Kalben: Yaşa, üret, yaz, konuş, dilediğin gibi yürü
Kalben, müziğiyle ve kadın hakları mücadelesiyle gönüllere taht kurdu. Kadın örgütleriyle omuz omuza alanlarda. "Sivil toplum örgütüyle, dernekle el ele, omuz omuza olmaktan aldığım cesaret beni vücudumla, ruhumla özgür kılıyor. Korkusuz kılıyor" diyor.
"Ne istiyorsan yap. Dünyanın sonu senin yüzünden gelmiyor. Suçlu, pişman, üzgün hissetmekle ve sana ait olmayan bir hatanın özrünü dilemekle ömrünü harcama. Yaşa. Üret. Yaz. Konuş. Söyle. Dans et. Kendinle kal. Kendini tanı. Sevgi dilleri konuş. Şefkati anla. Yaşa."
Fotoğraflar: Dilan Bozyel
Kalben mevsimi oldu bu yaz bence. Hem kendi şarkısı Şanssız Mücadeleci ile hem de sözünü yazdığı Karsu’nun yorumladığı Sonunda ile yazımıza güneş gibi geldi. Şanssız Mücadeleci, çok kısa sürede bir milyonu aşkın dinleyiciye ulaştı. Zayıflamasını isteyen bir takipçisine Instagram’dan verdiği mesaj binlerce kişiye ulaştı ve beden olumlama hareketi başlattı; "Hayat kısa memeler sarkıyor" sloganıyla pek çok post oluşturuldu. Kalben’le dönüp dönüp dinleyeceğimiz iki güçlü şarkının hikâyesini konuştuk, kadınların mücadelesini, dünyanın gidişatını, Dişil Sözlük’ü ve elbette kendisini...
Şansız Mücadeleciyi pandemi öncesi yazmışsınız ama hikâyesini çok fazla anlatmamışsınız. Nereden doğdu Şansız Mücadeleci?
Şanssız Mücadeleci’nin atmosferi, enstrümantasyonu, hikâyesi dinleyenleri bir anda kavradı. Buna ben de seviniyorum. Böyle zamanlarda paylaşmak, birlikte heyecanlanmak güzel. Şarkının sözlerini Ekim 2019’da kaleme aldım. Müziği dünyaca ünlü müzisyen dostum Dudu Tassa’ya ait. Şarkıların hikâyelerini dinleyenlerin yazmalarından hoşlandığım için seneler sonra anlatmak daha çok hoşuma gidiyor. Bugünkü gerçek, böyle acı, adaletsiz ve yıkıcı gündemler içinde kavrulurken şanssız hissettiren mücadelemizi birlikte sürdürüyor olmamız.
Sözü size ait, Karsu’nun yorumladığı Sonunda da çok güzel olmuş! Nasıl buldunuz Karsu’nun yorumunu?
Karsu tanıdığım en yetenekli, enerjik, candan ve sevgi dolu insanlardan biri. Karsu ile çalışmak benim için çok geliştirici, öğretici bir deneyim oldu. Şarkıdan istediklerine öyle hakimdi ki, kelimelerin dolduracağı vokal melodileriyle geldi bana zaten. Konuşa konuşa, birbirimize açıla açıla Sonunda’yı var ettik. Karsu’nun sanatıyla, icrasıyla ve kalbiyle gurur duyuyor ve dünyasının içinde söz olduğuma seviniyorum.
ADALETSİZ BİR YERDE YAŞADIĞIM İÇİN ADALET İSTİYORUM
Sonunda, bir özgürleşme şarkısı mı peki? Dinleyici yorumları da o yönde…
Dinleyicilerin yorumlarına, mesajlarına ve hemen çalıp söylemelerine bayılıyorum. Karsu da ben de sıklıkla paylaşıyoruz kendi mecralarımızda güzel dönüşleri. İçinden geçtiğimiz zaman, kadınların kadın olmakla ilgili tüm özgürlüklerini, insanca haklarını, sınırsız kapasitelerini keşfettikleri bir zaman. Meydanlarda ve her ortamda dayanışma içinde olduğumuz, birbirimizi koruduğumuz bir zaman. Cesaretle baş kaldırdığımız sistemin baskısı altında yok olmayı, hiçe sayılmayı reddediyoruz. Sonunda da böyle bir dayanışmadan doğan bir hediye. Şarkı, meselesini sade ve net biçimde dinleyenlere geçirebiliyor, ne mutlu.
Şarkıdaki adalet vurgunuz çok çarpıcı. Bugün hem özel hem kamusal alanda en büyük dertlerden biri adaletsizlik. Ne dersiniz bu konuda?
Kadınların öldürülmediği, katillerin serbest bırakılmadığı ve insan hayatını yok etmenin bedelsiz olmadığı bir düzen var etmek için çalışıyoruz. Bu çaba üretimlerime işliyor. Elimde değil. Adaletsiz bir yerde yaşadığım için adalet istiyorum ve bunu da kendimce ifade ediyorum. Ne mutlu ki Karsu gibi eşsiz bir sanatçının sesinden dökülüyor adil, eşit ve mutlu günlerin hayali.
Aşkın adaletlisi olur mu peki? Ya da olursa nasıl olur?
Aşkın, güzel hislerin, inancın, hayallerin kırıldığı, dövüldüğü ve yok edildiği bir yerde adaleti yeniden düşünmemiz, tasarlamamız ve var edip uygulamamız gerek.
Yeni bir şarkıyı dinleyiciyle buluşturmanın stresi, heyecanı nasıldır, biraz anlatır mısınz? Siz ne durumda oluyorsunuz öyle zamanlarda, stresli mi sakin mi?
Yayın günleri hep debdebeli oluyor. Tatlı telaş diyebilirim. Stres kelimesini görmek bile istemiyorum artık. Açıkçası kısacık insan hayatımın kalan günlerini sevdiğim insanlarla şarkılar, kitaplar, senaryolar yazarak üreterek paylaşarak geçirmek istiyorum. Bu isteğim doğrultusunda kaygılarımla baş etmeyi öğrenmek benim ödevim oluyor. Böylece insanların ne dediklerinden çok ne hissettiklerine odaklanmayı seçiyorum. Heyecanımı keyif alarak deneyim etmeyi öğreniyorum. Yeni şarkıyı bir kişi dinleyip mutlu olacak, ortaklık kuracak diye düşündüğüm anda içimi umut ve neşe kaplıyor. Bu dünyada bir kişiyle müzik yoluyla buluşmak, anlaşmak, arkadaş olmak nasıl kıymetli…
Peki genel olarak olaylara karşı soğukkanlı mısınız, panik mi? Beklenmedik şeyler karşısında ilk tepkiniz ne olur?
Türkiye’de beklenmedik şeylere karşı tepki vermekten helak olduğumu hissediyorum. Zihnimi durdurmayı, sakinleşmeyi, nefes alıp vermeyi, yaşadığım için suçluluk duymamayı hatırlamam gerekiyor sık sık. Korkunç bir hal aldı yaşamımız. Bu gerçekten kaçmak yerine, bunu kabul ediyorum öncelikle. Çökmüş insanlığı, ekonomisi, eğitimi, sektörleri ile Türkiye, benim çocukluğumun, gençliğimin toprağı değil. Bunu da kabul ediyorum. Kara bir romantik olmamdan ötürü yine bir arada yaşamaktan mutlu olacağımız, cinayetsiz, korkusuz, tecavüzsüz günlerin geleceğine inanıyorum. Bu inanç öfkeme teslim olmama engel oluyor.
"Düşüncelerim açık ve net. İnsan, memleketinde sevildiğini, korunduğunu, önemsendiğini bilmek istiyor. 35 yaşındayım. Bir gün bile öyle hissetmedim. Dört yaşından beri sözlüğümde tecavüz, cinayet, terör, kriz, işsizlik var. Ömür geçip gidiyor, ondan kuşlara bakıyor ve bulutların neye benzediğini düşünüyorum gündüzleri ve akşamları şarkılar yazıyorum..."
ÖFKE NÖBETİ GEÇİRDİĞİM GÜNDÜ
Son söyleşilerinizden birinde “Öfkeyle konuşmayı, yargılamayı, laf sokmayı doğru bulmuyorum. 35 yaşındayım ve başka yollar olmak zorunda artık benim için” diyorsunuz. Öfkeyle baş etmek nasıl mümkün olabilir?
Ne zaman öfkelensem ışığa bakıyorum, ağacın altına oturuyorum, denize yürüyorum, balkona çıkıyorum, tuvalete gidiyorum. Bir yol bulup öfkeyi şefkatle ve sabırla eğitmeyi öğreniyorum. Toprağın öfkesi damarlarımda dolaşıyor. Bütün insanların yaşantılarına, deneyimlerine eşit ve dostane bir mesafede durup izlemek, dinlemek ve sanatsal üretime dönüştürmek istediğim için o damarlarımda dolaşan ve toprağın belleğinden bana yadigar kalmış nefreti, öfkeyi, kıskançlığı, yozluğu, yargılayıcılığı bir yana koymayı bilmek için çabalıyorum. Çabalamadan olmuyor. Bir peri elinde değneğiyle gelip “şimdi daha sakin ve tatlı biri olacaksın” demiyor. Sakin ve tatlı biri olamadığım zamanları da kabul ediyorum. Kendimi tüm hallerimle kabul edip kainatın güzelliğine teslim oluyor ve savunduğum davaların içinde, peşinde, her yerinde var oluyorum.
Hele şu sıralar kadınlar hepimiz öfkeden deliye döndük. Sözleşmemiz elimizden alındı...
En kötü öfke nöbetlerinden birini geçirdiğim bir gündü, öğrendiğim gün. Sözleşme kaldırılmadan önce de delik deşik edilmiş, yersizleştirilmişti. Kanun yapıcıların ülkeye huzur getirecek, cinayetleri ve korkuyu ortadan kaldırmayı hedefleyen sağlam kanunlar yapması gerekirken bizzat Türkiye’nin eseri olmasıyla övündüğümüz bir sözleşmeyi yok etmesi kalbimi ortadan ikiye ayırıyor. Her gün her birimiz her bir ölen kadınla bir parçamızı daha kaybediyoruz. Biz de ölenlerle ölüyoruz. Bunca ölüme dur demeyen ve katilleri, evlat tecavüzcülerini serbest bırakan adalet sisteminin fikrini söyleyen insanları senelerdir hapsetmiş olması… Düşüncelerim açık ve net. İnsan, memleketinde sevildiğini, korunduğunu, önemsendiğini bilmek istiyor. 35 yaşındayım. Bir gün bile öyle hissetmedim. Dört yaşından beri sözlüğümde tecavüz, cinayet, terör, kriz, işsizlik var. Ömür geçip gidiyor, ondan kuşlara bakıyor ve bulutların neye benzediğini düşünüyorum gündüzleri ve akşamları şarkılar yazıyorum.
Kadın örgütleriyle yan yana mücadele ediyorsunuz. Sadece söz söyleyip geride de durabilirdiniz. Kadınlarla omuz omuza eylemde olmak nasıl bir duygu?
Kadın Cinayetlerini Durduracağız, Mor Çatı, Kadın Meclisleri ve daha nice sivil toplum örgütüyle, dernekle el ele, omuz omuza olmaktan aldığım cesaret beni vücudumla, ruhumla özgür kılıyor. Korkusuz kılıyor. Eskiden ihtiyacım var sandığım saçma sapan şeylere, insanlara, ilişkilere giden bağlarım kesildi. Müziğim serpildi. Etki alanı var etmiş insanlardan adanmayı öğreniyorum. İnsanların birbirlerini yalnız bırakmamaları çok umutlu eylem. Sistemin kullandığı araçların karşısına kurumsuz, araçsız, silahsız dikilmek ve hep birlikte şarkımızı söylemek, hayalimizi haykırmak, isteklerimizi sıralamak beni insanca onurlandırıyor. O meydanlarda olan, gelmek isteyip gelemeyen, sesini bir şekilde çıkarmanın yolunu bulan ya da dualarını gönderen herkese sarılıyorum.
ATAERKİL DİLDE YOK BUNLAR
Geleceği nasıl düşünüyorsunuz, kadınlar açısından bir eşitlik devrimi olacak mı sizce? Nasıl yürümek lazım?
Kadınlar diledikleri gibi yürüsünler. Karışmam, gurur duyarım. Muhteşem bir devrimin parçasıyım zaten kadın olduğum için. Sürekli dönüşen, aynı anda onlarca ilgi alanına hükmedebilen, eşsiz bir doğası olan kadınlığımın kendiliğinden devrim olduğunu keşfediyorum. Çıplak olmakla, istediğim gibi konuşmakla, cinsiyetim yahut cinselliğim üzerinden gelen tüm baskıyı tükürmekle, özgürlüğümün sınırsızlığını deneyim etmekle kendi devrimimi var ediyorum. Biliyor ve görüyorum ki dört milyar kadın da bunu yapıyor her gün. Kadınların kendi akıllarını konuştukları, uçurdukları ve üretmekten, yönetmekten, egemenlikten bitap düştükleri ideal ve mutlu bir düzen hayal ve umut ediyor, o yöne doğru ok olup fırlıyorum hayatımda.
Dişil Sözlük Instagram hesabı:disilsozluk
Dişil Sözlük'ten söz edelim mi biraz? Çok güzel bir fikir, nasıl doğdu?
Hissettiğim bazı kelimeler sokan, koyan, delen, kıran ataerkil dilde bulunmuyor. Bu yüzden Dişil Sözlük’ü başlattım. Muhteşem bir sevgi, bilgi geldi sonra. Hep birlikte kelimeler doğuruyoruz dile. Üretkenliğimizi paylaşıyoruz. Dil geliştiriyoruz. Katılan, destekleyen herkesi öpüyorum bu vesileyle.
Sözlükten benim en çok sevdiklerimden gülbaskı, hanımcıklanma, gınalanmak, kırmızısızlamak, yedilemek... Sizin en sevdikleriniz hangisi?
Kelimeleri birbirlerinden ayıramıyorum. Hepsi hayatıma anlam kattı. Her birinin üreticileri var. Üreticiler de biricik, kelimeler de.
KENDİMDEN VERDİKLERİME ÜZÜLÜYORUM
Peki cinsiyet eşitsizliğinin temelinde ne yatıyor sizce?
Bu soruya kısa ve sade bir yanıt vermek istiyorum. Kadınların yönetimde söz sahibi oldukları bir dünyada bu kadar savaş, tecavüz, cinayet, yağma, çocuk işçi, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı, gezegeni yok eden çokuluslu şirket/kurum/fabrika, silah olmaz. Erkekler bu saydığım yollarla elde ettikleri iktidarlarını bizimle paylaşmak istemiyorlar. Doğrusu ben de ataerkil kapitalist düzenin ortağı, mimarı, sorumlusu olmak istemem. Utanıyorum çünkü bu sistemden. Borcunu ödeyemeyen öğretmeni engelli oğluyla birlikte haciz ve evden çıkarma gibi acılarla karşılaştıran bir sistemin kurucusu, yöneticisi vs olmak ilgimi çekmiyor. Bu düzenin sona erdiğini anlamamızı istiyorum. Kadın, erkek, yahut kendini kadın/erkek olarak tanımlamayan; o dinden, bu dinden yahut inanç sistemi olmayan; o dilde, bu dilde yahut hiçbir dilde.. ve daha nice kimlikte insanın bir arada var olduğu, kanunlarını birlikte yazdıkları bir düzen inşa edeceğimiz gün için yaşıyorum.
Kadınlar sizce en çok hangi tuzaklara düşüyor bu ataerkil düzende?
Başkalarının onayı, takdiri, beğenisi, sevgisi, aşkı, ailesi için kendimden verdiklerimi düşündüğümde utanıyor ve üzülüyorum. Birilerine akıl verir gibi konuşmak yerine kendime söyleyeceğim şey şu: Dilediğin gibi yaşa. Var olduğun gibi güzel olduğunu bil. Sana ait olanları inkâr edip azmış gibi göstermekle, sesini kısmakla, daha uyumlu ve nazik olmakla uğraşacağına yaşa. Ne istiyorsan yap. Dünyanın sonu senin yüzünden gelmiyor. Suçlu, pişman, üzgün hissetmekle ve sana ait olmayan bir hatanın özrünü dilemekle ömrünü harcama. Yaşa. Üret. Yaz. Konuş. Söyle. Dans et. Kendinle kal. Kendini tanı. Sevgi dilleri konuş. Şefkati anla. Yaşa.
Sanat gezegeni iyileştirebilir mi sohbetinize rastladım. Sahi gezegeni ne iyileştirir? Yoksa Mars’a taşınmak mı bu işin sonu?
İstanbul Kültür Sanat Vakfı çatısında, değerli Yiğit Özşener ile gezegenin mahvoluşundan bahsettik geçenlerde, doğrudur. Tüm kaynakları yok edilen, denizleri çürütülen, ormanları yok edilen, insanları ham maddeye dönüşen, plastikleri bir fakir ülkeden bir başka fakir ülkeye yakılmak üzere gönderilen, yüz zengin daha zengin olsun diye 8 milyar insanın kölelik ettiği muhteşem dünyamızın bizim çektirdiklerimiz yüzünden neler yaşadığını görmek elbette yine insan olmaktan utandırıyor. Daha az utanmak için yapabileceklerimiz var. Podcastimizi dinleyin.
Pandeminin kaçıncı normalindeyiz, sayısını unuttuk sanki… 1 Temmuz itibariyle yasaklar kalkmış oldu. Nasılsınız, neler hissediyorsunuz şimdi? Pandemi sizce dünyayı insanları nasıl dönüştürecek?
Geleceği görme yeteneğim yok. İstemem de görmek. Yaşamak ve anlamak isterim. Kurumların var ettiği normallerle ve yasaklarla değil, bilimsel veriler ve gerçeklerle ilerlemeyi mantıklı buluyorum.
"Bana sevgi veren her insandan ilham alıyorum. Bir sürü şey öğreniyorum her gün. Zihnim, kalbim, ruhum açılıyor. Birbirimize rolsüz, modelsiz yaklaşmayı; yakın durmayı ve sevmeyi beceriyor olmak beni yaşama bağlıyor."
NE YANIT VEREYİM?.. KALBİM KIRIK
Pandemi sahne sanatlarını özellikle etkiledi. Müzik hepimizin vazgeçilmeziyken, neden bu kadar yalnız bıraktık müzisyenleri sizce?
Bu soruya bir süre baktım. Ne yanıt vereyim, bilemiyorum. Kalbim kırık. Yüzü aşkın meslektaşım intihar etti. Hayatlarından vazgeçtiler. Değersiz, yalnız ve aç, açıkta bırakıldıkları için… Öyle acıdır ki, her kadın cinayetinden sonra o kadının kıyafetinden, içkisinden, ilişkilerinden bahsedip cinayeti hafifletmeye çalışan sistem, müzisyen intiharlarında da bu meslekten insanların zaten hafif deli ve bağımlılık sorunları çeken insanlar olduklarını vurgulamaya çabaladı. Genelen kültür, sanat ve eğlence sektörlerinde çalışan insanlara da gece oldu mu lambadan çıkan keyif cinleriymişiz de sabaha karşı lambalarımıza dönüyormuşuz gibi bakıyoruz bu ülkede. Sanat üreticilerinin hafif, hoppa, boş kimseler olduklarını sanıyoruz bazen, bazen de onlarla çalışan yüzlerce insanı, paylaşılan ekmeğin boyutunu ve gerçekliğini görmezden geliyoruz. Benim bir konserimden en az yüz kişi ekmek yiyor. Ben bu insanların 80 tanesini tanımıyorum, görmüyorum da. Sorumlu ve yorgun hissettiğim zamanlar oldu. Dayanışmanın yollarını buldum yine. Olta Dayanışma, meslek birliklerine bağış, yardım konserleri vesaire… Bizimle dayanışma içinde olan herkese sevgi gönderiyorum. Yine de bu kadar yalnız bırakılmak kalbimi kırdı. İnkar yok.
Ülke gündemine bakınca, (Boğaziçi direnişi, Sedat Peker, şort giydiği için tepki gören kadınlar) neler düşünüyorsunuz? Müzik üretiminizi nasıl etkiliyor ülkenin durumu? Başka bir yerde doğmuş olmak ister miydiniz?
Çölde çiçek açabildiğimizi görmek, bizi daha da güçlendiriyor. Karanlıkta şarkı söylüyor ve dans ediyoruz birlikte. Ağaçlardan, hayvanlardan, insanlardan ve hafızadan bahsediyoruz. Birlikte günlük tutuyoruz. Acımızın, yasımızın, kaybettiğimiz insanların günlükleri… Defterlerce. Utancımızın, yaramızın, dönüşü olmayan yıkımlarımızın günlükleri… Bu kadar farklı kökenden, renkten, dilden, dinden, cinsiyet kimliğinden insanla Mezopotamya’da yaşıyor olduğuma seviniyorum. Birbirimizi öldürmemizi salık veren tüm yalancı sesleri susturacak gücümüz olduğundan da eminim.
EN BÜYÜK CESARETİM KENDİMİ SEVMEK
Siz bugün pek çok kadının rol modelisiniz. Belki bunu istemiyordunuz. Nasıl bir sorumluluk hissediyorsunuz?
Bana sevgi veren her insandan ilham alıyorum. Bir sürü şey öğreniyorum her gün. Zihnim, kalbim, ruhum açılıyor. Birbirimize rolsüz, modelsiz yaklaşmayı; yakın durmayı ve sevmeyi beceriyor olmak beni yaşama bağlıyor. Sorumluluk seven biriyimdir. Aylaklık da ederim. Bazen kaybolurum. Hiçbir şeyden haberim olmaz. Bazen karşımdaki çiçeğin yaprağındaki kelebeğin sesini duyacak kadar dikkatliyimdir haberlere, hayatlara ve gündeme karşı. Dengelemek zorundayım mahvolmamak için. Her etkiye tepki veremem. Her davanın peşinde koşamam. Herkesi destekleyemem. Her şiiri, şarkı sözünü okuyamam. Her yeniden yorumu dinleyemem. Her hediyeyi açamam. Her zaman severim. Her zaman yazar ve konuşurum. Bir yolunu bulur, sevgimi ulaştırırım. Bundan gayrı sorumluluk kabul etmiyorum.
Kendi hayatınızdaki güçlenme hikâyenizi paylaşmaktan hiç korkmadınız. Paylaşmak size iyi geldi mi? Buna cesaret edemeyenlere tavsiyeleriniz olur mu?
Elimde gitarımla şarkılarımı söylemeye başladığımda kendime, ülkeye ve dünyaya dair o kadar az şey biliyordum ki. Kitaplardan, girip çıktığım işlerden, okullardan, ilişkilerden öğrendiklerimi gerçek sanıyordum. Kurumsal bilgi… Gerçek olanın bize öğretilen, anlatılan, gösterilenle illa ki bir alakası yokmuş. Zaman içinde öğreniyorum. Mutlu olmanın kuralı bize dayatılan değilmiş. Başarı, şöhret, para illa ki mutluluk değilmiş. İyi aile çocuğu, yakışıklı, güzel, çekici, seksi vs. görünen biriyle olmak mutlaka neşe ve aşk getirmiyormuş. Sistemin pohpohladığı, süslediği insanlar bazen bomboş çıkıyormuş. Vücuduna, ruhuna olanları kabul etmen bazen seneler alabiliyormuş. Yapılacakları çok iyi bilsen de yapamadığın, zinciri kıramadığın ve sessizce yok olmayı beklediğin zamanlar olabiliyormuş. Evsizlikler, işsizlikler, cinsiyet adaletsizlikleri, eşitsizlikler, fırsat yoklukları, tacizler ve daha niceleri… Bahsetmeye gerek kalmıyor bir yerde. Hepimiz biliyoruz. Kendimi sevmekten başka görevim yokmuş gibi yaşamayı hedefliyorum artık. En büyük cesaretim, kendimi sevmek bu zamanda. Yaşamak. Kahkaha atmak. Şarkı söylemek. Güneşte çıplak uzanmak.
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Rojin Kabaiş'in kesin ölüm nedeni belli oldu
- Arnavutköy'de sürpriz hasat: Sanki hiç toplanmamış gibi
- Memurlar için yeni dönem başlıyor
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki