Dünyanın bütün kadınları... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...

Doğanın yaratıcı dişil varlığı olarak kadını “kurtarmak” ya da onun “kurtulması” için çabalamak ilineksel bir yaklaşım sayılmalı. Öyle ya erkek kendisini ondan soyutlayamaz, buna olanak tanımaz doğa. Diyelim fiziksel, ekonomik vb. olanak sahibi, kalkıp onu kendisine “nesne”, “köle” yapmak için de alabildiğine iştahlı, ancak görece baskılayabilir kadını, o kadar…

Yayınlanma: 06.08.2022 - 00:01
Abone Ol google-news

Söylenegeldiği üzere her güzelliğin mayası özgürlük. Bilim, düşünce, sanat özgürleştikçe parlıyor, insanlık-uygarlık da böyle boy veriyor. Çocuk, genç, kadın varlık evet özgürlükten pay alıyor ama özgürlüğe zemin de hazırlıyor. Bu çerçevede erkek varlığın kadınla her ilişkilenişte “ölüm” yaşadığı ama yine onun el uzatışıyla dirileştiği söylenebilir. Erkeğin kadın varlık karşısında yaşadığı çatışmalı bir çelişki de bu.

Üç farklı yazar, öyküde romanda kadınlarıyla bu gerçekliği bir kez daha yüzümüze çarpıyor.

SERAY ŞAHİNER; ‘ÜLKER ABLA’

Seray Şahiner, on beş yıl önce çıktığı kitaplı yolculuğunda üç öykü kitabı ardından üç de roman verimledi. Son romanı, kitaba adını veren kadın karakteriyle Ülker Abla (Everest, 2021) oldu.

Seray’ın romanlarındaki kadın karakterler, bütünsel bir payda üzerine oturmayıp birbirinden bağımsız görünse de örtüşürlük sergileyen kişiler yine de. Peki nedir onların ortak özelliği? Bedenlerine, rızaları olmadan dokunulmasına karşı kirpi diklenişi sergiler kadınlar. Kimileyin en büyük tehlike evdeki erkektir, kayıtlı kuyutlu kocadır.

Kadınların ilk ikisi gibi üçüncüsü de kadın varlık olarak ayakta kalmanın koşulunun ekonomik özgürlükten geçtiğinin, kimileyin bunun da yetmeyeceğinin bilincindedir.

Dışarısı erkeklerin aç kurtlar halinde sürülerle gezindiği vahşi, tehlikeli cangıldır. Ötekiler gibi İstanbul vatandaşı Ülker de, “bunun hayatım olduğunu biliyorum,” diyerek nitelediği bu “kâbus”ta yaşar hep. (45)

“Çocuğu(.) olunca katlan(an)”... Ülker Abla, “20 yıl koca dayağı yedi(kten sonra)” oğlu da askerlik için gidince kararını verir: “O gece baktım eve, beni orda tutacak bir çocuk yok, yirmi yıldır ilk defa. Çektim kapıyı çıktım.” (11) Nereye? Ülkercik, bir devlet hastanesinde “sığınmacı”lık yapar çaresiz, sağlık emekçilerinin korumasıyla.

Şu bir-iki satırdan da anlaşılacağı üzere Seray, Ülker’in kendine dönük acılı, hüzünlü alaysamasına belli bir uzaklık katarken, bütün sıkıntılara karşın, onu-onları yine de kendisiyle barışıklık içinde yaşayan kadınlar bağlamında yapılandırıp kurmaktan geri adım atmıyor.

Buna dönük sergilediği hünerle adeta “Seray Şahiner Kadınları” türünden bir başlık açıyor yazınımızda. Çözüm arayan bu tipolojik kişiler aracılığıyla değerli bir kadın karakter yelpazesi sunuyor denebilir bir açıdan.

Nitekim Ülkercik, “evladım var, ölmeye hakkım yok; kocam var, yaşama şansım yok,” (82) deyip “ağlamanın ısınma tur(ları)”nı (96) gülerek okutuyor bize. Seraycığım da köpürtüyor ha köpürtüyor.

Antabus’taki gibi yeni bir sahne oyunuyla buluşuyoruz aynı zamanda, yeter ki tiyatrolar görebilsin romanı. Eh hadi buyurun Ülker Abla’nın sofrasına.

DÜNYA DAMLASI…

LAWRENCE DURRELL; ‘JUSTINE’

Yazınımızın çok değerli adlarından denemeci, yazınbilimci Akşit Göktürk, “Sunuş”ta, “Lawrence Durrell’ın Justina (1957), Balthazar (1958), Mountolive (1958), Clea (1960) adlı romanlardan oluşan ünlü İskenderiye Dörtlüsü(nün), 1960’ların İngiliz romanında en çok yankı uyandıran yapıt,” olduğunu söylüyor.

Bunların ilki Justine (Çev. Ülker İnce, Can, on ikinci basım, 2022), bu adı taşıyan kadınla geçmişten günümüze bakıldığında Justine benzeri apayrı bir karakter bağlamında ortaya çıkan İskenderiye, farklı çatılamayla adeta monografik dokuda okur önüne geliyor denebilir.

“İskenderiye Dörtlüsü”nün bu önemli romanı bir yandan Justina, Melissa vb. kişileriyle dünya yazınına önemli kadın karakterler kazandırırken yanı sıra İskenderiye’yi de uygarlığın önemli coğrafyası, ilkçağın kilit kentlerinden biri olarak geçmişten taşıyıp getirdikleri kadar zamanın uğultusu içinde bir kent bulamacı halinde öne çıkarıyor.

Akşit Göktürk, İskenderiye’nin “kurmaca kentler dünyasında yerini al(dığını)” söyleyip “Durrell(’ın), Sade’ın, sevişmenin hiçbir türlüsünü suç saymayan görüşünü de benimse(diğini)”, “dörtlü roman dizisi(nin), çağdaş sevginin irdelenişinden çok, sevginin çağımızdaki durumunun irdelenişi olarak görülebil(eceğini)” vurguluyor.

“Son roman (.) bitirildiğinde bile okur kafasında yanıtsız kalan birçok soru vardır daha. Ama bu açık sorular aracılığıyla, okur düş gücü, okuma edimi sona erince de, çağdaş insan ilişkilerinin yeni boyutlarını sonu gelmez bir süreç boyunca hep kavrar.”

“Bir çocuk genelevi” gelir okurun önüne örneğin kentte. “Kanepenin arkasındaki duvarın üstü(yse), mavi mavi çocuk eli izleriyle kaplı(dır, ilginçtir) -dünyanın bu ucunda evleri kem gözlere karşı koruyan bir tılsım”dır (57, 76) bu.

Ülker İnce çevirisi, üzerinde ayrıca durulmayı hak ediyor. Bir dilden öteki dile çevrilen değil de Durrell’ın ağzından Türkçede yeniden verimlenen roman bağlamında şölen olarak geliyor okurun önüne. Her anlamda okunmalı yapıt.

ÖYKÜDENLİK…

DEMET EKER; ‘KIRK YAMA’

Demet Eker, ilk öykü kitabı Kırk Yama’daki (Epona, 2022) hemen bütün öykülerini farklı kadınlarla kurarken getirdiği ilginç açılımlarla dikkati çekiyor.

Her biri toplumsal yapının geleneksel ardılı görünen, bu nedenle de kendilerine biçilen yaşamları hiçbir sızlanmaya gerek duymadan gizli bir madalya halinde taşıyan bu kadınlar, bununla örtüşen bir yolla öyküleniyor diyebilirim.

Gerçekten de Demet, geleneksel yaşamın egemenliğini, anneden kızlarına geçen anlayışla sürdüren kadınları onların kendi iç dünyalarına yaslanmakta sergilediği tutumu etnolojik getiriler eşliğinde ama folklorik patikalara sapmadan, bu arada kadın varlığa karşı vefa duygusunu da apaçık ortaya koyup öyle yol alıyor.

Kadınların kendilerine beslediği özgüven duygusunun öykülemede yazara bir ön açıcı yan kazandırdığı kolayca görülebiliyor.

Sonuçta yazar, klasik çizgide anlatımcı sayılabilecek öykülemesine farklı bir ivme ekliyor diyebiliriz pekâlâ. Böylelikle duyarlık eşiğini duygusallığa bulaştırmadan ince, kaygan bir düzlemde denge içinde kaydırabiliyor bunu pek çok öyküsünde.

Karmaşık yerleştirimli çağrışım, anımsayış, sıçrayış vb. yazınsal eşikler öykülemeye ayrı bir akışkanlık katarken okuru etkin kılan farklı bir hava da doğuyor. Bakalım ileride bu kadınlarla öyküde nasıl bir eğri çizecek Demet.

Şimdilik öykünün bu yeni imzasına yol açıklığı dilemek düşüyor bize.

www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler