Sevgili Dostum Server Tanilli

Sevgili Dostum Server Tanilli
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 10.12.2011 - 07:21

Türkiye’nin başına bela olan kimi resmi dayanaklı bazı odaklar, bir zavallı maşa tutarak öldürme amaçlı o menfur suikastı planlamışlardı. Kendilerini o kadar güçlü ve sorumsuz sayıyorlardı ki, bu planlarıyla, adeta, DGM’nin “eksik bıraktığı” işi tamamladıklarını kanıtlıyorlardı.

Onu böyle anmaya yetkim var; çünkü 60 yıl kadar önce İstanbul Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’nde başlayan ve aralıksız yıllarca süren kardeşlik yapısında bir dostluktur bu sözünü ettiğim. 20’li yaşların başlangıcında, aynı heyecan ve çabayla dersleri izleyen, dünyayı tanımaya çalışan, geleceğe ait hayallerini, planlarını birbirine aktaran, düşünceye, düşünce üretmeye meraklı, şiire, edebiyata düşkün, birbirini anlayan, iki “gerçek” dost...

Bu “mukaddime”nin amacı, doğal olarak, size bu ikili içinde kendimi anlatmak değil, yıllar yılı tanıdığım aziz dostumla ilgili, onun kimlik ve kişiliğini de yansıtan kimi anıları nakletmeye çalışmaktır. Bunları anlatırken, ciddi bir sıralama ile bağlı kalmak istemiyorum. Biraz dağınık, aklıma geldiği sırayla anlatacağım. Ama ilk olarak, korkularla dolu 1978 yılının ortasında, onun Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yaptığı görkemli savunmanın son cümlesi ile başlamalıyım: “Ben içinde yaşadığım çağa ve topluma karşı bir bilim adamı olarak sorumluluğumu yerine getirdim. Şimdi sorumluluk sırası sizdedir. (1)” Salondaki dinleyicilerin nefeslerini tutarak dinledikleri bu cümleler içinde asker görevli ve kökenlisi de bulunan DGM’nin yargıçlarının, kendilerinden sonra ortaya çıkacak bu türden siyasal ağırlıklı davalara bakacak yargıçlara ders ve örnek olarak bir aklama işlemi ile sonuçlanmıştı. Ama bunun ardından, kısa bir süre sonra, Türkiye’nin başına bela olan kimi resmi dayanaklı bazı odaklar, bir zavallı maşa tutarak öldürme amaçlı o menfur suikastı planlamışlardı. Kendilerini o kadar güçlü ve sorumsuz sayıyorlardı ki, bu planlarıyla, adeta, DGM’nin “eksik bıraktığı” işi tamamladıklarını kanıtlıyorlardı.

Ağır yaralı Tanilli, Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne yatırıldı. Bu aşamada sözü biraz geriye götürüp, Server’in DGM önüne çıkarılması sürecine değinmem gerekiyor. Böyle bir suç ihbarı yapılınca -ki bu her dönemde rastlanan ve var olan “muhbir”in işidir- Öğretim Üyeleri Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul Üniversitesi’nin çok saygın üç profesöründen kurulan bir kurul oluşturuldu. Üniversiteler Kanunu’nda -memurlar yasasındakine paralel- bir düzenleme vardı; buna göre öğretim üyesi hakkında bir suç işlemiş olduğu ithamı varsa, konu önce idari karara (Üniversite Yönetim Kurulu tarafından “lüzum-ı muhakeme” kararına) bağlanmalı idi. İşte, yine muhbir-i sadıklar harekete geçip, buna karşı çıkarak, basında, işlendiğini söyledikleri suçun, DGM Yasası’nda doğrudan savcılıkla kovuşturularak (yani idari kararı gerektirmeyecek) bir suç olduğunu iddia ettiler.

Bir cezacı bilirkişi

Halbuki 3 saygın profesörün raporunda, soruşturma konusu yazı ve yapıtlarda böyle bir suç olmadığı sonucu saptanmıştı. Buna karşılık savcılık, üzerindeki baskıyı bertaraf etmek için, bir cezacı bilirkişiye başvurdu. Bilirkişi on sayfa boyunca, Server’in nasıl “ağır suçlar” işlemiş olduğunu şehvetle ve köpürterek anlattıktan sonra buna göre “Hiç kuşkusuz savcı tarafından idari karar beklenmesi gerekmez” hükmüne varmıştı. Bu sonuç, o zatın Server’in doçentliğe atanmasına ilişkin Kurul işleminde verdiği aleyhte oyun boşa gitmesinin “intikam hükmü” idi. (Bunun üzerine, bizim gibilerin fikir ve davranışlarından uzak duran yaşlı bir hocanın, beni, avluda çevirip, “Gördün mü meslekdaş haini, celladı” dediğini hiç unutmuyorum).

Çıkarılan söylenti

Server’in hastanedeki durumu pek iyi değildi. Üstelik şöyle bir tehlike belirmişti: “İş”in yine yarım kaldığından memnun olmayan odakların, hastaneyi basıp işi “bitirmek” istedikleri söylentisi yayılmıştı. Bunun üzerinde hocalarına yakın ve becerikli öğrenciler derhal bir örgütleme yaparak, en az iki kişilik gruplar halinde hastanede nöbet düzeni kurdular. (Aralarında kız öğrencilerin bulunduğu öğrencilerin hepsinin adını ve kimliğini anımsamıyorum. Önderleri sanırım Şener Yardım ve Erdoğan Kısacık’tı.)

Bu aşamadan sonra, önce Almanya’da ve İngiltere’de, en sonra da Rusya’da tedavi evresi geldi. Her üç ülkede de, felci iyileştirecek bir çare yoktu. Sadece “güçlendirme” eğitimi veriliyordu. Bu arada, yine Öğretim Üyeleri Derneği’nin girişimi ile bir yardım kampanyası açılmıştı: Server’in evi yoktu; kirada oturuyordu. Yurtdışından dönünce bir konuta ihtiyacı olacaktı. Çok üzücü bazı “gözlemlere” karşın bu kampanya sonucunda (inşaatı yapan yapımcının binaya girişi ve katı tekerlekli sandalyeye mahkûm kişiye göre inşa etmesi ile) Göztepe’deki daire alındı ve hazırlandı.

Öğrencilerinin ve hocanın bakımı ile ilgilenen karı-kocanın ihtimamı ile oldukça sakıntısız bir faz’a geçilmişti. Bu ortamda, sıra geniş kapsamlı yayın projelerinin gerçekleşmesi aşamasına da gelmişti.

Şimdi biraz geriye gidelim, önce gülünç bir olayı nakledeyim: Üçüncü sınıfta eşya hukuku dersi veriyordum. Ders çıkışı öğrencilerden biri yanıma geldi; özel olarak görüşmek istiyormuş. “Söyle” dedim “Olmaz, odanıza gidelim” dedi. Anladım, aynı zamanda emniyette görevli bir öğrenciydi. Neyse yukarıya çıktık, odaya girince; “Biz seni çok severiz” dedi. Herhalde polisi kastediyordu. Evet, dedim; birdenbire “Sizin askeri kesimle irtibatınızı tespit ettik; telefonda şifreli olarak görüşüyorsunuz” demez mi! Terslendim, hiddetle, “Yok böyle bir şey, yanlışın var” dedim. “Biz yanılmayız hoca” dedi ve çıktı gitti. Kendi kendime günlerce düşündüm. Bu bir “tahrik” miydi? Derken, Bakırköy Askerlik Şubesi’nden gelen bir telefonla mesele çözüldü: Server Tanilli Yedek Subay olarak Bakırköy Askerlik Şubesi’nde Şube mülhakı Teğmen olarak askerlik yapıyordu. Benim kayınbiraderim de Bakırköy nüfusuna kayıtlı idi ve tam bir bedeni kireçlenme rahatsızlığı dolayısıyla askerlikten muafiyet işlemi için Şube’ce Ankara Gülhane Hastanesi’ne sevk edilmişti. İşte askeri kesimle “muhaberat”ım, kayınbiraderin işlemleri hakkında sevgili Server’le yaptığım telefon görüşmeleri idi! Bu olaya sonradan epeyce gülmüştük.

Sözümü bağlamak için şunu ekleyeyim: Server’in, hukukçuluğunun ağır bastığı dönemde, yeni yürürlüğe girmiş olan 1961 Anayasası’nın sosyalizme açık olup olmadığı tartışılıyordu. Muhataplarının bu konudaki uzun tahlillerinden sıkılıp, biraz da hiddetle, “Arkadaşlar bir memlekette şartlar oluşmuşsa, sosyalizm oranın anayasası acaba bana açık mı kapalı mı diye bakmaz, geliverir!” demişti. Tartışma, bu vecize gibi sözle kapanmıştı!

(1) Savunmanın tam metni için, Cumhuriyet 4 Aralık sayısında, Ali Selim Kuşcu’nun makalesine bkz.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler