Tasarımcı Beril Tokcan serebral palsili oğlunu anlattı: Pes etmezseniz başarırsınız

Tasarımcı Beril Tokcan, serebral palsili oğlu Emre için yaşamını yeniden kurdu. Doktorlar, Emre bir yaşındayken “yürüyemez” diyordu, o şimdi yedi yaşında, judo bile yapıyor.

Yayınlanma: 14.06.2021 - 13:54
Abone Ol google-news

Tasarımcı Beril Tokcan’ın yaşamı bundan on yıl önce ikizleri Emre ve Deniz’in erken doğumuyla değişti, daha doğrusu doğumdan yaklaşık bir yıl sonra Emre’ye serebral palsi tanısı konulduktan sonra… Tokcan, Emre’nin gelişimine destek olmak için çareler ararken, Anat Baniel Metodu NöroHareket’iyle tanıştı. Kanada’ya ve Amerika’ya pek çok yolculuk yaptılar. Bu metot, beynin öğrenme potansiyelini artırmayı amaçlayan bir farkındalık çalışmasıydı. Amaç yeni nöral bağlantılar kurarak yavaş hareketlerle yetkinlikleri geliştirmekti. Emre’deki iyileşmeyi görünce Tokcan bu alanda uzmanlaşmaya karar verdi. İstanbul’da kurduğu merkezde, farklı gelişim gösteren çocuklarla ve yetişkinlerle çalışıyor. Emre’nin yolculuğunu anlattığı kitabı, “Ben Artık Özgürüm” Doğan Novus’tan çıktı. Tokcan, “Farklı gelişim gösteren çocukların gelişimine katkı sağlayan bir çok etken var. Bunların ilki anne ve babanın çocuğun gelişimine ve sürece olan inançları” diyor.

Geriye dönüp baktığınızda en büyük pişmanlığınız nedir?

Emre’nin teşhisinin onüç aylıkken konmasına rağmen iç sesim bir şeylerin yolunda gitmediğini çok daha önceden bana söylemeye başlamıştı. Bu iç sesi dinleyip Emre'yi nöroloğa daha küçükken götürmediğim, teşhisi daha önce konmadığı için, terapilere daha erken başlayamadığımız için, Anat Baniel Metodu’nu daha önce keşfetmediğim, eğitimini daha önce almadığım için başlarda pişmanlık duyuyordum.

Ancak zamanla bu pişmanlıklarımı, kendimi suçlayan yanımı sarıp sarmaladım. Süreç bana çok şey öğretti. Şimdi geriye dönüp baktığım noktada herhangi bir pişmanlığım yok. Çok şükür ki her şey olması gerektiği gibi, olması gereken zamanda ve hayrımıza olacak şekilde gelişti diye düşünüyorum.

"Mucizevi bir ilaç bulamadım, zaten serebral palsi 'geçebilen' bir durum da değil. Anne karnında, doğum sırasında ya da sonrasında yaşanan, oksijensiz kalma veya kanamaya bağlı gelişen bir durum. İlaç alıp geçecek bir hastalık değil. Ama bana göre mucizevi bir yöntem buldum. İşte bu mucizevi yöntem ve yolculuğumuzun hikâyesi... "

Kitabınızda her şeyi anlatıyorsunuz ama ben yine de sormak istedim, anne ve babalara şunları yapın bunları yapmayın listesi hazırlasanız nasıl bir sıralama yapardınız?

  • Oksijen maskesini önce kendinize takın. Kendi içsel kaynaklarınızı geliştirip iyilik halinde olursanız çocuğunuza da daha sağlıklı destek olabilirsiniz.
  • Çocuğunuzu ‘düzeltmek’ yerine onunla kurduğunuz bağı geliştirmeye çalışın.
  • Yapamadıkları yerine yapabildiklerinden yola çıkarak etkileşime geçerseniz kendisini eksik, yetersiz veya başarısız hissetmez.
  • Çok okuyun, çok araştırın.
  • İçgüdülerinize ve sezginize güvenin. Kendi çocuğunuzun ihtiyaçlarını en iyi siz bilebilirsiniz.
  • Çocuğunuzun gelişim takvimine ve sürece saygı gösterin.
  • Eğer farklı gelişim gösteren çocuğunuzun kardeşi varsa mutlaka birebir zaman geçirin.
  • Çocuğunuzun gelişimini not aldığınız bir günlük tutun.
  • Ne geçmişi, ne geleceği kontrol edebilirsiniz. Bugüne odaklanmayı seçin.

Doktorların hareket edemez dediği bir çocuktan judo yapan bir çocuğa uzun soluklu bir mücadele Emre'ninki. Şimdi nasıl Emre? Yakın zamandaki planları neler? Hobileri neler mesela…

Emre’nin teşhisini koyan nörolog yürüyemeyeceğini, konuşamayacağını söylemişti. Spora olan merakı nedeniyle Emre üç buçuk yaşından beri judo yapıyor, aynı zamanda okulunun satranç takımında. Bizim önceliğimiz, Emre’nin fiziksel gelişiminden öte kendi bedeniyle barışık, mutlu ve huzurlu bir birey olarak yetişmesi oldu. Emre şimdi 10 yaşında ilkokul 4. sınıf öğrencisi, motivasyonu yüksek, mutlu, özgüvenli bir çocuk.

Anladığım sizin özel çabanız olmasa Emre bu kadar ilerleyemeyecekti. Ülkedeki doktorların tavrına şaşırdım. Pek çok serebral palsili çocuk aslında daha iyi bir noktada olabilir değil mi bu durumda?

Doktorlar aldıkları eğitim, senelerin getirdiği deneyim ve birikimle kendi doğrularını bizlere aktarıyorlar. Ancak nöroplastisite gerçeğini yadsıyamayız. Beyin, doğru koşullar altında yeni bağlantı yolları kurarak kendini yenileyebilir, geliştirebilir. Doktorların tavırlarını genelleyemeyiz. Ancak bizim yolculuğumuzda Emre’nin teşhisini koyan nörolog onun hayatta yapamayacakları ile ilgili çok net bir tablo çizmiş, nöroplastisitenin gücünden hiç bahsetmemişti.

Farklı gelişim gösteren çocukların gelişimine katkı sağlayan bir çok etken var. Bunların ilki anne ve babanın çocuğun gelişimine ve sürece olan inançları. Biz, nöroloğun çizdiği tabloyu kabul etmek, Emre’nin yürüyemeyeceğine, konuşamayacağına inanmak yerine onun potansiyelini geliştirmeye odaklanmayı seçtik. Hangi noktaya kadar geliştirebileceğini bilemesek de beynin kendini yenileyebilme, geliştirebilme gücüne güvendik. Çocuğun ilerleyebilmesi, gelişebilmesi için ihtiyacı olan itici güç anne babanın inancında. Ve pek çok anne baba bu inançla çocuklarını hep bir adım ileriye taşıyorlar.

"O zamanlar nöroplastisite terimini duymamıştım, beynin kendi kendini yenileyebilen, yapılandırabilen, şekillendirebilen bir gücü ve becerisi olduğunu bilmiyordum. Ama annelik içgüdüm bana yapabileceğimiz şeylerin olduğunu, bir yolunu bulacağımı ve doktorun çizdiği bu karanlık tabloyu bir şekilde değiştireceğimizi söylüyordu."

Kitaptan:

“ABMNH’in lokomotifimiz olduğu bu yolculukta biz her değişimi bir mucize gibi yaşamayı öğrendik. Ancak bu süreç içerisinde, her ebeveyn gibi, biz de zaman zaman “Evet, Emre gelişim kaydediyor, ancak yaptıklarımız yeterli mi? Doğru yolda mıyız? Başka bir şeyler de denemeli miyiz? Başka neler yapabiliriz?” diye sorguladık ve ek yollar araştırdık...

Bir yandan yeni ve farklı metotları denemek istiyordum, bir yandan da Emre’yi çok zorlamak istemiyor, terapiden terapiye koşturmak istemiyordum... O her şeyden önce bir çocuktu ve oyun zamanına da ihtiyacı vardı... Zamana karşı yarışmadan, onun gelişim takvimine saygı göstererek gelişmesini izlerken zaman zaman kısa sürelerle denediğimiz bu farklı yollar içinde Feldenkrais, Jeremy Krauss Yaklaşımı, Osteopati, Kraniosakral, Matrix Frekans Terapisi, NeuroSuit, Cueves Medek Terapisi, Tomatis Metodu, Yumeiho Masajı ve Refleksoloji vardı. Ancak yeni ve farklı bir yönteme başlamadan önce hep iki noktada hassas davrandım; birincisi, yaptığımız her ne ise Emre’ye uygulamadan önce kendi bedenimde hissetmek ve önce ben denemek istiyordum. İkincisi de uyguladığımız yöntemin ABMNH’in Dokuz Temel Esas’ına uygun olmasını önemsiyordum. Çünkü her ne yapılıyor ise hep ‘Bundan ne öğreniyor, ne deneyimliyor?’ diye düşünüyordum.

Uygulanan ‘yöntemler’ dışında hareket etmesi beyin gelişimi açısından önemli olduğu için, judo ve yoga yaptı, ata bindi, yüzdü, pilates dersleri aldı, spor ve fonksiyonel spor hocalarıyla çalıştı. Hareket dışında da beyin sağlığı ve gelişimini desteklemek sağlıklı ve doğal beslenmesini her zaman çok önemsedim. Üç yaşına kadar neredeyse hiç şeker yemedi. Hep iyi yağlarla beslemeye çalıştım. İkinci beyin olan bağırsağının florasını dengede tutmak için doktorların önerisiyle belirli süreler glutensiz ve laktozsuz beslenmeyi denedik. Homeopati doktorları ve fonksiyonel tıp doktorlarıyla çalıştık. Teknolojiyle ilişkisini hep sınırlı tuttum. Önüne iPad’i koyduğum takdirde hareketliliğini ciddi anlamda kısıtlayacağını düşündüğüm için belli bir yaştan sonra ve sadece haftasonları belirli miktarda oyun oynamaları konusunda anlaşmalar yaptık...”

ABMNH’nin temel esasları

1- Dikkat ile Yapılan Hareket

2- Yavaşlık

3- Çeşitlendirme

4- Daha Az Güç Kullanma

5- Coşku

6- Esnek Hedefler

7- Öğrenme Şalteri

8- Hayal Gücü ve Düşler

9- Farkındalık


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler