Kriz içinde, büyüklere masallar

23 Ağustos 2018 Perşembe

Bu kriz, sıradan ve öngörülebilir bir gelişmeydi. Tek bir merkeze dayalı totaliter rejimin keyfi yönetiminin uluslararası yansımaları, tutsak pazarlıkları bu krizi daha da ağırlaştırdı.
Bu krizi üreten modelin egemen sınıfları, krizin yükünü halkın sırtına yıkmanın yollarını ararken, “Ülke batarken” diye başlayan, “ya Erdoğan’ın gemisindesin ya da Amerika’nın” gibi saçmalıklar, “Ekonomimize yönelik saldırının, doğrudan ezanımıza ve bayrağımıza yönelik saldırılardan hiçbir farkı yoktur” türünden “büyüklere masallar” yoğunlaşıyor.

Krizin gerçeği
Bir ekonomik krizde, bazı işletmeler batar, çalışanların, emeklilerin yaşamları altüst olur. Ülkeler böyle değil, iç savaşla, açık askeri saldırılarla batar. Bugün iç savaş veya askeri saldırı olasılığı gündemde değil ama, siyasi sonuçlar da üretmesi olası bir ekonomik yıkım artık kaçınılmaz.
AKP döneminde şekillenen “ahbap çavuş” kapitalizminin krizinin arkasındaki mantık ise basittir. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında, zaten yapısal olarak dış kaynak girişine bağımlı olan ülkenin dış borç stoku 130 milyar dolar düzeyindeydi. Borç stoku 2005’ten itibaren hızlanarak arttı, 453 milyar dolara ulaştı. AKP döneminin ekonomisi işte bu balonun üzerinde büyüdü.
Bir ülkeye veya bir kapitalist işletmeye verilen borç, “alıcı gelecekte bu borcun faizini, ana parasını ödeyecek kadar artık-değer üretebilecektir” varsayımına dayanır. Çünkü kâr, rant ve faiz artıkdeğerin içinden çıkar. Borçlar artıyorsa, artışı sürdürebilmek için, artık-değer üretimi de artmalıdır.
Halbuki, AKP döneminde inşaata, rant paylaşımına, proje komisyonlarına (yolsuzluklara) indeksli bir büyüme modeli şekillenmiştir.
Bu model ülkenin inşaat malzemesi, eşyası üreten sektörlerine talep sunarak onları beslemiştir ama kendisi yalnızca rant, komisyon üretmiş, diğer bir deyişle ülkede üretilen toplam artıkdeğerden beslenerek birikim yapmıştır, onu üreterek değil. Dahası Türkiye’nin ahbap çavuş kapitalizmi, ülkede üretilen artık-değerin çok üstünde bir büyümeyi dış borçlara dayanarak sürdürmüş. Rant gelirleri gittikçe artan oranda ülke dışından gelen kaynaklarla gerçekleşmiştir.
Bu süreçte elde edilen rantın önemli bir kısmı da siyasal İslamın yönetici sınıfı içinde paylaşılmak üzere servete dönüşerek ekonominin üretim ve tüketim devrelerinin dışına, bazı durumlarda da ülke dışında çıkmıştır.
Çok, kabaca betimlediğim bu manzara karşısında uluslararası sermaye, sürdürülemez bir borçlanma süreciyle yüz yüze olduğunu görmeye, bu piyasayı terk ederek, risk primi daha düşük piyasalara yönelmeye başlamıştır. Küresel finansal kriz içinde merkez ülkelerde, merkez bankalarının faizleri yeniden artırmaya başlaması süreci daha da hızlandırmıştır. Bu gidiş içinde bir döviz ve borç ödeme krizinin patak vermesi kaçınılmazdır.

Ve seçenekler
Bir mali kriz patlak verdiğinde kapitalizmin dinamikleri, ödenemez hale gelen borç stoku üzerinde oluşmuş işletmelerin, istihdamın ve ekonomik büyümenin dayandığı zemini yıkar. Eğer bu yıkım doğru yönetilebilirse, yeni bir ekonomik büyüme başlayabilir. Ancak kapitalizm yalnızca ekonomi değildir. Bu yıkım sürecinin politik, toplumsal maliyeti de, her zaman egemen sınıfın iktidarını tehdit edecek potansiyellere sahiptir.
Kapitalizmin sınırları içinde, tüm seçeneklerin yolu hep bu yıkımdan geçecektir. Örneğin radikal bir seçenek olarak borçların ödenmemesi, konvertibilitenin kaldırılması, sermaye hareketlerinin denetlenmesi söz konusu olabilir. Ancak bu seçenek, dış kaynak girişini durduracağından, dış kaynak girişine dayalı kapasiteler hızla yok olacak, iflaslar, işsizlik hızla artacak, tüketim düşecek, özel sektörün borç ödeme kapasitesi hızla eriyecek, kimi bankalar, AVM’ler batacaktır.
Daha az radikal bir seçim olan IMF yardımı, ülkenin kaynaklarının öncelikle borç ödemeye ayrılmasını dayatacak, ekonominin geri kalanını daralmaya zorlayacaktır. Yine yıkım, iflaslar, işsizlik...
Bir üçüncü, çok daha radikal bir seçenekten, birinci seçeneğin bir versiyonu olarak düşünülebilir. Bu versiyonda ahbap çavuş kapitalizmi içinde toplumsal artık-değeri yağmalayarak biriken servetler yeniden ekonomi içine çekilerek, yıkımın şiddeti sınırlanabilir. Dış kaynağa eskisi kadar bağımlı olmayan, ya da bu bağımlılığı kontrol edebilen yeni bir ekonomik model aranabilir. Bu da tabii ki bugünkünden farklı bir siyasi şekillenmeyi, devlet biçimini, hatta kapitalizmin sınırlarını zorlamayı gerektirecektir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları