Ölümleri saymaktan yoruldu herkes

Jülide Kural, sadece repliklerle yetinmeyen bir oyuncu. Ona sunulan hayatla da. Alışageldik oyuncu algımızın aksine sözünü esirgemeden düşündüklerini söylüyor. Kürt sorunu için de çabalıyor, aslında o da bir 'öteki'. Ailesinin gizli saklı Çerkezce konuştuğu günleri unutmamış...

Ölümleri saymaktan yoruldu herkes
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 20.01.2013 - 08:39

Türkiye siyasetinden uzaksanız onu sadece oyuncu olarak tanıyor olabilirsiniz. Ancak oynamak hayatı hissettikçe mümkün Jülide Kural için. O yüzden de bu ülkede olan her şey onu ilgilendiriyor; işçi kazaları, kürtajın yasaklanmaya çalışılması, Şehir Tiyatroları’ndaki yönetmelikle sanatın devlet kurumuna dönüştürülmesi ve tabii ki artık kimsenin yadsıyamadığı Kürt sorunu... Çözümleri için meydanlara inmekten çekinmiyor. Bu yüzden işlerine taşlar konduğu bir hakikat ama neye yarar, elinden de başkası gelmiyor, çünkü “Kalbim ve vicdanım sessiz durmamı engelliyor... Yaşadığım ülkede bu kadar kan, ölüm, acı varken hiçbir şey yokmuş, olmayacakmış gibi davranıp sadece replikleri tekrar eden biri olamam. Onları yaratabilmem için hayatla beslenmem lazım. Ve bu savaş da buradaki her yere sindi”.

- Her zaman sosyalist kimliğinize sahip çıktınız. Peki solla tanışmanız nasıl oldu?

- Çok okuyan bir çocuktum, var oluşa dair soruların sorulduğu 12-13’lü yaşlarımda ilk karşılaşılan tanım din olduğundan bunu tartışmaya başladım; din, Allah, kul... Orta ikide şu karara vardım, “Dayatılan o kul olma hallerine uygun bir kişilik sergilemiyorum, bilmediğim bir şeye karşı sadece kurallara uymak, isteneni yapmak bana uygun değil.” Bu sosyalizme attığım ilk büyük adımdı. Çünkü o kul olma hali var olanı kader diye kabullenip, boyun eğmeyi de beraberinde getiriyor. Benimse haksızlığa tahamülüm yoktu. Bunlar, çok okumakla ve biraz yalnız bir çocuk olmakla, daha çok düşünsel oyunlara vakit ayırmakla ve herkesin gördüğü adaletsizliği daha kalpten hissetmekle ilgili bence. Aslında her çocuk sosyalisttir, çünkü haksızlık karşısında “niye” diye sorarak, doğal reaksiyonu gösterir.

- Peki bu bilinçlenme hali sizi nereye götürdü?

- Daha derinleşmeye, bilgilerin gittikçe hayatla bütüleşmesine... Ancak lisedeyken maalesef 12 Eylül oldu. Sanırım bu sosyalist olmamı perçinledi, çünkü ilk gençlik yıllarımda elimden bütün kitaplarımın alınması, neden olduğunu anlamadığım bir şekilde yakılması, bir şiirin “zararlı” olabileceği söylemleri doğru bildiklerime daha tutkuyla sahip çıkmama yol açtı, direnişçi yaptı beni.

- Kürt sorunuyla ilgilenmeye ne zaman başladınız?

- Sosyalist olmak en temelde sınıfsal bakış getirdiği için sadece Kürt, kadın olmaktan kaynaklanan sorunlardan söz etmiyorduk üniversitede. Bu bakışın ötesine dair hislerim üniversitedeki Kürt arkadaşlarımla kurduğum insani ilişkiyle oluştu. Bir yanlış yapıyoruz, demeye başladık. Bunda Diyarbakır Cezaevi önemli bir unsur. Çünkü Kürtçe bilmediği için çocuklarıyla konuşturulmayan anneleri sınıfsal formüle sıkıştırmaya imkân yoktu. Kimliğinde Diyarbakır, Tunceli yazıyor diye otobüsten indirilen insanları da. Bunlar farkındalığı geliştirdi. Tabii Kürtlerin bunu göstermek için yaptığı mücadele de artık ezberlerimizle hareket edemeyeceğimizi, meseleyi başka yerden okumamız gerektiğini bize öğretti.

- Bu farkındalığı yaşadıktan sonra barış kampanyalarına sahip çıktınız, seslerinin duyurulmasına yardım ettiniz. Bu süreçte tanık olduğunuz, derin iz bırakan olaylar da oldu mu?

- Sadece bir-iki olay anlatmak o kadar zor ki, Kürt meselesinin bütünü akıl almaz işkenceye, acı ve ölüme endekslenmiş. İlk defa Diyarbakır’a 2000’in başında sanatçılar olarak gidip -ki gidenler de okuyan, meseleyi bildiğini var sayanlardı- o insanlarla yüz yüze konuştuğumuzda, hangi sokakta kaç kişinin öldürüldüğünü, kemiğin bulunduğunu dinlediğimizde sorunun büyüklüğünün farkına vardık. O gidiş bizi çok değiştirdi. Ondan sonra batıda yaşamak çok daha ağırdı. İnsanların kafasındaki kemikleşmiş kategorilerle çarpışmaya başlıyor insan. Kürtçü olmakla suçlandık. Ben Çerkezim, nasıl Kürtçü olabilirim? Kardeşime, anneme bile anlatmakta güçlük çektim bu sorunu. Acaba beynini mi yıkadılar diye bakıyorlardı. Oysa o zaman 35’imi geçmiştim.

- Ailenizin bile sizi anlaması neden bu kadar zordu, sizce?

- Toplumumuz, Cumhuriyet’in kuruluşuyla bir tarihi kapattı, yok saydı. Ekonomik, siyasal olarak nasıl yaşanacağına dair yeni kurallar kondu. Hiçbir şeyle yüzleşmek istemedi. Ne zaman, “Bir toplum tarihsel, sosyolojik olarak bağlarıyla yürür. Onları çözümlemeden buradaki bağları kuramazsın” dense bölücü olmakla suçlanıldı. Düşünün, ben Çerkez’im dediğimde annem, “Sen çok Çerkezim demeye başladın, yoksa Çerkezlerde mi bölücülüğe başladı” dedi. Çünkü kurallara aykırı bundan söz etmek. Ailem kendi içinde hep Çerkezce konuştu, ama gizli saklı.

- Düşüncelerinize sahip çıkmanız sanatsal yaşamınızı nasıl etkiledi, önünüze taşlar konuldu mu?

- Tabii. Yüzüme bir şey söylenmedi, ama bir çok işim, düşündüklerimi deklare ettiğim için ve bundan hiç çekinmediğim için çok etkilendi. Ancak şöyle bir yanı da oldu, bu tavrımdan dolayı işime engel olanlar bile bana saygı duydular. Çünkü herkes biliyor ki, bir çıkarım yok. Sadece kalbim ve vicdanım sessiz durmamı engelliyor. İnsanlar ölüyorsa, hiçbir şey yokmuş gibi lay lay lom hayat sürmeyi göze alamam. O zaman ben, ben olamam. Sahneye çıkıp Shakespeare’in sözlerini söyleyemem, Çehov’dan, Brecht’ten bahsedemem.

- Televizyonun ve sinemanın toplumsal sorunlara yaklaşımı nasıl sizce?

- Aslında Türkiye sineması hep Kürtlerin hayatını anlatır, ister istemez. Çünkü orada büyük çatışmalar, çelişkiler, sömürü, öfke, ölüm var. Şehirde üç adamın entelektüel halleri kimsenin ilgisini çekmiyor. Yılmaz Güney’i niye herkes seviyor? Ama isimsiz, hep feodalite üzerinden kuruldu hikayeler. Artık Kürt yönetmenler çıktı ve sinema gençleşti. Hayatı farklı bir yerden okuyan, daha polizite bir ekip var. Televizyona gelince, onda kitleleri biraz sakinleştirelim, evde dursun, fazla düşünmesin, gerekli olanı gerektiği kadar gösteririz mantığı hakim.

- Nasıl değerlendiriyorsunuz bu süreci?

- Barışma süreci başladı mı bilmiyorum, ama bir görüşme süreci var. Elbette bunda, Suriye, İran, Irak, Ortadoğu durumundan da gelen bir çok etken var. Ama bu sadece Kürtlerin değil, hepimizin meselesi. Aslında Kürt meselesini çözmek, demokrasiyle, özgürlükle ilişkimizi belirleyecek. Medya bize hep, “Bundan bahseder, şunu söylerseniz, kıyamet kopar” diyordu oysa Abdullah Öcalan için siyasal aktör deniyor, ama bir şey olmadı. Toplum sakin, çünkü bu sorun çözülsün artık diyor, kimsenin ülkeyi bölmek istemediğinin farkındalar. Ölümleri 10-20 diye saymaktan, unutup tekrar saymaktan yoruldu herkes. Gazetede okudum, Diyarbakır’da şehit annesi ile gerilla annesi yanyana gelmiş, ikisi de savaşı istemediğini söylüyor. Orada da, burada da ölenlerin hepsi yoksul çocukları. Artık bu büyük yoksul kitlenin buna tahammülü yok.

- Hükümete güveniyor musunuz?

- Hayır, çok ciddi soru işaretlerim var. Çünkü daha önce yaşanmış başka bir süreç var. Ama bu kapının açılmış olmasını çok önemsiyorum, o yüzden negatif söylemler taraftarı değilim, çok çok temkinliyim, ama bu tek adamlık otoriter bir sistem oluşturma hesabının bir parçası yapılamayacak kadar önemli bir dönüm noktası. Bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl bir ülke olacağını belirleyecek. Siyasetin ölümlerle değil diyaloglarla, meşru siyasetle yapılmasını mı öngöreceğiz, yoksa?.. Yoksa’sını düşünmek bile istemiyorum, çünkü dönüş bu sefer diğeri gibi olmayacaktır. Son gittiğimde de gördüm ki, orada çok politize bir toplum var, özellikle gençler. Filistin’deki gibiler. Ölüm her taraflarını öyle sarmış ki, bir can vermek onlar için herhangi bir şey. Dolayısıyla da bu ülkeyi seviyorsak, bunun barışa dönüşmesi için süreci çok doğru okumalı ve çok da kararlı durmalıyız. Uzun zamandır ilk defa nefes aldığımı hissediyorum, ama somut adımlar atılmalı. BDP’ye büyük önem atfediyorum.

Ben Kadir’den daha asiyim

- Kadir İnanır’la bu konuları konuşabiliyor musunuz? Çünkü o bize hep “maço”, geleneklere sahip çıkan, rengini belli etmeyen bir sanatçı olarak sunuldu...

- Evet, öyle sunuldu, ama benim tanıdığım Kadir yaşadığı topluma son derece duyarlı, her gün bir sürü -hatta bence fazla gereksiz (gülüyor)- gazete okuyan, yaşadığı ülkede ne olduğunu takip eden, sorunları kalpten hisseden biri. Zaten Anadolu denince akla gelen önemli aktörlerden ve onu seven seyirci de aslında hep ezilmiş, emekçi, Kürt kesimindendir. Ama tabii ki o bir sosyal demokrat, dolayısıyla reformist. Bir de onlar -Yeşilçam’ın son temsilcileri- son starlar ve insanların bir stardan beklediği de mesafe. Ben daha asiyim, yeni bir sistem gelse yenisini kuralım, diyebilirim. Sonuçta, ben başka bir kuşağım, başka şeyi temsil ediyorum, o bambaşka bir kuşak ve bambaşka şeyi temsil ediyor. Ama herkesin yolu kendine, bu konuda birbirimize çok saygı duyan bir insanım.

- Hastalık sürecini nasıl atlattınız?

- Çok zordu. Önemli bir tecrübe. Bazen ölümün bu kadar yaklaşması, neye, ne kadar değer verdiğinizi anlamanıza yardımcı oluyor. O anlamda bizi birbirimize daha güçlü bağlarla kenetledi. Ayrıca Kadir sevildiğini biliyordu, ama ne kadar büyük bir sevginin olduğunu yaşarken gördü. Tahmin etmediğimiz kadar büyük destek geldi Türkiye’nin her yerinden.

Bir kadın hikâyesine hazırlanıyorum

- Uludere ziyaretinden size neler kaldı?

- Uludere üzerine konuşmak çok zor, sözcükler anlamını yitiriyor. Çocuklarının cesetlerinin kolunu, bacağını topladığı için mutlu olan annelerin, bu kadar yoksulluğun olduğu bir yerde ne denebilir ki? Orada Kürt meselesinin ne demek olduğunu herkes anlar. Bence Uludere toplumun vicdanına da çok büyük bomba attı. Tarih bu bombaları, mayınları temizlemeden nefes alamayacak.

- Kürt sorunu üzerine yapmayı düşündüğünüz bir projeniz var mı?

- Diyarbakır’da Frida’yı oynadığımda bana, neden bizim bir kadınımızı yapmıyorsun, dediler. Ama ben yazar değilim, arkadaşlardan yıllarca metinler istedim. Yeterince güçlü bir proje çıkmadı. Gerçi ben böyle bir şey yapacak olsam, kalkıp da Kürt kadını oynamam, taklit etmem, çünkü Kürt değilim. Ama hepimizin hayatını etkilemiş bir kadın karakter üzerine çalışıyorum, somut hale gelmeden konuşmayayım, olmazsa altında kalırım.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler