Orhan Duru’dan Ferit Edgü’ye Post-Mortem söyleşiler
Ferit Edgü’nün, Orhan Duru: Ölmeden Önce - Öldükten Sonra (Raskol’un Baltası) kitabı, bir ölüyle (Orhan Duru) bir yaşayan (Ferit Edgü) arasında ileti, mektup, konuşma, düş ve bir dizi tanıklıkla kurgulanan şiirsel kroniklerden oluşuyor.
“Dostluk, ancak kendilerine bağımsız birer dünya yaratmış kişiler arasında gerçekleşebilir. Dostluk gücünü kişilerin bu dünyalarından alır.”
Kemal Demirel
ÖLÜMSÜZ DOSTLUKLAR
Ferit Edgü’nün, Haziran ayı içinde yayımlanan “Orhan Duru / Ölmeden Önce - Öldükten Sonra” kitabı bir ölüyle (Orhan Duru) bir yaşayan (Ferit Edgü) arasında ileti, mektup, konuşma, düş ve bir dizi tanıklıkla kurgulanan şiirsel kroniklerden oluşuyor.
“Ölüm denen lanet”in doğurduğu “korku”yu, “mezar-ötesi”ni yaşamın içine katarak aştığını düşünen Edgü’nün tavrının stoik Montaigne’in, yaşamı kutsamak adına ölümü ürkünç bir yok oluş olmaktan çıkaran “En büyük bilgelik ölümden korkmamayı öğrenmektir” düşüncesiyle ilintilendirmek yanlış olmaz.
Ölüm kâbusunu varoluşumuzun temel kaygısı olmaktan çıkarmak; insana bir “armağan” olan yaşamı ölüm korkusuyla gölgelememek, bulandırmamak için “hayatın içindeyken ölümün de içinde” olduğumuzun bilinci bir ilk adımsa; ikincisi de “öteyaka”ya geçmiş “dostlar”ın varlığını, “ölümsüz dostluklar”ının izlerini canlı tutmak, onları belleğimiz üzerinden yeniden yaşamlarımıza katmak olacaktır.
EDGÜ: ‘ÖLÜM DENEN LANETTEN KORKMAM’
Ölüm, ölüm ötesi (“öteyaka”) ve yaşam düzleminde kurgulanan bu ilginç anlatının girişinde şöyle diyor Edgü:
“Benim garip bir huyum vardır. Dostlarım öldükten sonra da onlarla ilişkilerimi sürdürürüm. Anılarda değil, yaşamın tam içinde. Onlarla dilediğim zaman konuşurum. Onları dinlerim. Onlara seslenirim. Onlara güvenirim. Onları yardımıma çağırırım. Onların yardımına koşarım. Onlarla dalga geçerim. Onlar da benimle... Böylece ölüm denen laneti öldürmüş olurum. Böylece ölüm denen lanetten korkmam. Ölümsüz dostluklarımı böyle yarattım.”
PLATON’UN ‘ER’ MİTİ
Edgü’nün kurgusu, mutlak bir yok oluş fikrine yabancı arkaik toplumlarda ölülerin, görünmeseler de yaşayanların arasında varoluşlarını sürdürmelerini ya da Platon’un Er mitinde (“Devlet”, X. Kitap), öldükten sonra yeniden hayata dönen mitik figürün ölüm ötesi deneyimlerini insanlarla paylaşmasını çağrıştırıyor.
Ancak Edgü’nün sadece geçmişi değil, şimdiki zamanı, hatta geleceği de içine alan ölüm sonrası varoluş stratejisi Platon’un Er’e yüklediği “ahlaki” kaygıyı taşımadığı gibi, hiçbir sınırlama içermeyen Rabelais’vari bir yaşam kültünü de öne çıkarıyor.
ANILARDA DEĞİL, YAŞAMIN İÇİNDE BİR DÜŞÜNCE AKIŞI!
Kitabın ilk bölümünü oluşturan “Öteyaka Yazıları”nda, Edgü’yle Duru ya da “öteyaka” ile “burası” arasında iletiler, mektuplar; düşler aracılığıyla kurulan aracısız, sıcak, içten iletişim ve düşünce akışı nostaljik bir içlenmeden uzak, Edgü’nün dediği gibi, “anılarda değil, yaşamın tam içinde” yer alır.
Bu dostluğu böylesine sahih kılan şeye gelince; şurası kesin ki dostluğun amacı, -aşktan farklı olarak-, kendisidir, ve gerçek dostluklar sadece ortak değerler, görüşler üzerine kurulmaz; daha temel, daha derinde bir şeyler, ortak bir “kök” kişileri birbirine bağlarken, paradoksal biçimde onları özgürleştirir de.
Yüzyıllar öncesinden Montaigne’in şair La Boetie ile olan dostluğunun ölümsüzlüğünü anlatmak için kullandığı söz yeterince açımlayıcıdır: “Çünkü o oydu, bense bendim”, bir başkası değil...
Birleşme, özdeşleşme, aynılık söz konusu olmadan, hep kendi kalarak, ötekinde kendisini görmek, kendi iç sesini duymak, kendisini tanımak...
Ölüm mutlak olsa da, Edgü insanın, -varoluşculardan farklı olarak-, “ölüm”e değil, “yaşama adanmış varlık” olduğunu düşünür. Ölüm korkusu, boğuntusu ölümü engellemediği, geciktirmediği gibi yaşamı da yaşanılır olmaktan çıkarır.
Duru burada söze girer: “(Ölüm habercisi) Bir gün mutlaka gelecek. Ondan korkma. Onu bekleyerek de yaşama. Geleceğini bil, yeter.”
Ve, dediği gibi bir gün “O” çıkar gelir, elinde bir şırıngayla. “Hiç değilse yarının olmasını bekleseydin” diyecek olur Duru, ama “O” dakiktir; “yarın”ı beklemeden işe koyulur. “Öteyaka”ya geçişle birlikte zamanın, sözün, sözdizim kurallarının bulanıklaşması metnin başlığına yansır: “Haberci Yarın Geldi ”...
EDGÜ’NÜN KALEMİYLE YAŞAMA TAŞINAN DURU!
Duru, “Edgü’nün kalemiyle”, “söz”üyle yaşama taşınır, yaşam çevrimiyle yeniden bütünleşir. Kendisi “öteyaka”ya özgü “zamansızlık” içindeyken, yaşayan dostlarının kronolojik zamanına karışır.
Edgü, Duru gibi ölümün “eskatolojik”, metafizik boyutuyla ilgilenmez. “Öteyaka”nın semavi dinlerin “öteki dünya”sıyla,-cennetiyle, cehennemiyle-, hiçbir ilgisi yoktur. “Ruhun ölümsüzlüğü” de onlara yabancıdır.
Edgü, Duru’nun imgelemi üzerinden “öteyaka”yı kaplayan örtüyü kaldırır:
“‘Değişmez (bir) ışığın’ içinde ‘renk renk parıltılar halinde’ yüzen ‘kristal biçimler’ arasında ‘Maddesi olmayan bir madde’ (...) hava boşluğunda ne olduğunu anlamadığın (bir saç teli? Bir toz parçası?) hafif bir esintinin havalandırdığı, son derece yavaş, yukarı aşağı, sağa sola yönlendirdiği bir... bir... bir şey... Gözün onu izliyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyorsun. O “şey” işte benim. (...) Sana seslenemiyorum. Ama senin varlığını duyumsuyorum. Hem de pek çok. Dünyadaymışcasına.?
Kim demiş ölüm duyulara kapalı, rüyasız sonsuz bir uykudur diye... On dokuz yaşındayken Seine nehrinde boğulan kızı Leopoldine’in ardından Hugo da, “Artık olduğun yerde değilsin, ancak benim olduğum her yerdesin” dememiş miydi?
“Ölüm kültürü”nden çok, “yaşam kültürü”ne bağlı Duru ve Edgü karşılıklı olarak birbirlerinde sürerler...
“İmza günü” ve “Ölmeden Önce” başlıklarını taşıyan iki ardışık düşsel metinde “düşün içindeki gerçek” ile “gerçeğin içindeki düş”ü birbirinden ayırt etmek; hangisinin hangisinden doğduğunu belirleyebilmek zor görünüyor.
“Orhan Duru’dan Haberler”’de ise, Duru’nun kaleminden ayrınıtılı bir “öteyaka” tanımlaması buluyoruz.
Duru, Edgü gibi bir zamanlar ilgi duyduğu varoluşcu felsefenin temel kavramlarına göndermeler yaparak, varlığın, varoluşun, yokluğun, hiçliğin, zamanın, zamanötesinin, yaşamın, inancın anlamını, düşünceyi, özgürlüğü sorgular “ileti”sinde. “Nasıl yaşadınsa öyle ölüyorsun” diyerek, asıl bilgeliğin ölüm üzerine değil, yaşam üzerine düşünmek olduğunu duyumsatır bize.
Edgü’ye ilettiği “Mektup”a Yüksel Arslan da katılır. Her üç dost arasındaki yazışmaların kitaplaşması, yaşamlarının farklı dönemlerine değinmeler, Baudelaire’in “Fenerler” şiirindeki gibi insanların yolunu aydınlatan ve “gerçek bir müminin kutsal kitabı kutsaması gibi” kutsadıkları yazınsal figürler (Rabelais, Jarry, vb.) bir anımsamadan fazla bir şeydir.
Duru “Öteyakadan Takaza” adlı iletisinde ise, Edgü’den “mektuplar”ından sonra, “yazmadıklarını” da yayımlamasını diler.
Kitabın “Orhan Duru’nun Dedikleri” adlı ikinci bölümü Duru’nun yaşamından, yazarlığından, düşüncelerinden kesitler ile, anılar, anımsamalar, kurgular, notlar ve aforizmalarla tümüyle bu dileğe ayrılır.
ORHAN ÖLDÜ, AMA YAŞIYOR!
“ORHAN ÖLDÜ, AMA YAŞIYOR”... “Kalemin(in) ucuyla insan diriltme”nin gizini çözmüş Edgü’nün sözlerine karşılık, Duru’nun naif sorusu havada asılı kalmıştır: “Sahi, bizler ne zaman yeniden doğacağız?”.
Biz ölümlüler için bu soru sonsuza kadar meşrudur. Çünkü her insan kendi yaşamı kadar, kendi ölümüdür de...
Ferit Edgü / Orhan Duru: Ölmeden Önce - Öldükten Sonra / Raskol’un Baltası / 2021.
En Çok Okunan Haberler
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Emekliye iyi haber yok!
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası