Van Gölü'nden Türkiye'ye Bakış
Deprem sonrası paniğinin giderilmesi ve acılı bir yörenin gündelik yaşama yeniden dönebilmesinin sağlanması yolunda ilgili kamu birimlerinin yetersiz kaldığı izlenmiştir. Anadolu insanına özgü insani dayanışma duygusuyla ve çeşitli ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütlerinin yardımlarıyla olay kısmen geçiştirilmiştir.
Van Gölü, doğanın Anadolu topraklarına sunduğu güzel bir armağandır. Yöre insanlarının “deniz” olarak adlandırışını hak edecek biçimde geniş bir alana zengin, çekici bir kıyı ve çevre çeşitliliğiyle yayılmıştır. Yörenin insanları da bu güzel doğa verilerine uyum gösterir. Kuzey Mezopotamya, Urartu, geçmişlerinin güngörmüşlüğünü taşır. İnsan ilişkileri sıcak, konuşkan ve konuksever bir sosyal çevre yaratırlar.
Bu satırların yazarı çeşitli vesilelerle Van’a çok kere gidip gelme şansını bulmuştur. 35 sene önceki Muradiye-Çaldıran depremi gibi dramatik vesilelerle gidişler de bunların arasındadır. Bu kez, Erciş ve Van’da art arda gelen afetlerle bağlantılı olarak yolu, yine hüzünlü bir çerçevede, o yöreye yeniden düştü. Deprem mühendisliği bakış açısından olduğu kadar bölgedeki süregelen sosyo-politik konuları yeniden gözlemler yapma bakımından da ilginç ve renkli bir seyahat yapılmış oldu.
Van Gölü Canavarları
Depremsellik gibi kritik bir özellikle donatılmış olmak Van Gölü’nün yukarıda sözü edilen olumlu ve güzel özelliklerini maskeleyen bir edilgenliktir. Gölün altında ve çevresinde Van Gölü canavarları olarak adlandırılabilecek nusibet kaynakları gizlenmektedir.
Ülkenin deprem haritasından da yöredeki çeşitli fay sistemlerinin çevrede yüksek deprem riskli yöreler yarattığı zaten anlaşılmaktadır. KAF (Kuzey Anadolu Fayı) sistemi olarak bilinen ve çeşitli yıkıcı depremlere yol açmış bulunan risk kuşağı ile Çukurova’dan hareketle Van Gölü’ne doğru uzanan Doğu Anadolu Fay Sistemi, Van Gölü’nün batısında birbirine kavuşmaktadır. Buradan itibaren gölün altında uzanan tektonik canavarların sayısı artmaktadır.
Yer bilimleri bakış açısından yörenin bu karmaşıklığı uluslararası bilim dünyasında da ilgi çekmiş ve bazı ön araştırmaların konusunu oluşturmuştur. Bu karmaşık doku gölün kuzey tarafına yakın bir bacağında, 15 gün sonrasında da güneydeki bir bacağında kırılmalar yaratarak arka arkaya iki afet yaratmıştır.
Doğanın amansız gücüyle insanoğlunun başa çıkmasının çok zor olduğu bilinegelir. Ancak insanoğlu kendisine bahşedilmiş “akıl” denen bir imtiyazlı özellik dolayısıyla başa çıkamadığı canavarın zararlarını en aza indirgemeyi becerebilme yetisine sahiptir. Kıyametsel yıkım yaratmış bulunan 1939 Erzincan depreminden bu yana, ülkemizde, her 3 yılda bir belli düzeyde yıkıma yol açabilen afet yaşanmış olduğu bilinmektedir. Ancak bilgi arşivi oluşturma alışkanlığı olmayan ve geçmişte yaşananlardan ders çıkarma geleneği de çok fazla gelişmemiş toplumların pek çoğunda rastlandığı gibi, Türkiye’mizde de olaya rasyonel olarak yaklaşmanın iyi becerildiği söylenemez.
Erciş’te ve Van il merkezindeki tam yıkılmış ve ağır hasarlı binalarda gözlenmiş mimarlık-mühendislik projelendirme hataları ile yapım kusurları öteden beri bilinenlerin aynısıdır. Ama bu durum bir tecelliye dönüşmekten çıkarılmalıdır. Olay, yaşam pratiğindeki ve mühendislik teknik uygulamalarındaki akılcılık eksikliğinin ve toplumsal disiplin eksikliğinin kaçınılmaz bir sonucudur. Bu olumsuzluk, ülkedeki kentsel nüfus yoğunluğunun hızlı artıyor oluşu gibi bir mazerete bağlı gibi gözükse de aslında kökü daha derinlere inen bir toplumsal gelenek zafiyetinin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Kentsel yerleşmedeki düzensizlik ve disiplinsizlik ile yapı kalitesi olgusundaki akıl almaz umursamazlık küçük hasarlarla ve zararlarla atlatılabilecek afetleri “kıyamet” türünden oluşumlara çevirmektedir. Erciş-Van olayı aslında yer bilimleri ve mühendislik bakış açılarından sadece orta irisi depremlere işaret etmektedir. Ancak sonuçlar, hele medyada pek sözü edilmeyen ama meraklı uzmanların gidip yerinde yakından gördüğü kırsal yerleşme hasarları da hesaba katılırsa ancak çok daha kuvvetli depremlerin yaratabileceği görüntüler sergilemiştir.
Yakın bir geçmişe kadar küçük bir göl kasabası olan Erciş’te yamaçlardaki yerleşkenin Erciş’in göle daha yakın verimli tarım arazisi niteliği taşıyan ama depremsellik davranışı yönünden daha büyük riskler sergileyen düzlüklere kaymış olması, sözü edilen bu rasyonellikten uzaklığın maalesef tipik bir örneğidir. Nüfusu son dönemlerin sosyo-politik huzursuzluğu nedeniyle çevre kırsal alanlardan kente akan ailelerin de belli ölçüde etkisiyle hızlı artış gösteren Van kentinde ise tam bir kentsel yerleşme hercümerci yaşanmıştır.
Malzeme adı olarak ve ayrıca kullanılan tekniğin betimlemesi olarak “betonarme yapı” biçiminde kendini gösteren inşaat ürünleri çok garip ve tarifsiz bir zafiyet sergilemektedir. Ancak olayla ilgili bu söylenenler sadece Van-Erciş bölgesi için geçerli değildir.
Anadolu’nun diğer bölgelerinde, hızlı ve düzensiz kentleşme yaşamış tüm yörelerde yerleşme düzensizliği ve yapım kalitesizliği özellikle betonarme binalarda çok sık ve sürekli sergilenen bir olgudur. Mühendislik-mimarlık dilinde adına kolon denen düşey doğrultulu yapı elemanları ile adına kiriş denen yanal doğrultulu elemanların birleştiği ve kesiştiği düğüm noktalarında Türk yapım dünyası affedilmez bir beceriksizlik ve yetersizlik sergilemeye maalesef devam etmektedir.
Adına “denetim şirketleri” denen kontrol mekanizmalarının yapım sorumlusu müteahhitlerin mali desteği ile etkinlik gösteriyor oluşu gibi benzersiz bir garabete rağmen bu şirketler en azından bazı yerlerde mimarlık ve inşaat tasarım projeleri kalitesinin bir ölçüde yükselmesini sağlamıştır. Ancak yapım uygulamasında ciddi bir denetim düzeneğinin kurulamayışı, Türkiye’deki yeni yapılar dahil pek çok yapının depreme karşı davranış yönünden zafiyet ve yetersizlik taşımasına yol açmaya “maalesef” devam etmektedir.
Van-Erciş afetleri bu olayın acıklı biçimde hatırlanmasına bir çerçeve oluşturmuştur.
Öte yandan deprem sonrası paniğinin giderilmesi ve acılı bir yörenin gündelik yaşama yeniden dönebilmesinin sağlanması yolunda ilgili kamu birimlerinin yetersiz kaldığı izlenmiştir. Anadolu insanına özgü insani dayanışma duygusuyla ve çeşitli ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütlerinin yardımlarıyla olay kısmen geçiştirilmiştir. Ama devlet elinin yöreye uzanmasında yetersizlik olduğu açıkça gözlenmektedir.
Son çeyrek yüzyılın sosyo-politik gerginliklerinin yaratmış bulunduğu devlete güvensizlik duygusu, yörenin insanlarında, bu son afetler dolayısıyla korkulur ki daha da yoğunlaşmıştır.
En Çok Okunan Haberler
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Sette kavga çıkmıştı: Siyah Kalp dizisinde flaş ayrılık