Bir semptom olarak ‘Fazıl Say olayı’

24 Ocak 2019 Perşembe

“Fazıl Say olayı”, iki “bedenin” buluşmasına, birbirlerini “görmesine” indirgenemez. İndirgenebilseydi bu kadar çok tartışma yaratmazdı. “Fazıl Say olayı” iki olanaksız arzunun beklenmedik bir biçimde buluşmasının bir semptomudur.

İki olanaksız arzu
Birincisi, siyasal İslamın arzusudur. Siyasal İslam, devletin biçimini değiştirmeyi başardı. Ancak, toplum üzerinde, bu devlet biçimine uygun totaliter toplumsal denetimi kuramadı. Siyasal İslam, genel seçimleri, özel önlemler almadan kazanmasına olanak verecek bir çoğunluğun “rızasını” hâlâ alamıyor. Çünkü, siyasal İslamın “hakikat rejimi” hâlâ karşıtından (“ötekisi”, hatta bir gün geri gelerek hesap soracak Nemesis’inden) kurtulamadı.
Siyasal İslam, “toplumsal mühendislik” sürecinin artık bir sınıra dayandığını, “ötekini” kısa ve orta dönemde yok edemeyeceğini görüyor; rejimini, kazanımlarını koruyacak bir biçimde konsolide etmek, böylece “normalleşmek” istiyor. Siyasal İslamın muhalefeti dağınıktır, bir karşıt hegemonya projesinden yoksundur. O da bir tıkanıklık ile yüz yüzedir. Muhalefetin Cumhuriyetçi kanadının, sadakatinin kaynağı olan “olaya” nostaljisi, onu siyasal İslamın rejimiyle “ulusal çıkarlar” zemininde sık sık buluşturuyor. Bu buluşma liberal entelijansiyaya rejimin karakterini, onu “ebed müddet” bir devlete ve ulusalcılığa indirgeyerek gizlemesine yardımcı oluyor.
Muhalefetin sosyalist kanadı, işçi sınıfının şekillenmesinde, ekonomik krizin, teknolojik gelişmelerin, siyasal İslamın toplumsal mühendislik projesinin etkileriyle yaşanan, kültürel dönüşümleri görmezden gelen, adeta özselci bir işçi sınıfı anlayışı (metafiziğiyle) rejimi bir ekonomik modele (neo-liberalizme) indirgemekteki ısrarı, siyasal İslamı siyasi - ekonomik çözümlemelerin dışında bırakmaya devam ediyor. Böylece, sosyalist kanat, kendisini daha baştan etkisizleştiriyor.
CHP’nin rejimi meşrulaştırma makinesine dönüşmesi, sosyalistlerin çalışma tarzının bir fark yaratmaması bir tıkanıklık yaratıyor. Bu tıkanıklıktan kaynaklanan çaresizlik algısı, giderek daha fazla kayba uğramadan, tamamen yok olma noktasına gelmeden, var olmaya devam etmeye olanak verecek bir konsolidasyon arzusunu besliyor.

Lider ve rejimi
Bu iki konsolidasyon arzusu, her iki kanadın bir uzlaşma noktası bulmasını gerektiriyor. “Say olayı” böyle bir nokta bulunabileceğine, moda deyişle toplumdaki toksik kutuplaşmanın aşılabileceğine ilişkin, İmamoğlu kimliğinde şekillenen fanteziyi (pardon umutları diyecektim) güçlendirdi.
Bir uzlaşma olabilmesi için tarafların bir şeylerden vazgeçmeyi kabul etmesi gerekiyor. Halbuki, siyasal İslamın konsolidasyon arzusu, bir şeylerden vazgeçmeyi değil, bugüne kadar elde ettiği kazanımlarını “ötekine” kabul ettirmeyi, bu kazanımların dünyasını “normalleştirmeyi” gerektiriyor.
Muhalefetin konsolidasyon arzusu, bugüne kadar yaşadığı kayıplara ek olarak nelerden vazgeçmeyi gerektiriyor? Tüm yaşadıklarına karşın seçimlerin bir anlamı olduğunu mu, siyasal İslamın “siyaset rejiminin” eğitim sistemini, kadın - çocuk politikasını mı, rejimin hapishanelere doldurduğu gazetecileri, öğrencileri unutmayı mı, ya da bunların kaderini liderin insafına bırakmayı kabul etmesini mi gerektiriyor? Bugün “buluşma noktası”, “toksik kutuplaşmanın” aşılması, var olanın normalleşmesi anlamına gelmiyor mu?
E
rdoğan ile rejimi birbirinden ayrı düşünmeye çalışan (“ne yapsa karşı çıkmak” apolitiktir filan), daha doğrusu ikisi arasındaki ilişkiyi kurmakta zorlanan yaklaşımlar, ne yazık ki “Say olayının” neyin semptomu olduğunu görmemizi zorlaştırıyor.
Gerçekten, rejimi Erdoğan’a indirgemek, “her şeyi” Erdoğan’ın yaptığını düşünmek, bu “her şey”in içi doldurulmadığı, siyasi anlamı ortaya konamadığı takdirde, yanlıştır. Bu “her şey” bir rejim değişikliği için gereken adımlardır. Bu adımlar, toplumu siyasal İslamın iktidarına götüren adımlardır. Erdoğan yaptıklarını, kişisel kaprislerinin gelişigüzel dışavurumları olarak değil bir siyasi tarihsel, toplumsal, siyasi ve kültürel sürecin ifadesi olarak yapmaktadır. Erdoğan’la buluşan, ne yazık ki, bu Erdoğan’la buluşmuş olmaktan kaçınamıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları