Surname 2010

Şehir Tiyatroları'nın bu yıl repertuarında yer verdiği Surname 2010 oyununu Muhsin Ertuğrul sahnesinde izledim. Oyunun isminden de anlaşıldığı üzere Osmanlı dönem ve kültürünün bir izleği olan surnamelerden iham alınarak yazılmış bir metin izliyoruz sahnede.

Surname 2010
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 15.02.2011 - 10:07

“Sûrname: Divan edebiyatında şehzadelerin sünnet, kadın sultanların evlenme törenlerinin anlatıldığı şiir ya da düzyazı biçimindeki yapıt. Yazıldıkları dönemin toplumsal yaşamına ilişkin bilgiler vermeleri nedeniyle tarihsel bakımdan da önemi olan sûrnamelerde çoğu zaman haftalar süren bu törenlerdeki yarışmalar şölenler verilen armağanlar en ince ayrıntısına kadar betimlenir. 16 yüzyıldan sonra biçimlenip gelişmiştir. Bazısı mesnevi biçiminde bazısı da kaside biçimindedir.”

Bir buçuk saat süren tek perdelik oyunu izlemeye giderken başka bir şey hayal edip bambaşka bir atmosferle karşılaştığımda, oyuna olan yaklaşımımın çok nesnel olamayacağını düşünsem de, hep yaptığım gibi oyunu izleyip aradan biraz zaman geçmesini bekledikten sonra gözlemlerimi yazmaya karar verdim. Çünkü son dönemde tiyatro anlayışımızın pek çok amatör ve profesyonel tiyatro gruplarının genel eğilimi gereği, batı kökenli çağdaş akımların çok benzerlerinden yola çıkılarak oluşturulmuş metinler veya ‘demonteler’ ışığında kendini aramaktan vazgeçtiği ve çok az oyun yazarı yetiştiği göz önüne alınırsa bu metin bende umut yaratmadı değil. Her şeyden önce bu oyunu değerlendirirken, geleneksel Türk Tiyatrosu unsurlarından beslenerek yola çıkan, fikir olarak son derece iyi niyetli bir iş üzerine yoğunlaşıldığını ortaya koymak gerekiyor.

Oyunla ilgili öncesinde araştırma yapmadan gittiyseniz, sahhnede bir kukla tiyatrosu gördüğünüz için şaşırmış olabilirsiniz. Mikrofonlarla ve sahnedeki sesle ilgili bir sorun olduğunu düşünüyorum. Zira bu sorun Muhsin Ertuğrul’da mikrofon kullanılmadan oynanan diğer oyunlarda da rastladığım bir sorun. Ancak bu kez mikrofonun azizliğine uğrayabilme olasılığı yüksek bir durumdan söz ediyoruz. Sühendam Hanım kişisinin anlattıklarına epeyce bir süre odaklanma sorunu yaşadıktan sonra, dramatiğin çok güçlü olmamasının getirdiği (kuklaların başarısına rağmen) nedenlerle giriş kısmında bir ivme düşüklüğü yaşanma sıkıntısı doğabileceğini gördüm. Zaten Osmanlı ve eğlence biçimi hakkında çok da kulak dolgunluğu ve bilgi birikimi olmayan seyirci, maalesef ki oyunun isminin anlamını ve oyunda geçen terminolojiyi bilmeden koltuğa oturmuş bulunuyor. Bu oyuna dikkat kesilme açısından bir sorunsal. Sühendan Hanım, kocasının onun için yazdığı notları okumaya başladığı andan itibaren, kocasının Osmanlı şenliklerine ilişkin kurguladığı o masalsı dünyayı sahneye davet ediyor ve grotesk kuklaların sahneye gelişiyle gerçekten çok da hoş bir düş dünyasına dönüşüyor sahne.

Oyun, eski kitap dükkanı Sühendam Hanım’ın kocasına dair özlemini onu anmaya ve yalnızlığını paylaştığı çiçeğine onu anlatmaya başlamasıyla bizi bir anda şaşırtmayı başarır. Sahaf motifi, İstanbul’da sahafların sayısının hızla tükendiği günümüzde bence çok güzel duygusu olan yerinde bir seçim.

Genel olarak oyuncuların kuklalarına zaman zaman yabancılaşıp bazen de onlarla bütünleşmeleri bilinçli bir durumsa çok başarılı. Oyundaki kukla tasarımları gerçekten çok iyi.  Kukla tiyatrosuna ilgiyi artırmak, ya da kukla tiyatrosu sevenler veya çocuklar için bence görülmesi gereken bir oyun. Bu tür işler ortaya koyuldukça birbirini aşacak nitelikte başka projelerin hayata geçme şansı da artmış oluyor.

Oyunda eski şenlik mizansenleri sırayla sahneye çıkmaya devam ederken, bir taraftan da bugünün İstanbul’undaki yaşamı anlatan ‘İstanbulbazlar’ bu sıradaki yerlerini alıyorlar. Günümüz İstanbul’undaki karmaşa, deprem korkusu, trafik sorunu, ulaşım, kalabalık, stres ve benzeri konular İstanbulbazlar tarafından dekorsuz ve en aza indirgenmiş diyaloglarla; yalnızca ışıklar, ses ve efekt eşliğinde çok hoş fotoğraflara dönüştürülüyor. Oyunda en çok alkış alan sahnelerde onların payı büyük.

Oyunda tiyatromuzun ustaları olan, tiyatromuzun gelenekselleşmesi ve değer haline gelmesi için ömürleri boyunca katkıda bulunan çok önemli meddahlarımıza ve karakterlerimize bir de saygı duruşu niteliğinde bir sahne var ki bence çok vefalı bir davranış. Umalım ki sadece bir vefa hareketi olarak kalmasın ve birkaç replikle seyircinin İsmail Dümbüllü gibi, Kel Hasan Efendi gibi isimleri tanımasına katkı sağlanabilsin.
Bu oyunu değerlendirirken bir tür ismi koymak çok doğru olmaz kanısındayım. Bu metni bir kukla tiyatrosu olarak gördüğümüzde belki biraz daha iyi tonlamalardan, vurgulardan ve diyaloglardan söz etmemiz gerekecekti. Surname fikrinden yola çıkılarak yazılmış bu metnin süresiyle ilgili de bazı sıkıntılar var. Bir zamandan sonra, şenliğin parçası olan gruplar sahneye girip temsillerini bitirip çıktıktan sonra, “e hadi diğer ekip de gelsin ve görelim” sabırsızlığı, oyunda bir süre sonra aynı kuklaların sahneye girip çıkmasıyla seyirci üzerinde bir sıkılma etkisi yaratıyor. Çünkü oyun görsel malzeme açısından zengin olmakla beraber bazı açılardan; - hikayenin devamını ve temposunu yüksek tutacak olan anlatım yöntemi ve sürprizler- daha çok beslenmeye ihtiyaç duyuyor.

Bence bu metin her yaştan insanın ilgisini çekebilecek unsurlara sahip. Her şeyden önce İstanbul’da yaşayan, İstanbul’u seven biriyseniz, bu şehrin bunca eziyetine rağmen bu kadar katlanılabilir bir yer olmasının ardındaki o köklü tarihi, dokuyu, kültürü bize anımsatabilecek bir done sunuyor. Eski İstanbul’un ya da bu kente ait olan kültürlerin önemini, cazibesini anlatmaya uğraşıyor. Bir sentez denemesi var oyunda ve iyi ki de var… Yıllardır yeni arayışların peşindeyken bile, kendi birikimlerimize öncelikle dönüp bakma gereği duymamızı anımsatan bir oyun. Genç oyun yazarlarına ilham olabilecek, çağrışımlar yaratabilecek denli de cesaretli. Bu anlamda bütün kadroya emeklerinden dolayı teşekkürler… Henüz görmediyseniz oyunu İstanbul Şehir Tiyatroları programından takip edebilirsiniz.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon