Savaşa Girme Kararının Gerekçesi ve Ölçüsü

Savaşa Girme Kararının Gerekçesi ve Ölçüsü
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 04.12.2012 - 07:16

Beşşar Esad, yurdumuzun bütünlüğünü, ulusumuzun varlığını ve bağımsızlığını tehdit etti mi? “Öldüreceğiz” diye ulusumuza ve vatanımıza saldırdı mı? Bu soruların yanıtı “evet” ise savaşa girelim, “hayır” ise emperyal güçlerin tuzağına düşmeyelim!

Patriot füzelerini aldık. Şimdi bir düşünelim! 24 Temmuz 1923’te kendisini dünyaya hür ve bağımsız bir devlet olarak onaylatmasından beri, bilinçli ya da bilinçsiz hataları saymazsak; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dış politikası, Atatürk’ün jeopolitiği olan 28 Ocak 1920 tarihli “Ulusal Ant (Misakımilli)” esaslarının ortaya koyduğu prensiplerle yürütüldü. Buna “Milli Siyaset” ve yazılımlı haline de “Milli Siyaset Belgesi” denir. Ve bu belge tümüyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin saptayacağı askeri stratejinin de esasını oluşturur.

Tarihi derinliğine bakıldığında, emperyal güçlerin hedef ülkede amacına ulaşmak ve kendi istilacı ordularının işini kolaylaştırmak üzere çeşitli taktik, teknik ve tahriklerle kendi yanlarına çektikleri bir kısım ulusları maşa olarak kullandıkları görülür.

1914-1918 Birinci Dünya Savaşı’nda, Çanakkale cephesinde, Avustralyalılar ve Hint Müslümanları; Ortadoğu’da Hicaz, Asir, Yemen ve Kanal cepheleri ile Suriye ve Irak topraklarından Anadolu’ya yönelik saldırılarda bölge aşiretleri ve Araplar; 1919-1922 “Milli Mücadele” döneminde Ermeniler ve Yunanlılar; 1997-1999 sürecinde Bosna-Hersek’te hortlatılan soykırımda Sırplar böyledir.

Son bin yıllık tarihinde imparatorluğa sadakat içinde olan Arap toplumunu Osmanlı’ya düşman eden ve ardından vurulmasını sağlayan böylesine stratejik plan; 1970’li yıllardan beri Türkiye’yi ve Türk ulusunu Sovyet Birliği’nin dağılmasıyla tarihin kendisine büyük atılım fırsatları sunduğu bir dönemde, tümüyle yalnızlık bataklığına sürükleyecek ve onu ancak yarı-diri veya yarı-ölü bir durumda emperyal güçlere bağımlı bir şekilde yaşatacak önlemler peşinde koşmaktadır. ABD ve İngiltere’nin strateji uzmanlarının araştırma ve yorumlarına göre , önümüzdeki beş yüz yılda, Avrasya’da, süper güç olabilme potansiyeli bulunan tek ülke Türkiye’dir. Bu yargı, aleyhimize yürütülen planın nedenini açıklamaktadır. Türkiye, Ortadoğu’da mutlaka sıcak bir savaşa itilmek ve kuşatılmak istenmektedir.

Türkiye’nin coğrafyası, jeopolitik bakımdan tek yönlü bağımlı bir siyaseti değil; çok yönlü bağımsız bir siyaseti zorunlu kılar. Bu nedenle devletimizin kuruluşunda, “tam bağımsızlık”, Atatürk tarafından yaşamamızın esası olarak ortaya konmuş ve gerçekleştirilmiştir.

“Yurtta barış dünyada barış” ilkesiyle insanlığa ışık tutmaya devam eden Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti için savaşın ölçüsünü ve alınacak savaş kararının gerekçelerini 1919–1923 sürecindeki Meclis konuşmalarıyla söyle belirledi:

“1. Bizi yok etmek düşüncesi karşısında, varlığımızı silahla korumak ve savunmak çok doğaldır. Bundan başka doğal ve daha haklı bir hareket olamaz.

2. Gerçekte bütün amacımız bu milli sınırlar içindeki milletimizin rahatını, refahını ve bu milli sınırlar ile belirlenmiş vatanımızın bütünlüğünü korumaktan ibarettir.

3. Milletin bağımsızlığı tehlikeye girdiği zaman millet, ordularını kendi toplar ve yalnız bir hareket tarzı kabul eder; o da kurtuluş uğrunda sonuna kadar kanını dökmek.

4. Mutlaka şu ve bu sebepler için, milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zorunlu ve hayati olmalı. Gerçek kanaatim şudur: Milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, ‘Ölmeyeceğiz’ diye harbe girebiliriz. Ama milletin hayatı tehlikeye düşmedikçe, harp bir cinayettir.”

Soralım:

Beşşar Esad, yurdumuzun bütünlüğünü, ulusumuzun varlığını ve bağımsızlığını tehdit etti mi? “Öldüreceğiz” diye ulusumuza ve vatanımıza saldırdı mı?

Bu soruların yanıtı “evet” ise savaşa girelim, “hayır” ise emperyal güçlerin tuzağına düşmeyelim! Hükümetimizin şimdiye kadar yürüttüğü çabalarda olduğu gibi, Atatürk’ün şu politikasına kulak verelim ve aynı yönde uygulamayı sürdürelim.

“Cumhuriyet hükümeti… bir yandan, ulusal koruma gücünü pekiştirmeye çalışırken, bir yandan da barışın sarsılmaması için, ulusların birlikte çalışmasına umut veren yoldan ayrılmamak uğrunda elinden geleni esirgememiştir.” (1934)

“Olaylar, Türk milletine, iki önemli kuralı yeniden hatırlatıyor: Yurdumuzu ve haklarımızı savunacak kuvvette olmak… Barışı koruyacak uluslararası çalışma birliğine önem vermek…” (1935)

Unutmayalım.

Savaş bir kez başladı mı, kendi kurallarına göre yürür. Yaşanacak olanlar ve sonuçları önceden kestirilmez!




 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler