Yüksel Arslan'ı görebilmek...
Resim sanatından haz almanın şiddettine kendisini kaptırmak isteyen bir göz, eğitim sistemimizde bize "öğretilmeyen" yalnızca resim tarihi, sanat tarihi gibi bilgilerin hegemonyasıyla görebilme gücünü bulamaz.
Sanatçıyı gerçekleştirmiş olan, hangi disiplini temsil ederse etsin ‘güzel’in yalnızca kupkuru yansısına hayran oluşu değildir. Onun peşinde mutlak bir yüksek tepe edinmek isteyişi, bu tepeden renklere, formlara, biçemlere, oranlara, düzlemlere doğru bakmayı öğrenmiş olması da değildir. Sanatçıyı besleyen damarları, imgelerine ve fantezilerine kanı sürükleyen; ifadeyi özgürleştiren ve ritmi ortaya çıkaran o eşsiz bilginin aydınlığıdır. Sanatçıya bu kadar sorumluluk düşüyorken, sanatseverin bu en muhteşem alışveriş ilişkisi içindeki sorumluluğu elbette sadece kendine kolayca yakıştırıverdiği sıfattan ibaret olmamalıdır. Anlamadığı şeye bakmanın, okumanın, duymanın eksik bir yaradılış hikayesi kadar ruhu bir parçasından mahrum eden bir tarafı vardır. Tahayyülden mahrum olmaktır bu. Az şey midir ki, görebilmenin ve sezebilmenin verdiği haz? Örneğin, “ Resim, kelimesiz bir şiirdir” der Horatius… Bir yapıt beğeniye sunulmanın çok önünde bir yerlerde değerlendirilmelidir. En kolay bildirilen ve bilgisiziliğin koluna en çabuk giren şey, “kişisel düşünce” yuvarlamasının altındaki ‘görememe’ durumudur. İstisnalar, kaideleri bozar; eğer işin ucundaki şey sanatsa…
Resim sanatından haz almanın şiddettine kendisini kaptırmak isteyen bir göz, eğitim sistemimizde bize “öğretilmeyen” yalnızca resim tarihi, sanat tarihi gibi bilgilerin hegemonyasıyla görebilme gücünü bulamaz. Toplumbilim ve siyaset dahil algıyı besleyen tamamlanmış bir bilincin parlattığı gözlerden olmalıdır. Tuval sathına bulaşan yaşanmışlığa ‘deneyim’ diyebilmek ve bunu da sözün tümceye dönüşmemiş o halinden yapmak kolay iş değildir. Zira resimle bir ilişki kurmak, resme bakmaktan daha fazlasıdır. Resmin içindeki şifreleri çözebilmek, kodları bir araya getirebilmek, görme biçimlerimizin düzenli olmayan gerçekliğinden, ‘bilir’ olmanın sezgilerle zengileşmiş hesaplaşmasına varan büyülü bir yoldur. Sanatçının büyüsü bu etkileşimi yaratabilmektir.
Bugünlerde Santralİstanbul’da Yüksel Arslan Retrospektifi 21 Mart 2010’a kadar devam ediyor. Eserlerine “artür” (sanat anlamına gelen “art” ve resim anlamına gelen “penture”’nin birleşimi) demeyi tercih ediyor. Marks’ın “Das Kapital”ini okumaya yıllarını veriyor ve sonrasında da artürler olarak gün ışığına çıkarıyordu okuduklarını… Nietzsche, Kafka Gide gibi bir çok yazar daha vardır etkilendiği ve okumuş olduğu… Yüksel Arslan, İstanbul Üniversitesi’nde Sanat Tarihi okuyup 1961 yılında Paris’e gitmiştir. Zira “Kat edilmiş yolların dışında da ressam olunabilir”… Çok uzun zamandır Türkiye’ye gelmeyen sanatçının yaşamında Kapital’in büyük bir önemi olur ve Kapital seri ortaya çıkar. 1986-200 arası “İnsan” serisi ve 2000 sonrasında da, “Yeni Etkiler” dönemi başlıyor.
Arslan’ın resimlerindeki malzemeler, resimdeki genel malzeme bilgisini altüst eden doğalllıktadır. Taş, toprak, kan, idrar, otları, çiçekleri, taşları tuğla parçaları, ilik vs… Düpedüz istisnai bir durumdur bu…1955 yılındaki ilk sergisinden itibaren, çirkinin estetiğini, insana dair olanın irite eden formunu, çocukluğunun imgeleminden çağırdığı Karagöz esiniyle birleştirmiştir. Andre Breton’un, Gerçeküstücülük sergisine Yüksel Arslan’ı davet edişi, onun üslubuyla ilgili uyandırdığı ilgiyi kanıtlar niteliktedir. Arslan’ın artürlerinde insanı, insanın o hırpalayıcı ilkel duygusuyla bir araya getiren tuhaf bir sarsılma duygusu karşılar. Kendine dolaylı olarak bakan ve kendisini keşfe çıkmış tuhaf insan bedenleri, erkek ve kadına dair olan, falluslar, merak uyandıran ayrıntıların da içindeki asıl yıkıcı felsefe onun yılları içselleştiren birikimindedir. Eleştirelliği, muhalifliği, çılgınlık boyutunda bir yaratımı tetiklemiştir. Cinsellik, hastalıklı olanın tasviri, doyumsuzluk, deformasyon, başkalaşım hep insanın içinde bulunduğu sözcüklerdir onun yapıtları için… Doğal olanın içinde daima güzelin estetiği yoktur. Dolayısıyla, resme “beğendim” diyebilme kolaylığını kişinin elinden alan bir düşünce boyutuyla, resim sanatının sınırlarını ülkemiz örnekleri açısından yıkmayı başarmış bir isimdir. Resim sanatının olanaklarının ötesinde deneyimlenmesi için çalışmış ve öncülerden biri olmuştur. (öncü sözcüğünü kullanırken Sartre’a saygıyla)
1933’te Eyüp’te bir işçi babanın oğlu olarak dünyaya gelen Yüksel Arslan, 1960’lardan sonra uzun zaman ayak basmadığı ülkesinde, rerospektif bir sergiyle adeta ayakta alkışlanıyor. Küratör Levent Yılmaz, panolarda sanatçıya ait özyaşam öyküsünü içeren metinlerle bir bütün oluşturulmasını da ihmal etmemiş. Son derece kapsamlı sergide ayrıntılar ve anlamlar, 20. Yüzyıl sanatında rüştünü ispat etmiş bir sanatçının fırtına yaratan söylemlerinden oluşuyor.
Şimdi soruyorum “Ressam olmadan resim yapılabilir” sözünü dilinden düşürebilecek bir özgüven ve birikim, sanatçı hakkında hiçbir şey bilmiyor olsanız da, sizi bu sergiyi ‘görmeye’ sizi ikna etmez miydi?
En Çok Okunan Haberler
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı