Tevfik Kızgınkaya'dan "Aklın Yolu Cumhuriyet"
Tevfik Kızgınkaya, Korkut Boratav’ın “Bugünkü karanlığa nasıl geldik, yeniden aydınlığa nasıl çıkarız?” sözü ile tanımladığı incelemesi “Aklın Yolu Cumhuriyet”te, Kurtuluş ve Kuruluş aşamalarından başlayarak Cumhuriyet Devrimini ve yakın tarihimizi günümüze kadar aşamalarıyla inceliyor. Tevfik Kızgınkaya ile “Aklın Yolu Cumhuriyet”i konuştuk.
gamze.akdemir@cumhuriyet.com.tr
- Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri ve siyasi temelde planladığı ve uyguladığı Ulusal Bağımsızlık Savaşımızı ve Cumhuriyet tarihimizi hangi pencerelerden irdeliyorsunuz?
- Tarihimize üç ayrı pencereden bakmaya çalıştım: İktisat-ekonomi, siyaset ve toplumsal davranışlar. Bu üç alandaki gelişmeler tarihte dönemleri oluşturmuştur ve dönemler birbirini tetiklemiştir. 2. Dünya Savaşı sonrası yaşanan Soğuk Savaş dönemi gibi...
Dönemleri belirleyen temel etken iktisat yani ekonomidir. Ekonominin yönetim şekli, ideolojileri ortaya koyar. İdeolojiler siyasi yönetimleri-siyaseti belirler, siyaset de toplumun yaşamını şekillendirir. Tersten okursak; toplumsal tepkiler siyaseti, siyaset de toplumun beklentilerine ve isteklerine göre ideolojisini ve ekonominin yönetimini şekillendirir.
Bu döngüde güçler; sermaye ve emektir. Siyasi kimlikleri de sağ-sol, kapitalizm ve sosyalizmdir.
Ekonomide ve uluslararası siyasette yaşanan gelişmeleri, ülkemize olan yansımalarını, halkın yaşamına olan etkilerini ve halkın tepkilerini görmeden bugüne nasıl geldiğimizi, sorunların neden ve nereden kaynaklandığını anlayamayız ve sorunlarımızı da çözemeyiz.
Bugün yaşadığımız siyasi, ekonomik ve toplumsal vb sorunlar aslında bir sonuçtur. Amacım, bugünkü sorunların kaynağına ulaşarak çözüm yollarını görebilmekti.
CEHALET VE SEFALET
- Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün geldiği durumu; hangi alanlardaki değişim, dönüşüm ve çözülme yarattı?
- Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde, “Tam Bağımsızlık” ve “Ulusal Egemenlik” vardır.
Tam Bağımsızlık, siyasi ve ekonomik bağımsızlıktır. Ulusal Egemenlik ise insanın yurttaşlık bilinci ve niteliğini kazanması ve bir Ulus toplum olarak ülke yönetiminde söz karar sahibi olması ile sağlanabilir.
İzmir’in işgalden kurtarılmasının ardından, zaferi kazandık diye kutlamaya gelenlere Mustafa Kemal’in verdiği yanıt sorunuzun da yanıtıdır; “Asıl savaşımız şimdi iki cephede başlıyor: 1- Cehalete karşı, 2- Sefalete karşı.”
Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün iki temel sorunu vardır: 1- Cehalet, 2- Sefalet. Cumhuriyet Devrimi bu iki temel sorun karşısında, Türkiye’ye özgü “toplu eğitim” ve “toplu kalkınma” politikalarını uyguladı. Planlı sanayileşme ve karma ekonomi politikası ile de kalkınmayı hedefledi.
Ne yazık ki, Cumhuriyet Devrimi yine bu iki alanda kırılmış ve Devrim süreci durdurulmuştur. Kırılmanın temelinde, Cumhuriyetin ekonomisi ve eğitimi ile köye girmesinin engellenmesi vardır. Topraksız köylüye toprak dağıtımının engellenmesi ve Köy Enstitülerinin kapatılması bu sürecin başlangıcıdır. Bilime dayalı laik eğitimden uzaklaşmak da ikinci adımdır.
Sonuçta bugün, ortalama ilkokul 7. sınıf seviyesindeki eğitim yapımızla, 3,5 milyona yakın “okumaz yazmazımız”la aklı ile değil duyguları ile yaşayan bir toplum olduk. Kapitalizmin raporlarla başlayan, yardımlarla süren yönlendirmesi ile Cumhuriyetin tüm birikimi olan fabrikalarımızı, tesislerimizi sattık, sanayi üretiminden koptuk ve bugün işsizliğin ve yoksulluğun sefaleti içinde yardımlarla yaşayan bir tüketim toplumu olduk.
“BU YOLUN SONU YA TEOKRASİ YA FAŞİZM!”
- Değişen Hükümet Sistemi ile Cumhuriyetin Yönetim şekli ve niteliği yok mu edildi?
- Cumhuriyet Aydınlanma Devrimidir, temelinde akıl ve bilim vardır. Akıl ve bilim yok olmadan Cumhuriyet yok olamaz. Sadece, bugün yaşadığımız gibi durdurulabilir.
1945’den bu yana sürdürülen bu siyaset anlayışının ve özellikle de 1980 sonrası neo-liberalizmin yönlendirdiği siyaset şekli ile Cumhuriyet Devrimimiz durdurulmuştur. 64 yıldır eğitim ve ekonomi alanında sistemli bir şekilde uygulanan politikalar sonunda toplumumuzun ulus ve sınıf bilinci zayıflatıldı ve bugünlere geldik.
İşte bu noktada “en büyük tehlike” diye vurguladığım kültürel kimliklerin yani inanç ve etnik kimliklerin siyasi kimlik şekline dönüşmeye başlamasıdır. Sormayan, sorgulamayan ve yaşamsal haklarına sahip çıkmayan, duygularıyla yönlendirilen bir toplum yaratıldı.
İnsanlarımız işçi, memur, esnaf, çiftçi, emekli gibi demokraside olması gereken sınıf kimliğini terk ediyor ve kendisini inancına, yöresine veya etnik kökenine göre tanımlıyor. Bu yolun sonu demokrasiye değil, ya teokrasiye ya da faşizme çıkar.
- Türkiye’nin çok partili sisteme ve ekonomide de devletçilikten liberalleşmeye geçtiği ve sizin ‘Kırılış’ olarak adlandırdığınız 1940’lı yıllar... Bu değişimin ve Batı’ya yönelişin nedenleri nelerdir?
- Batıya yönelişin iki nedeni var; Güvenlik ve ekonomik yardım. 2. Dünya Savaşı sonrası dünyaya egemen olma isteği ABD ile SSCB’nin, kapitalizmle sosyalizmin karşı karşıya gelmesine neden oldu. ABD’nin dünyaya yaydığı “komünizm korkusu” ve Sovyetlerin Doğu Anadolu’ya olan ilgisinin getirdiği endişe Cumhuriyeti yönetenlerin ülkemizin güvenliği için Batı’nın desteğine ihtiyaç duymasına ve Batı’ya yönelmesine neden olmuştur. Savaş sonrası ABD’nin Avrupa’ya verdiği Marshall yardımından da yararlanmak isteyen Türkiye yönünü batıya çevirmiş ve yardım alabilmek için çok partili sisteme geçileceğini bildirmiştir. Büyük toprak ağaları ve çiftçilerin (liberallerin) oluşturduğu muhalefet de, siyasi bir güç olabilmek için çok partili sisteme geçilmesini istiyorlardı. İsmet İnönü de geçişten yanaydı ve geçildi. Alınan yardımların koşulları, içerde liberallerin muhalefeti ve baskısı ile de devletçilik terk edildi.
CUMHURİYET DEVRİMİNDEN KOPANLAR
- Sizce sorumlular kimler?
- En başta, Kurtuluşa ve Kuruluşa önder olan ancak zorluk karşısında ülkesine, ulusuna ve kendilerine güvenmek yerine Batı’dan yardım isteyen ve alan 1940’ların yönetici kadrolarıdır.
İkincisi, kendi kişisel çıkarları için halkımızın eğitimsiz ve yoksul kalmasına neden olan ve dini siyasete bulaştıran 1940’ların toprak ağaları, büyük çiftçiler ve sermaye sahibi liberallerdir.
Üçüncüsü, 1960 sonrası yükselen demokrasi ortamını ve halkın sınıf bilincini kazanmasını engellemek için orduyu kullanan (1971 ve 1980) büyük sermaye sahipleridir. Dördüncüsü ise, 1980 sonrasında Devrimci kimliğini unutarak Cumhuriyet Devriminden kopan ve neo-liberalizmin getirdiği kültürel kimlikler temelinde siyaset yapmayı benimseyen, kendisini sol, sosyalist, aydın, ilerici olarak tanımlayarak siyasete soldan bakanlardır.
Sınıf bilincinden uzaklaşarak bu temelde yapılanan sendikal hareketler, neo-liberalizmin kendilerine biçtiği kimlik siyaseti rolünü üstelenen “sol” siyasi partiler ve bu partilerde toplumcu mücadeleyi ideoloji temelinde değil de kişisel çıkarları ve kazanımları temelinde yapan ve bir arada duramayan “sol” siyasetçilerdir.
- 1940’lardan bu yana uygulanan politikalardan zarar gören ve yoksullaşan halk neden aynı partilere destek veriyor?
- Sağ siyaset yani kapitalizm, özellikle de günümüzde AKP, gündem yaratmada ve algı yönetiminde başarılıdır. Önce, eğitimsiz ve ekonomik açıdan güçsüz bir duygu toplumu yaratıldı. Sonra bu toplumun yükselen inanç ve milliyetçilik duyguları üzerine siyaset yapıldı.
Yaratılan algı; Sağcılar Müslüman, milliyetçi, vatansever, namusludur. Solcular ise komünist, vatan haini, dinsiz, imansızdır. Bu algıyla halkı siyaseten sömürerek ‘oy’larını aldılar, uyguladıkları politikalarla da emeklerini sömürdüler.
Halkımızın, bugün yaşadığı ekonomik sorunlara, işsizliğe, yoksulluğa bakmadan hala AKP’nin daha doğrusu Recep Tayyip Erdoğan’ın peşinden gitmesinin bir nedeni de bu algı yönetimidir. Sürekli “mağdur ve mağrur” rolü oynayan AKP’nin kullandığı araç da, dindir.
Bu siyasetin karşısında aynı zeminde, aynı yöntem ve söylemlerle siyaset yapmakla halkta güven algısı yaratılamaz, iktidar da olunamaz.
“VATAN SEVGİSİNİN YERİNİ LİDER SEVGİSİ ALDI”
- Size göre yurdu sevmekten günümüzde kast edilen, anlaşılan ne?
- Yurt sevgisinin yerini lider sevgisi aldı desem yanlış olmaz. Ulus bilincini yitiren ve bireyselleşen toplum yapısında yurt, ülke, devlet gibi kavramlar değerini yitiriyor. Ülkenin ve Ulus’un ortak çıkarlardan ve hedeflerinden uzaklaşılıyor. Ne kadar zarar verirse versin yine o liderlerin peşinden gidiliyor.
- Marshall Yardımı ve Thornburg Raporu’ndan bu yana ABD’ye göre Türkiye Cumhuriyeti nedir?
- Bugün ABD’nin gözünde Türkiye önemli bir askeri üs bölgesi, Ortadoğu’da ve uluslararası alanda ABD’nin çıkarları doğrultusunda hareket eden sadık bir müttefik, doğal kaynakları kullanılabilen ve 80 milyonu aşan nüfusuyla iyi bir pazar olan, ekonomik açıdanbağımlı bir ülke.
- 1980 sonrası ortaya çıkan Küreselleşmenin ülkemize yansıması nasıl oldu?
- Küreselleşme bir vitrin, sahibi de kapitalizm. İsteği; Ulus toplum ve ulus devlet olmayacak. Devlet ekonomiden, eğitimden, sağlıktan kısacası üretimden ve kamu hizmetinden uzaklaşacak ve yerini özel sektöre, sermayeye daha doğrusu kendisinin olan uluslararası sermayeye teslim edecek. Bu da yetmez; sınırlar ve gümrükler uluslararası sermaye için açılacak, ülke yolgeçen hanına dönecek. Ekonomi, serbest piyasa ekonomisi adı altında devletin değil, sermayenin kurallarına göre işleyecek. Bu düzende kapitalizm silah olarak, parayı (döviz) kullanıyor. Türkiye Cumhuriyetini 1940’lardan bu yana yardımlarla borçlandırdı. Sanayiyi yok etti, üretimi engelledi. Tek gelir kaynağı kaldı; Halktan toplanan vergiler. Alınan borçların geri ödemesi gelince o da yetmedi. Borcu borçla ödemek de çare olmadı ve son çare olarak bugün olduğu gibi varlıklarımız, topraklarımız satılmaya başlandı.
KURTULUŞUN ANAHTARI KADINLARDADIR
- Cumhuriyet’in Kadınları tanımlamanızla Kurtuluş ve Kuruluş mücadelesinde canıyla, kanıyla, emeğiyle var olan kadınlarımıza da yer veriyorsunuz. Anlatır mısınız?
- Kurtuluş mücadelemizin her alanında yer alan binlerce isimsiz kahraman kadınımızın varlığı ve mücadelesi göz ardı edilmektedir. Kadınlarımız, kazanılan özgürlüğün ve bağımsızlığın gerçek sahipleridir. Cumhuriyet Devrimini sahiplenerek eğitime, çalışma yaşamına ve toplumsal yaşama katılmışlarıdır. Cumhuriyetin Kadınları ve mücadeleleri bilinmeli ki, toplumumuzda var olan “Kadınlar hiç mücadele etmeden haklara sahip oldular” algısı kırılsın. Bugün iyice görüldüğü gibi kadınları toplumdan dışlamak, toplum yaşamından uzaklaştırmak ve eve hapsetmek politikası yürütülmektedir. Kadınların, kendilerini insan ve yurttaş olarak gören Cumhuriyet Devrimine dün olduğu gibi bugün de sahip çıkmaları gerekmektedir.
Çünkü kadın toplum yaşamında var olursa, toplumu karanlığa taşıyamazsınız.
- Liberalizmin aydınlarımızın katledilmesinde etkisini nasıl yorumluyorsunuz?
- Liberalizm hep açtır ve hep çok kazanmak ister. Kendisi dışındaki her toplumu ve ülkeyi bir müşteri ve pazar olarak görür. Temel politikası; ‘Böl, parçala, yönet’tir. Bu döngüyü kırmak ve halkı bu düzene karşı uyandırmak isteyen aydınlar ve toplum önderleri ne yazık ki tarih boyunca yok edilmişlerdir. Onları unutmamak, unutturmamak ve mücadelelerini yürütmek hepimiz için bir insanlık ve yurttaşlık görevi ve sorumluluğudur.
“ATATÜRK’ÜN UYARISI BUGÜN İÇİN DE GEÇERLİ”
- Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün geldiği yol ayrımından çıkabilmesi için öngörü ve önerilerinizi sorarak bitirelim söyleşimizi?
- Bu karanlık yoldan çıkışın ilk koşulu, Bilsay Kuruç’un saptamasıyla, Sol’un kendi arasındaki duvarları yıkmasıdır. İkinci koşul; kendisini demokrat, cumhuriyetçi, aydın, Atatürkçü, Kemalist, sosyal demokrat, demokratik solcu, sosyalist vb olarak tanımlayan, yaşama toplumcu pencereden, siyasete soldan bakan herkesin Halkçı, Devrimci niteliği ile Demokratik Laik Cumhuriyet ortak paydasında buluşmasıdır.
Cumhuriyet bir ‘Devrim’dir. Bu Devrimi sürdürecek olan da bu ülkenin aydın insanları, yurttaşlarıdır. Bizleriz. Yeter ki, kendi Devrimimize sahip çıkalım.
Cumhuriyet Devrimimizin önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün 93 yıl önce yaptığı uyarı ve çağrı bugün için de geçerlidir:
“Biz, büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumu yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir. Ulusun ve devrimin içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün ulusalcı ve cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gerekir.”
Aklın Yolu Cumhuriyet / Tevfik Kızgınkaya / Telgrafhane Yayınları / 590 s.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Edirne'de korkunç kaza