/ Ayrıntı Yayınları/ 512 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler