'Son tren' ve 'hayat borcu'
Dünyaca ünlü uluslararası jeo-politika uzmanı ve tarihçi, Yahudi kökenli Fransız gazeteci, yazar, düşünür Alexandre Adler, "Bizim Türklere 'Hayat Borcu'muz var." diyor.
“Bizim Türklere ‘Hayat Borcu’muz var. Hem sadece 2. Dünya Savaşı sırasında kurtardıklarıyla değil. 1492’de atalarımızın İspanya’dan sürüldüklerinden beri tarihin çok çeşitli dönemlerinde, coğrafyanın çok çeşitli köşelerinde bize sahip çıkmışlar, bizi korumuşlardır...” Dünyaca ünlü uluslararası jeo-politika uzmanı ve tarihçi, Yahudi kökenli Fransız gazeteci, yazar, düşünür Alexandre Adler geçen çarşamba akşamı Champs-Elysées Bulvarı’nın en lüks ve saygın köşelerinden, “Ledoyen Pavyonu”nda, yaklaşık 300 kişilik seçkin ve özel bir topluluk önünde yaptığı 15 dakikalık bir konuşmada, kendi kökenlerini ön plana çıkartarak Türklere, Türkiye’ye olan şükranını, bir kez daha bu sözlerle dile getiriyordu. Yaş ortalaması 60’ın üstünde olan topluluğun büyük bir kısmı Türkiye’den gelmiş veya Fransa’da yaşayan Yahudilerden oluşuyordu. Aralarında İsrail ve Avrupa’nın başka ülkelerinden gelen insanlar, aileler de vardı. Konukların ezici çoğunluğunun bir başka özelliği de “Holokost/Yahudi Soykırımı”ndan sağ kalan kişiler veya onların yakınları olmalarıydı.
Birazcık geriye gidelim. Eylül’ün ikinci haftası hiç tanımadığım 3 isimden gazeteci sıfatıyla bir davetiye aldım. Albert Carel öncülüğünde, Arlette Bules ve Claire Romi desteğinde hazırlanmış bu davetiyede şöyle bir açıklama vardı: “1944 ilkbaharında Türkiye’nin yardımıyla Türkiye’ye yollanan Yahudi ailelerin tanıklıklarını sizinle paylaşmak için 24 Eylül saat 17.30’da düzenledikleri kokteyle katılmanız bizleri sevindirecektir. Anlatılacaklar, akşama katılacak Türk yönetmenlere bu konuda bir belgesel film hazırlamaları için malzeme oluşturacaktır.” O akşam aralarında Türkiye’nin Fransa, UNESCO Daimi ve İsrail Büyükelçileri ve İsrail’in Fransa Büyükelçisi’nin de bulunduğu konuklar tarihi denebilecek bir anın heyecanını yaşıyorlardı. Carel’in kısa bir girişle açtığı akşamın ilk konuşmasını, iktidar partisi UMP Paris 8. Bölge (Ledoyen Pavyonu da tesadüfen bu bölgede) milletvekili, Nicolas Sarkozy’nin (eski) iyi arkadaşlarından Pierre Lellouche yaptı. Bu buluşma onu üç açıdan ilgilendiriyormuş. Bölge milletvekili ve 1951 Tunuslu Yahudi kökenli oluşu bir yana, özellikle cumhurbaşkanı tarafından Türkiye ile ilişkileri “ısıtmakla” görevlendirilmişmiş. Bu misyonu çerçevesinde geçen mayıs ayında Türkiye’ye giden Lellouche’un Türklere olan sevgisiyse yıllardır Fransız basınına bile mal olmuş bir konudur. Lellouche, başından beri Türkiye’nin AB üyeliğini ikirciksiz destekleyen nadir sağ siyasetçilerden biri olmuştur.
Paris Büyükelçisi Osman Korutürk’ün “Hayat kurtaran Türk diplomatlar”a ve 30’lu yıllarda İnönü, Bayar gibi devlet adamlarının Türk Yahudileri hakkındaki sözlerine ilişkin kısa hatırlatmasından sonra söz alanlar, Carel’i de ölümden kurtaran “Son Tren”lerin canlı tanıkları yaşadıklarını konuklarla paylaştılar. Özellikle de Arlette Bules ve Claire Romi 1944 baharında 7 konvoy trenin Türkiye Cumhuriyeti pasaportu veya kimliği taşıyan çok sayıda Yahudinin 9-10 gün süren heyecanlı yolculuklarda, Almanya dahil tüm Nazi Avrupa’sını kat ederek İstanbul’a nasıl vardığını anlattılar. İstanbul’u nasıl bir “Yeryüzü Cenneti” olarak hatırladıklarını aktardılar. Gecenin en dokunaklı iki konuşmacısından biri, Auschwitz Anısı Fonları Derneği - AFMA Marsilya Şubesi sorumlusu, “Son Tren”e 11 yaşında binen Albert Barbouth idi. “Fransa’da, ‘Kurtuluş’, savaşın bitişiyle kutlanır. Benim için ‘Kurtuluş’ trenden İstanbul’a indiğim andı” dedi. Diğer konuşmacıysa Alexandre Adler’di. Anne tarafından İstanbullu Yahudi, baba tarafından Alman Yahudiliğini belirtip, kendi ve yakınlarının bugünkü varlığını Türkiye’ye borçlu olduğunun, Osmanlı ve Türkiye tarihinden örnekler vererek Yahudilerle Türkler arasındaki yakınlığın altını çizdi. Türkiye’nin Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkasya’da gün geçtikçe somutlanan ağırlığını hatırlattı. “Adına ister soykırım deyin, ister demeyin Ermeni sorunu dahil, Türkiye’nin bugün kendini iyi ifade edebilmek için Yahudi dostlarının yardımına ihtiyacı olduğunu” söyledi. Sözlerini Türkçe “Ne mutlu Türküm diyene”, diyerek tamamladı.
“Son Tren” adıyla çekilecek belgeselin yapımcıları o akşam orada bulunan topluluğa ilk topladıkları malzemelerden hazırlanmış, başarılı bir alıntı gösterdiler. İlgili kişileri, devrin tanıklarını Türk yetkililer aracılığıyla kendileriyle temasa geçmeye, yaşadıklarını anlatmaya çağırdılar. Ortaya çok önemli bir belge çıkacağından hiç kuşkumuz yok. Ancak şayet hazırlanacak çalışma bilimsel bir titizlik gösterilmeden, yeterli ve gerçekçi araştırma yapılmadan abartmalı bir tablo çizecek olursa, hedef kitlesi olması gereken dünya kamuoyu ve ‘Avrupalılar’ nezdinde güvenilirliğini baştan kaybeder.
Sen, ben, bizim oğlan seyredip ağlayacağımız bir “Türk Schindler’leri” masalı yazmaktan kaçınmalıyız. Türk makamlarının 2. Dünya Savaşı öncesi, sırası ve sonrasında her zaman “Sütten çıkmış ak kaşık” olmadıklarını ve meraklıların araştıracağı umuduyla “Struma” ve “Parita” gemilerinin trajik hikâyelerini hatırlatmakla yetinelim. Sonra kim kime “Borçlu” çıkar belli olmaz!
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama