Yargıda Tutuklama Alışkanlığı -II-

Yargıda Tutuklama Alışkanlığı -II-
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 09.02.2012 - 08:49

Ülkemizde tutukluluk sürelerinin uzunluğunun yanı sıra tutuklama ya da bunun devamına ilişkin kararlar hep soyut olarak, gerekçesiz verilmektedir. “Kaçma şüphesi, suçun vasıf ve mahiyeti, delillerin karartılması, tanıklara baskı yapılması” gibi nedenler hep gerekçe olarak gösterilmektedir. Oysa mahkemelerin tutuklama gibi çok önemli bir kararı verirken, kanunda yazılı nedenleri tekrarlamaması, bu nedenlerin somut dayanaklarını açıkça belirtmesi gerekmektedir. Örneğin, tutuklanacak ya da tutukluluğa devam kararı verilecek şüphelinin soruşturmada ya da kovuşturmada ne şekilde gizlendiği, kaçmaya teşebbüs ettiği zaman, yer itibarıyla açıklanmalıdır.

Türk yargısı bu yola başvurmamakla AİHS’nin 5/4. maddesine aykırı davrandığı gibi, CMK. 101/1 ve 2. maddesine de aykırı hareket etmektedir. CMK 101/1 ve 2. maddesinde tutuklama kararının gerekçeli olması gerekliliği vurgulanırken, “değişiklik tasarısı”nda aynı gerekliliğin tekrarlanması bir yenilik sayılmamalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 27.06.1978 tarihli Neumeister / Avusturya; 02.06.1993 tarihli W / İsviçre; 06.04.2000 tarihli Labita / İtalya ve 06.06.2000 tarihli Cesky / Çek Cumhuriyeti kararlarında, tutukluluk kararlarında ya da tutukluluğa itirazın reddi kararlarında, yargının mutlaka sebeplere ilişkin kanıt / delil göstermek zorunda oluşunu vurgulamıştır. (1)

Tutuklamada, uygulama nedense CMK 105. maddesini görmezden gelmekte, maddenin içeriği ile ilgilenmemektedir. Tutuklamaya yapılan itirazla ilgili yapılacak yargılamada dikkate alınması gereken önemli bir nokta, sürekli olarak savsaklanmaktadır. Madde aynen şöyledir:

“103 ve 104. maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adli kontrol uygulanmasına karar verilir. Bu kararlara itiraz edilebilir.”

Maddede açıkça tutukluluğa son verilmesi, şüphelinin salıverilmesi isteminde “cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü”nün alınması aranmaktadır. Oysa uygulamada tutuklamaya veya devamına ilişkin yargılamada mahkemeler dosya üzerinde inceleme yapmakta, verilmiş dilekçeler, cumhuriyet savcısının yazılı istemini tetkikle yetinmekte, kısaca tarafları görmeden, dinlemeden, duruşma yapmadan karar vermektedir.

Oysa, CMK 105. maddenin gerekçesinde aynen şöyle denilmiştir: “Salıverilme isteminin reddi veya kabulü hakkındaki karar, cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya avukatları dinlendikten sonra verilecektir; böylece savunma hakkına verilen önem vurgulanmıştır…” (2) Kanunun gerekçesinde, kanun koyucu duruşma açılması zorunluluğunu ortaya koyarken, uygulamada bu durumla hiç karşılaşılmamaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’deki bu uygulamayı Sözleşme’nin 5/4. maddesini ihlal edici nitelikte bulmaktadır. Mahkemenin 03.05.2007 tarihli Koşti / Türkiye, (3) 07.07.2009 tarihli Cahit Demirel / Türkiye (4) kararlarında, tutukluluğa karşı itirazlarda “çekişmeli yargı hakkı verilmemesinin etkin bir yargı yolu olmamasını”, ihlal nedeni olarak kabul etmektedir.

CMK’de bu noktada mutlaka bir değişiklik yapılmalıdır. Tutuklama kararlarına karşı itirazlar dosya üzerinden, duruşma açılmadan değil, duruşma açılarak karara bağlanmalıdır.

Bu konuya ilişkin önemli bir kanun değişikliği teklifi, CHP milletvekilleri Sn. Öztürk – Tarhan – Türmen – Aldan tarafından verilmiştir. CMK. 102/2. fıkrasının değiştirilmesi için önerilen değişiklikte, “Tutukluluk ve tutuklamanın devamı kararları çekişmeli bir duruşma sonucunda verilir” denilmektedir.

Tutuklama ile ilgili başka bir ilginç ve tutarsız düzenleme, CMK 102 ve 252/2. maddelerinde yer almaktadır. CMK. 102/1 ve 102/2. maddelerdeki tuhaf Türkçe yazım tarzı, uygulamada uzun süre tereddütler yaratmıştır.

Ağır cezalık işlerde tutukluluk süresini en fazla iki yıl olarak öngören bir kanunun, uzatma süresini üç yıl olarak belirtmesi mantığa aykırı değil midir? Ardından CMK 252/2. madde ile bu süreleri iki katına çıkarmak, “öngörülen güvencenin geri alınması” değil midir? Türkiye, tutuklama yanında başka yargılama önlemlerini uygulamaya koymak zorundadır. Tutuklamanın çok fazla uygulanması karşısında bu zorunluluk hissedilmektedir. Hukukumuzda “tutukluluğa seçenek önlemler” adı altında yeni önlemler düzenlenmeli veya adli kontrolün alanı genişletilmelidir. Tıpkı “konuttan dışarı çıkamamak, elektronik izleme sistemi kurmak” gibi. TBMM’de bekleyen kanun değişiklik tasarılarından birinde CMK 109’daki adli kontrol yükümlülüklerinden biri olarak “konuttan dışarı çıkamamak” öngörülmüştür. (5) Bunun yanı sıra genel Sayın. Öztürk - Tarhan - Türmen - Aldan’ın hazırladıkları kanun tasarısında elektronik izleme önerilmiştir. Bu ve bunun gibi önlemlerle tutuklama ve adli kontrol kurumlarının tekdüzeliği ortadan kaldırılabilecektir.

Bu kısa inceleme bize şunu göstermektedir ki, özelde tutuklama, ama genelde CMK yeniden gözden geçirilmelidir. CMK ve getirdiği kurumlar yedi yıl gibi kısa sürede kişinin kaybına neden olacak kadar ağır sonuçlar vermektedir. İnsan hak ve özgürlükleri ortadan kaldırılmaktadır.

Ceza yargılamasının asıl amacı, insanın ezilmesi değil, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için yapılan araştırmalarda, kişisel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasıdır.

1 GÜLTAŞ, Veysel, “Tutuklama ve Kanun Yolları”, s. 19, 69, 87

2 YALVAÇ, Gürsel, “Karşılaştırmalı, Gerekçeli TCK, CMK, CGTİK ile ilgili Kanun ve Yönetmelikler”, Adalet Yayınevi, s.708

3 www.inhak-bb.adalet.gov.tr/aihm/karar/kostivedigerleri.doc Erişim tarihi: 26.01.2012

4 http://www.yargitay.gov.tr/aihm/upload/18623-03.pdf Erişim tarihi:26.01.2012

5 Bkz. www.kgm.adalet.gov.tr Erişim tarihi:19.01.2012
         
Prof. Dr. Köksal Bayraktar Yeditepe Üni. Ceza ve Ceza Usul Hukuku Öğrt. Üy.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon