Svetlana Aleksiyeviç'ten İkinci El Zaman

Svetlana Aleksiyeviç’in kitapları, tarihi bir perspektifle sadece Rusya’nın değil, insan zihniyetinin değişimini belgeliyor. Yazar, “İkinci El Zaman”da, tarih ve geçmişin izini sürerek Rusların, Sovyet tarihi kalıntıları içindeki yaşayışını ve sosyalizmden kapitalizme doğru dönen sürecin sancılarını gözler önüne seriyor.

Yayınlanma: 11.10.2016 - 17:25
Abone Ol google-news

Rus mutfağından hikâyeler


Sovyetler Birliği’nin çöküşünün üzerinden yirmi beş yıl geçmişken Rusların dünyayı, dünyanın da Rusları keşfettiği o yeni süreçte karşılıklı hayranlık dönemi çok kısa sürdü ve beklenen “mutlu son” gerçekleşmedi. Batı'da, “Gorbi” dönemi hâlâ sevgiyle anılıyor. Oysa Rusya'da, başta Putin olmak üzere "Rus felaketi" ve hatta "jeopolitik felaket" olarak tanımlamaktan kimse çekinmiyor. Bu süreçte yetişen yeni nesil Rusların hayalleri, 1990'larda ebeveynlerinin barış hayallerinden çok uzak. Onlar, barış değil, rövanş peşinde. Eski ihtişamın özlemiyle yeni bir imparatorluk düşünün birleştiği tehlikeli bir gidişat… Kamuoyu yoklamaları, Rusların yüzde 70'inin Stalin'i zalim değil, büyük bir devlet adamı olarak gördüğünü yansıtıyor. Yeni bir Rusya, ancak hayal edilenden çok uzak ve bir yüz yıl daha tartışılabilecek totalitarizm konusu...

Svetlana Aleksiyeviç, bu konu üzerine çalışan en tanınmış isimlerden biri. 2015‘te Nobel Edebiyat Ödülü’nü almadan önce de uluslararası üne sahip olan yazar, kendi tabiriyle “seslerin romanlarını“ kaleme alıyor. Başlangıçta, yüzlerce kronolojik röportaj ve olay kaydından oluşan metinleri, sürekli bir estetik bilemeden geçip otuz yıllık bir zaman içerisinde, kitaplara dönüşerek onlarca dile çevrildi. Yepyeni bir edebiyat türü olarak değerlendirilen kitaplarında, bütün o özgün seslerin panoramasını sanatsal bir yoğunlaşmayla harmanlıyor.

 

İKİ COĞRAFYA ARASINDA

Birkaç yıl önce, yazar Nobel Ödülü'ne aday gösterildiğinde, hem Rusya hem Avrupa gazetelerindeki eleştirmenler, kitaplarını "dünya literatüründe görülmemiş, eşsiz bir proje" olarak değerlendirmişti: Aleksiyeviç, onlara göre Sovyet ve Sovyet sonrası tarihi ve "Homo Sovieticus"un seyrini takip etmek ve edebi bir dille belgeliyordu. Yazarın seçtiği tarz ve uslüp da aynı şekilde benzersizdi. Büyük bir dönemin, aynı anda hem makro hem mikro tarihiydi. Stalin döneminde Gulaglarda, savaşlarda, Çernobil’de ölen, öldürülen insanlar, sosyalist Atlantis’in yok oluşu ve sırlarıyla beraber, hem Rus Komünizmine hem de geleneksel sol hareketine verdiği zararın boyutu. Kitapları, Rus kimliği ve Rusya’nın ne olduğuna dair geniş ve düşündürücü bir perspektif sunarken Rusların neden hızlı modernleşmeye elverişsiz bir toplum olduğunu ve yaklaşık iki yüz yıllık kanlı geçmişine rağmen, neden hâlâ Avrupa'nın kapı eşiğinde batağa saplandığını irdeliyor. Bu, neden hem onlar hem de dünyanın geri kalanı için tehlikeli?

İkinci El Zaman, tarih ve geçmişin izini sürerek Rusların, Sovyet tarihi kalıntıları içinde yaşayışını ve sosyalizmden kapitalizme doğru tersine dönen sürecin sancılarını da gözler önüne seriyor. Ruslar, çok kısa bir süre önce kendini dünyanın merkezinde ve dünya geleceğinin mimarı bir toplum olarak görürken birden üçüncü dünya ülkesi ligine düşüvermişti. Aleksiyeviç, yaptığı röportajlardan birinde "Yazdıklarımın çağa ayak uydurması imkansız" diyor. "Gerçeklik bugün çok hızlı değişiyor ve kimsenin hayal dahi edemeyeceği, fantastik bir hal alıyor. Biz artık kendi geleceğimizi tahayyül edemediğimiz gibi neyin hayalini kuracağımızı da bilmiyoruz... Çehov'un kahramanlarının aksine, biz yüz yıl sonra hayat ve insanlığı çok daha güzel günler bekliyor diyemiyoruz çünkü o bunları yazdıktan yüz yıl sonra Çernobil kazası ve New York'taki İkiz Kuleler saldırısı yaşandı. Biz, dünyaya kendimizi açtık, böylece kendimizi gördük ve aynı eski soruya geri döndük: Avrupalı mıyız yoksa Asyalı mı? Avrupalı olmak istediğimiz kesin ama bu da mümkün görünmüyor. Neden? İşte benim kitaplarım bununla ilgili."

Kitabın ilk bölümünde, her şeyin nasıl başladığına tanık oluyoruz. Gorbaçov'un insanî yüzünde hayat bulan, kapitalizm hayalleri. Rusların rüyalarında, kapitalizm bir tür komünizm gibiydi. Dünya, SSCB'de herkesin değişimi istediğini hayal ediyordu. Ama işler hiç de öyle değildi… 1991’in bir kış sabahında, Sovyetler Birliği halkının çoğunluğu, garip bir ülkede, yepyeni bir gerçeklikle uyandı. Hiçbiri bu yeni ülkede nasıl yaşayacağını bilmiyordu. Birçoğu ise yeni gerçeklikte yaşamak dahi istemiyordu. Devrim üstten gelmişti. Halkın çoğunluğu özgürlüğü zaten hayal bile etmiyor çünkü ne olduğunu bilmiyordu. Tek istedikleri, Batı'daki gibi iyi bir hayat yaşamaktı ve Batı, onlar için büyük bir süpermarketten ibaretti. Özgürlük, kısa sürede eğlenceli olmaktan çıktı, onun yabancı ve üzerinde çalışılması gereken, zorlu bir süreç olduğunu idrak etmeye başladılar. Suç oranları hızla arttı. Oligarklar ülkeyi soyup soğana çevirmeye başlamıştı. Birileri uçak ve ada satın alabiliyorken geri kalanlar bir somun ekmeğe ulaşamayacak durumdaydı.

 

RUSYA’NIN YENİ ORTAÇAĞ’I

Yine ilk bölümde, Sovyet imparatorluk yıkıntılarının gölgesinde yer alan, on ayrı intihar hikâyesi var. 1990'larda, Rusya yüz binlerce vakayla intihar oranlarında ilk sırada yer alıyordu. Bunların çoğu sıradan insanlardı ve konu, hikâyelerin kendisinden çok tek bir ortak noktada birleşiyor: Yeni yaşama ayak uyduramayan, komünizm idealiyle büyümüş, hatta onun mahkûmları olmuş, kendi hayatlarını bu ideale adamış olmada… Aleksiyeviç, yıkılan hayatları, sosyalizmi, güneşli günleri, eşitliği ve adalet hayallerini, rüyanın yıkılışını incelikle aktarıyor.

Bu on hikâye, Rus mutfağından farklı ses ve portrelerle örülmüş. Neden Rus mutfağı? Çünkü Ruslar için mutfak, gerçeğin doğduğu yerdir. Rusya’nın neresine giderseniz gidin, iş, siyaset, din, Çeçenistan’daki savaş, gündelik hayat, yahut ebediyete dair, konu ne olursa olsun, ciddi olarak tartışmak istedikleri her konu için sizi mutfağa götüreceklerdir.

Kitabın ikinci bölümünde, Rusya'nın zamanla nasıl değiştiğini, bugün orada ne olup bittiğini, ülke ve halkının kafasında neler olduğunu görüyoruz. Herkes, neden Rusya’nın istenen, hayal edilen yerde olmadığını konuşuyor. Herkes kendini yalnız ve aldatılmış hissediyor. Rusya, neden kendi kendinden, düşüşünden ve bütün dünyadan nefret eder hale gelmişti? Ortada çok az kazanan vardı. Çoğunluk ise kendi yolunu kaybedip sadırganlaşmıştı. Sosyalist ütopyanın yerini para almıştı. Eski değerler sistemi tamamen çökerken yerini alabilecek yenisi inşa edilememişti. Ortaçağ'da olduğu gibi tek umut yine din olmuştu. Zamanında insanlar Soljenitsin okuyanlar ve okumayanlar olarak ikiye ayrılırken şimdi ayrım neyi satın alabildiğnize göre yapılıyordu. Yazar, bir tarihçi titizliğiyle eski ve yeniyi karşılaştırıyor.

Ardından, yine Rus mutfağında geçen, en son on yıla ait konuşmaların olduğu, bir on intihar hikâyesi daha yer alıyor. Dünün intiharlarından çok farklı nedenleri olan öyküler bunlar. Eski imparatorluğun periferinde yaşanan, milliyetçilik sosuna bulandırılmış, gerçek hayattan Romeo ve Jülyet hikâyeleri... Ermeniler Azerileri öldürüyor, onlar da benzer şekilde karşılık veriyor. Bu nedenle bir Ermeni çocuk bir Azeri kızla evlenemiyor. Bir başka hikâyede ise Çeçenistan'a gönderilen bir kadın polis memuru var. Üç ay sonra intihar ediyor. Ardında bıraktığı notta "Ben birini öldürmenin bu kadar kolay olduğunu bilmiyordum. Bunu kaldırabileceğimi sanmıyorum" yazıyor. Hiç düşünmeden, arkasında beş yaşındaki kızını ve yaşlı annesini bırakıyor. “Korku, giderek hayatımızın daha büyük bir kısmını kaplıyor ve hızla korku medeniyetine dönüşüyoruz...” diye ekliyor yazar.

 

İkinci El Zaman/ Svetlana Aleksiyeviç/ Çeviren: Sabri Gürses/ Kafka Kitap/ 524 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon