Siyasetin Pazara Dökülmesi...
Eğer ülkeyi yöneten siyasi aktörler uluslararası düzlemde, genel kabul gören diplomatik süreçleri işletmekte gerekli başarıyı gösteremiyorlarsa aykırı birtakım yollara başvurabilirler.
Seçim dönemlerinde üç aşağı beş yukarı hep aynı tablo yaşanır Türkiye’de. Seçimin rekabet ortamı düello alanına dönüşür. Birbirlerini düelloya çağıran siyasiler bu işe öylesine kaptırırlar ki kendilerini toplum önünde söylenmedik söz, edilmedik hakaret kalmaz neredeyse. Siyasi parti liderleri kendi plan ve programlarını seçmenle paylaşmak yerine rakiplerin zayıf yanlarını bulup çıkarmayı ve halka anlatmayı tercih ederler. Rakiplere yöneltilen her eleştiri, yöneltenin üstünlüğü olarak yansıtılır topluma. Her bir siyasinin başarısının ölçütü, rakibin başarısızlığı olarak ileri sürülür. \t
Ama daha önce böylesi hiç yaşanmamıştı. Belki de hiçbir dönemde toplumun dini ve ahlaki değerleri siyasete bu kadar ucuza malzeme edilmemiş, böylesine ucuz kahramanlık destanları yazılmamış, “Kör kör parmağım gözüne” dedirtircesine insanların yoksullukları ve yoksunlukları bu denli sömürülmemişti.
En kötüsü de içi boş, göstermelik kahramanlık destanlarıyla bu devlet daha önce hiçbir zaman uluslararası düzlemde bu kadar gülünç duruma düşürülmemiş, saygınlığı bu denli zedelenmemişti. Bir kahramanlık destanı düşünün ki devlet diplomasisi karikatüristlerin fırçalarına, mizah yazarlarının tümcelerine malzeme edilsin.
Türkiye’de seçim dönemlerinin popülist siyasete bu denli sahne olması 80’li yıllarda, özellikle de propaganda teknikleri açısından Amerika’nın taklit edilmesiyle başlamıştır. Hiç kuşkusuz popülizm her seçim döneminde egemen siyasal tavır olarak görülmekteydi. Propagandanın doğasında da olan bir şeydir popülizm. Ancak siyasetin bu denli pazara dökülmesi Amerika’nın kötü kopyası olmamız süreciyle birlikte başladı diyebiliriz. Arabeskçilerden gazinoculara kim halk arasında biraz tanınıyorsa, siyaset pazarına çağrıldı ve onlar üzerinden siyasi rant elde edilmek istendi.
Neden? Çünkü siyasilerimiz toplum önünde kendilerini yeterince güçlü görmüyorlar, dolayısıyla da halk arasında popülarite kazanmış başka insanlar üzerinden kendilerine güç aktarımı yapma yoluna gidiyorlar.
Siyasi partiler toplumun ahlaki ve dini değerlerini siyaset pazarına dökerek satışa çıkarıyorlar. Çünkü şu anda Türk siyasal yaşamına yön verme çabası içerisinde olan ve önde gelen siyasi partiler ne yazık ki tanımlanmış, tutarlı, özgün bir siyasi duruş ve ideolojik kimliğe sahip bulunmamaktalar. Bu yöndeki eksiklik ise onların duruma göre muhafazakâr ya da değişimci, gelenekçi ya da çağdaş, demokratik ya da otoriter, dinci ya da laik tavır takınıyormuş gibi görünmelerine neden olmaktadır. Dolayısıyla da o gün ülkede en fazla siyasi rantı hangi siyasal duruş veya ideolojik yaklaşım getiriyorsa ona doğru koşulmakta. Ancak Türkiye’nin siyasal tarihine bakıldığında da görülmektedir ki kaygan zeminde hareket eden siyasi partilerin veya kişilerin yeri genellikle tutunamayanlar listesi olmuştur.
Öte yandan ülkede özellikle siyasal iktidarlar ülke koşullarına uygun istihdam programları uygulamaktan acizlerse, ülke kaynaklarının dağıtımında başarı sağlanamıyorsa, toplumsal gönencin temel dinamikleri bilinmiyorsa, halkın talep ve ihtiyaçlarına normal koşullarda duyarsız kalınmışsa buralarda doğan boşlukların seçim dönemlerinde siyaset pazarında kullanıma sokulması da son derece doğal karşılanmalıdır.
Eğer siyasal iktidarlar toplumsal gönencin sağlanmasını kendi siyasi varlıklarının ve ellerindeki gücün temel nedeni olarak görebilselerdi halkın ihtiyaçlarını karşılamak için yalnızca seçim dönemlerine yüklenmezlerdi. Bunu oy karşılığında yapmaya yüzleri de tutmazdı zaten. Oysa Türkiye’de siyasiler, özellikle de siyasi iktidar halkın olumsuz koşullarını ve gereksinimlerini kendi siyasi varlığının ve bireysel ihtiraslarının aracı olarak görmeyi tercih ediyor ne yazık ki.
Eğer ülkeyi yöneten siyasi aktörler uluslararası düzlemde, genel kabul gören diplomatik süreçleri işletmekte gerekli başarıyı gösteremiyorlarsa aykırı birtakım yollara başvurabilirler. Süreklilik içerisinde komplekse dönüşerek bastırılan başarısızlıkların uygun ortam bulunca kendine özgü bir kuraltanımazlık biçiminde ortaya çıkması da son derece doğaldır bu koşullarda. Böyle durumlarda sahte kahramanlık destanları da yazılır, timsah gözyaşları da dökülür, başarı olmayan başarılar da kutlanır. Son günlerde Türk siyasetinin başını çekenlerin diline doladıkları ve sıkça dile getirdikleri “krizden fırsat yaratmak” ile Davos’ta yaşananlar arasında ilişki kurmak da bu anlamda zor olmasa gerek. Asıl önemli olan ise elde edilmesi olası siyasi rant.
Kısacası bir ülkede var olan siyasi sistem tam olarak oturmamışsa ya da oturmasına fırsat verilmiyorsa, siyasi aktörler ülke çıkarlarını ve toplum gönencini sağlamak misyonundan uzaklaşarak kendi bireysel hırs ve çıkarlarının kaygısı içindelerse o ülkede siyasetin pazara dökülmesi de son derece kolay ve de normaldir. Bu tür hırs ve ihtiras dönemlerinde kömürden beyaz eşyaya, Kuran kurslarından çarşafa, kabadayılıktan ucuz kahramanlığa pazara dökülmeyecek değer yoktur.
Bu arada halka soran da yoktur, gerçekte neye ihtiyacı olup olmadığını. Elde kalan kalitesiz kömürlerden, stoklarda kalan eşyalardan kurtulmak için seçim dönemleri son derece uygundur ve herkesin de işine gelir. Bastırılmış delikanlılıkların, kahramanlık güdülerinin de seçim dönemlerinde piyasaya sürülmesi zekice yapılmış planlamaların sonucu olsa gerek.
Prof. Dr. Nazife GÜNGÖR Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü