Uyanıkken rüya görmek

Bir soruyla başlayayım yazıma, sizce Güney Afrika nasıl bir yerdir...

Uyanıkken rüya görmek
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 31.08.2019 - 22:15

Fotoğraflar: Simon Cunneen

Güney Afrika denilince herkesin aklına gelen iki şey var, “Büyüleyici Cape Town ve berbat township (ülkede genel olarak siyahların yaşadığı yoksul mahalleler)”. Beyazların zengin hayatı, siyahların yoksun yaşamı ve elbette suç oranının çıtaların üstünde oluşu. 2016 yılında ilk kez bu ülkeye tatile gitme kararı aldığımızda internetten aramalarımızda ürkütücü tabloyla karşı karşıya kalmıştık. Hava alanında bir araç kiralayıp iki hafta sahil boyu dolaşmıştık. Gene de bu ülkenin kafamızın içinde ördüğü korku duvarını aşamamıştık. Misal hiçbir township’in önünde durmamış, beyazların bölgesinde var olmuştuk hep.
Ve şimdi o tatile diye gittiğimiz köyde yaklaşık üç yıldır yaşıyoruz. Herkesin zihnimin içinde ördüğü önyargı duvarlarını yerle bir ettim. Township’in içine, siyahların evlerine, mutfağına giriyor, çocuklarının gittiği okulda gönüllü resim öğretmenliği yapıyor ve işsiz, umutsuz dokuz kadın ile bir proje başlatıp onlara meslek eğitimi veriyorum. Eylül sonrası “sakın ha tek başına gitme” dedikleri o township’te ilk ve tek hayalim olan “Turkish Wave Ocean Smile” adıyla “köy enstitümü” açıyorum.
Bana çok tehlikeli diye tanıtılan townshipin sakinleri artık bana Xhosa dilinde “genç anne” demek olan “mamzo” diyorlar. Ama yine de benim bildiğim, gördüğüm Afrika sınırlı. Gerçek Afrika ne beyazların zengin köyleri ne de siyahların yoksun bırakıldıgı township’ten ibaret olmamalı. Eşim Simon bize harika bir süpriz hazırladı. 22 gece 23 gün sürecek gerçek Afrika turu.
Aracımızla yol alacak, kamp yerlerinde çadırımızda konaklayacak, şıkır şıkır paket turist turlarıyla değil bizzat gerçek Afrikalıların köylerinin içinden geçecek, onlarla sohbet edecektik. Yola çıkan Burcu ile geri gelen Burcu asla bir olmayacaktı buna emindim. Tatil planımızı heyecanla anlattığımız herkesin yüzünde gergin ve şaşkın bir tebessüm belirdi, ilk dedikleriyse “dikkatli olun” oldu. Bu uyarının altında yatan şeyi elbette yola çıkınca anlayacaktık...
İlk durak yerimiz East London’da Areena kamp yeriydi, durgun akan nehrin kıyısında boylu boyunca ağaçların altında çadır ve karavanların konakladığı temiz bir yerdi. Çocukların yeşilliklerin arasında koştururken attıkları kahkaha sesleri nehirde kano yapan insanların huzuruna karışıyordu. Arkamızdaki karavan sakinlerinin, çadırımızı kurup nehre karşı yorgunluk kahvemizi içerken çocuklarımız Daisy ve Aslan’ın eline tutuşturup bize hoş geldin tatlısı yollamaları, bana bizim kültürümüzde mahalleye taşınan komşuya yollanan yorgunluk çayını anımsattı. Kendimi evimde hissettiren bu nezaket Afrika turundaki güzel insanlarla diyaloğumuzun da başlangıcı oldu. Areena’de kampın içinde yol alırken karşımıza çıkan zürafayla da aynı samimiyeti yakalayabileceğimi asla düşünemezdim. Kamp görevlisinin avucumuza döktüğü mısır tanelerini elimizden yemesi de ayrı bir güzellikti. Henüz 6 yaşındaki Daisy ve 5 yaşındaki Aslan için inanılmaz bir tecrübeydi bu...

İkinci durağımız Scottburgh
İlkinden çok daha farklı bir atmosferde Rocky Bay karavan kamp yerine ulaşmamiz dokuz saatimizi aldı. Yol boyu yan yana birbirine yakın tepeciklere kurulu köyler mevcut. Duvarları somon pembesi, turkuvaz, lila renklerle boyalı rengârenk daire şeklinde yapılar üzerine çatısı hasırdan Afrika evlerinden oluşan tertemiz köyler düşleyin. Sizi gören küçük büyük herkesin yüzüne konan o muhtesem kocaman gülümseme ile bize el sallamaları “gerçek Afrika’ya” hoş geldiniz der gibiydi...
Rocky Bay karavan kampı Hint Okyanusu’nun dibinde, dalga seslerinin sizi dinlendirici yaz moduna soktuğu yeşillikler içinde bir yer. İncecik kumlardan olusan upuzun plajı, kocaman kahverengi üzeri istiridye kabuklarıyla kaplı kayalıklarla örülü bir plaj. İnsanlar sıcak kanlı, havası kışın ortasında yaz misali. İki gece burada konaklayıp yeniden yola çıkıyoruz.

Doğal yaşamın göbeğinde...
Üçüncü durak yerine ulaşmamız dört saatimizi alıyor, Hluluwe (söylenişi şuşuluve). Kıyıdan uzaklaştıkça isimlerin telaffuzu da zorlaşmaya başlıyor. Kamp yerimizin adı Bushbaby Lodge. Burada beş gün kalacağız. Hem görülecek çok yer oluşu hem de yol yorgunluğumuza iyi geleceğini düşündük. Bushbaby’nin sahipleri Hollandalı bir adam ile Zululu eşi. 20 yıl kadar Hollanda’da yaşadıktan sonra 12 yıl önce eşinin köyünde bu arsayı alıp yeni yaşam yerlerini ve işyerleri olan karavan kampını kurmuşlar. Bu bölgede Güney Afrika’nın en eski iki büyük doğal yaşam parkı Hluluwe ve Imfolozi bulunmakta. Şimdilerde bu iki alan birleştirilmiş. İçeride yüksek tepenin üzerine kurulu restoranda kahvenizi içerken fillerin aheste aheste önünüzden geçişini seyretmeniz olası.
Diğer yer ise St. Lucia... Burada tekne ile nehirde timsah ve hipopotamları doğal yaşamlarında seyretmeye yola çıkıyoruz. O kocaman cüssesine rağmen karada 40, suda 20 km. hızla koşabildiklerini öğrendiğimdeki şaşkınlığım görülmeye değerdi. Bir durak öncesi okyanusu soluyan Cunneen takımı, beş saat mesafede timsahların doğal hayatlarını ziyaret ediyordu. Afrika’da kilometre kat ettikçe yaşamlarda boyut değiştiriyor gibisiniz...

Maymunların portakal keyfi
Bu kamp yerinde komşularınızla samimi olmamanız mümkün değil. Onlardan biri de Human çifti. Karı-koca öğretmenlikten emekli, torun sahibi. Emekli olunca bir karavan alıp göçebe hayata geçmişler. Minimalist bir hayatları, her sabah uyandıkları, seyrettikleri birbirinden güzel manzaraları, her gün tanıştıkları yüzlerce farklı komşuları var. Tabiatı yaşıyorlar, zebrayla selamlaşıyor, maymunla tartışıyorlar. Gel de kıskanma...
Dördüncü durak yerine üç saatlik bir yolculukla ulaşıyoruz. Yeni yerimiz Undumu bölgesi. Yol boyu birçok kasabanın içinden geçtik ama hiç beyaz Afrikalı görmedik. Kamp yerine ulaştığımızda güzel bir haber alıyoruz, Human çifti de ertesi gün bize eşlik edeceklerini bildiriyor. Türk kahvaltısını özleyen benim için de bir bahane gerek ya kolları sıvayıp kamp yerindeyiz demeden gözlemeler açıyorum. Eşim Simon da şişkebaplar hazırlıyor. Human ailesiyle beraber kamp yerinde yıldızların altında, mangal ateşinin başında sofrada birbirinden farklı kuş seslerinin sohbetimize harmanlandığı bir Afrika gecesi daha yaşıyoruz.
Yola çıkarken herkesin bize o gergin tebessümle “dikkatli olun” deyişlerinin sebebini maalesef ki kamp yerini terk ettiğimizde çadırımıza giren maymunlar tarafından koca paket portakalımız çalınınca anlıyoruz. Ben onların dağıttığı çadırı toplarken onlar da arsız arsız karşımdaki ağacın dallarında ağız tadıyla portakal keyfi yapıyorlardı... Güney Afrika o kadar da güvenli bir yer değilmiş gerçekten!

Solar sistemli elektrik
Kırılma noktamız Eswatini, turumuzdaki son noktamız. Hlane Rotal Natianol Park yeni evimiz. Bu kamp yerine solar güneş sistemi ile çalışan lambalarımız ve şarj aletlerimiz ile geldik. Çünkü kamp yerinde bir tane bile elektrik teli yok. Cape St Francis’ten yola çıkışımızın 13. günü. 13 günde güneyden kuzeye değil de sanki zamanda bugünden geriye doğru yolculuk ettik desem yeridir. Eswatini’deki yeni yerimiz için de dinazor çağına ulaştık diyebilirim o vakit!
Eski adı Swaziland olan bölgenin adı Nisan 2019’da Kral Mswati lll tarafından Eswatini olarak değiştirildi. Sebebini halktan birine sorduğumuzda, “İngilizcede ‘swazi’nin yeri’ anlamına gelen Swaziland’ın İngilizce oluşu bizi yansıtmıyor, Eswatini bizim dilimizden bir isim” demişti. Eswatini bir sonraki yazımda tüm detaylarıyla burada olacak. Bu ülke uyanıkken yaşayacağın bir rüya gibi...

burcunneen@gmail.com


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler