Traktör yüzünden...

Yaşar Kemal'in 18 Şubat 1960 tarihinde Cumhuriyet'te çıkan 'Neden Geliyorlar' röportajını yeniden yayımlıyoruz.

Traktör yüzünden...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 10.03.2015 - 21:18

Başka yerler, Zeytinburunlar, o tepeler, Yandımtepeler, Çeliktepeler, Kartal, Yakacık sırtları dururken neden Eyüp sırtlarını, hiç bilmediğim bir yeri seçtim?

Köyden ayrılışların türlü sebepleri var: Nüfus artıyor, tarla bütün aileye yetmiyor, ver elini gurbet. O yıl kurak gidiyor, aç kalıyor, ver elini gurbet. Üstüste üç yıl kurak gitti mi, o köyde artık durulmaz oluyor.

Bir tanesi de traktör yüzünden. Hani bir zamanlar köylere traktör girdi de, ağalar traktörü ele geçirince ortakçılarını topraklarından attılardı. İşte traktör yüzünden topraktan ayrılmış bir aileye gidiyorum. Adresini aldım ama, bulmak zor. Şu gecekonduların imi timi bellisiz. Nerede başlayıp nerede bittiği belli değil ki mübareklerin. Dağlara, sırtlara nokta nokta dağılmışlar. Her önüme gelene Mustafa Kulaksızın evini soruyorum.

-“Mustafa Kulaksız. Buralarda oturmuş. Diyarbakır köylüklerinden...”

-“Mustafa Kulaksız mı? Ne gördük, ne de biliriz. Zaten bu semtte hiç Diyarbakırlı yok. Onlar başka yerde.”

-“Nerede?”

-“Başka yerde.”

Kaldık mı ortada.

-“Mustafa Kulaksızı bilen var mı ağam, görmüşlüğün var mı?”

-“Duymadık. Görmedik ki... Sen onun hemşerisi misin?”

-“Yok.”

-“Öyleyse ne ararsın? İş mi vereceksin?”

-“Yok.”

-“Bilmem.”

Gide gide Eyübün arkasındaki gecekondulara düştüm. Minareler, Haliç, mezarlıklar dünyası çok gerilerde kaldı. Teneke evler dünyası başladı. Başını dizlerine koymuştu. Ayak sesimi duyunca başını kaldırdı.

 

Sıcak süt kokusu...

Kapıda bir kadın oturuyordu. Evden yanık bir yün kokusu geliyordu. Sonra da sıcak süt kokusu geldi burnumuza. Doğu Anadoluda hep böyledir. Yanık yün kokusu, kaynamış süt kokusu, acı gübre kokusu bayıltır insanı.

- “Mustafa Kulaksızın evi?” dedim.

“Aha işte orada” dedi. “Sen onu ne yapacaksın?”

-“Görmiye geldim.”

- “Hemşerisi misin?”

- “Yok.”

-“İş mi vereceksin ona?”

- “Yok.”

Yüzüme bir acaip baktı.

Yeniden:

- “Halo Mıstoyu mu ararsın?” diye sordu.

- “Onu ararım.”

- “Aha orada işte evi.”

- “Orası mı?”

- “Orası..”

- “Mustafa Kulaksızın evi burası mı Bacı!” Ayağa kalktı, ellerini önüne kovuşturdu. - “Burası,” dedi saygılıca. Hemen içeri koştu, bir kırık sandalye getirdi.

-“Buyur babam. Hoş gelmişsin. Ne var, ne yok? Çoluğun çocuğun nasıl? Hoş geldin. Sen Mıstonun hemşerisi misin? Mısto şimdi neredeyse gelir. Suna aşağı ot toplamağa gitti. Yakmak için.. Başka yakacak yok. Aaaah memleket. Aaaah babam... Sen Mısto Ağanın hemşerisi misin? Memleketten mi gelirsin... ”

- “Az da olsa hemşeri sayılırım” dedim. “Yakında sizin oralara gitmedim ama daha Hıdırellez gelmedi. Daha sarı çiçek sarvan kurup oturmadı hacı. Daha mor koyunlar meleşmiyor. Ben dedim, gurbetçilerin derdini destan ederim.”

- “Sen” dedi, “Âşıksın. Hani sazın nerede?”

- Ona benzerim ya, bizde saz olmaz. Kalemle yazarız.”

Durdu, uzun zaman düşündü.

“Yaz babam,” dedi, “yaz kurban olayım babam. Büyük deftere yaz ki, benim derdim tükenemez. İyi yaz.”

Zare ağlamaklı. Uzun parmaklı ellerinde, incecik, güzelim bileklerinde çok eski bir kınanın izi duruyor.

-“Kimbilir Zareyi, Zare it mi köpek mi, kimbilir? Evin yıkılsın sebep, gözün kör olsun sebep..

 

Ah Halo Mısto gelse...

Zare boşanacak. Ben ne yapayım şimdi. Zarevi başka yöne çekmek gerek. Ah Halo Mısto gelse. Aaah bir gelse.

- “Nerede kaldı şu Mısto Ağa.”

- “Aman gitme babam, şimdi gelir Mısto. Mısto misafiri çok sever. Çok oldu, çok oldu bize misafir gelmeyeli. Mısto misafire susamıştır. Mısto gelinceye kadar bir yere gitme babam. Söylersem, misafiri neden geri gönderdin diye bizi öldürür. Sana bir çay yapar babam. Memleket çayı gibi kınalı. Kurban babam. Hoş gelmişsen. Kara gözlerinde memleketim var. Sen bana memleketi getirdin kurban. Zare sana kurban olsun babam.”

Dayanamadım, soracağım suali, Mıstoya sakladığım, suali ona sordum.

- “Sebep görün kör olsun, evin yıkılsın sebep,” diye başladı. Başladı ki durmuyor. “Kardaş o yıl, hani o traktor mu neydi, bir belâ geldi, işte o yıl. Ağa iki tane aldı. Biri mavi, biri kırmızı. Ateş gibi yanar. Senin kara gözlerine kurban olsun Zare, kardaş, babam, kurbanım. Ağa o traktörler gelince ortakçıların hepsini çağırdı, güle güle arkadaşlar, dedi. Sizin gerekliğiniz yok.

Önce Adanaya gittik. Orada bizim hemşeriler vardı. Irgat olduk tarlalara. Sıcak ki ancak. Yanar Adana. Yanar ki yanar babam. Dayanamadık. Elimizdeki malımız mülkümüz, paramızın da epeyisi eridi. Bir hemşeri Mıstoya dedi ki, Mısta Ağa burada hemşeriler var, hammallık yakışmaz bize. İstanbul büyük.

Bizi kimse tanımaz. Varır gideriz, orada hamalcılık ederiz. Geldik. Geldik ki, burada ev yok, bark yok. Mısto çalışır bir yandan, ben çalışırım bir yandan... Öteden Mısto sırtında biraz ot, biraz çürük tahta parçası, bir teneke eskisiyle gözüktü. Beli bükülmüş, saçı sakalı ağarmış, iri bir yaşlıydı.

Zare sevinçle ayağa kalktı:

“Misafir” dedi. “Misafir geldi bize bu bey. Hem de hemşeri. Bütün gün Mıstonun evi nerde diye aramış.”

Mısto gözleri yaşararak beni kucakladı:

- “Hoş geldin babam, canım. Başım üstünde yerin var. Gözüm üstünde.. Memlekette ne var, ne yok. Gülü çiçeği açtı mı? Hıdırellez geldi mi? Lâle sümbülü oldu mu? Haso türkü söylüyor mu? Sofi kaval çalar mı? Hoş geldin kurban. Gözüm üstünde yerin var...”

- “Hoş gördük” dedim.

- “Bu eve misafir gelmeyeli hanidir...”

 

YARIN: GERİ DÖNMEK İSTEMEYENLER

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler