Yargının kapanışı!

11 Eylül 2017 Pazartesi

Geçen hafta yeni adli yılın açılışı sırasında yaşananların yeniden kanıtladığı gibi bu ülkenin yargısı, tam anlamıyla bir kurumsal yıkım yaşıyor.
AKP-FETÖ işbirliğiyle bugünkü durumuna getirilen yargı, önce, doğanın acımasızca talanına onay verdi; sonra bu ülkenin silahlı kuvvetlerini ve Cumhuriyetçilerini kumpaslar kurarak yıllarca hapiste tuttu; yaşamlarını kararttı; AKP hükümeti ile bağlantılı, üstelik küresel boyutlar kazanan büyük yolsuzlukları ise sürekli görmezlikten geldi.
Bu kadar büyük haksızlıklar yapan yargının kurumsal yapı olarak düzeleceği gerçekte beklenemezdi. Bu yılın açılışı, yargının düştüğü acıklı durumu kanıtlıyor.
Balık baştan…
Açılıştan hemen önce yargının en üst kurumu AYM Başkanı’nın Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı karşısındaki bir davranışı çok konuşuldu. Oysa asıl konuşulması gereken AYM’nin kendi çalışma alanını daraltması olmalıydı.
Son bir yılı aşkın bir süredir ülke KHK’lerle yönetiliyor; TBMM’nin yasa yapma yetkisi elinden alınmış bulunuyor. AYM, iyice kalıcılaşan KHK uygulamaları konusunda kendisini görevsiz ilan etti. KHK ile işlerinden uzaklaştırılan 110 bin dolayında kamu çalışanına, -içlerinde açlık grevlerinde altı ayı geride bırakan Semih Özakça ve Nuriye Gülmen de var- bireysel başvuru yolunu kapattı. Dokunulmazlığı kaldırılan milletvekillerinin de bireysel başvuruları reddedildi. On aydır Meclis’te en büyük üçüncü parti olan HDP’nin Eş Genel Başkanlarını yargılayacak mahkeme bulunamıyor. Dahası, son KHK ile anayasa değiştirildi; milletvekillerinin dokunulmazlığı da fiilen kaldırıldı. AYM ortalıkta yok.
Yine açılıştan hemen önce Danıştay başkanı “CHP eski yargı düzeni değiştiği için çok rahatsız. Tek başlarına güçlü siyaset yapamadıkları için eskiden onların imdadına yargı yetişiyordu. Şimdi artık yargı bunu yapmıyor” dedi ve dahası, kimi eleştiriler üzerine de görüşünde ısrar etti.
Bu Danıştay mı ülke yönetiminin yaptıklarının hukuka uygunluğunu denetleyecek?
Açılış sırasında Yargıtay başkanının yazılı olarak hazırlanmış olan konuşmasının kuvvetler ayrılığı ilkesine ve devletin kurumlarıyla ayakta kalabileceğine vurgu yapan kısımlarını da içeren demokrasi ve hukukun üstünlüğü ile insan hakları, ancak kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulandığı yönetim sistemlerinde gerçek anlamına kavuşabilir.
“Kuvvetler ayrılığı ilkesi, demokrasinin, hukuk devletinin ve insan haklarının en önemli teminatıdır” bölümünü okumaktan kaçınması başlı başına kurumsal çürümüşlük göstergesidir.
Ayrıca sağlıklı hak dağıtımı üç ayak üzerinde durabilir; savcı, avukat ve hâkim. Bu yılın açılış töreninde Türkiye Barolar Birliği başkanına konuşma yapma olanağı tanınmaması, yargının halka en yakın ayağının yok sayılmasıdır.
Gelişmeler şu soruyu kaçınılmaz kılıyor:
Niyet şeriat mı?
Kamuoyu yoklamaları, toplumun yargıya olan güveninin yüzde 30’lara gerilediğini söylüyor. Eğer yargıyı bugüne getiren düzenlemeler tümüyle tersine çevrilerek adalet perisi siyasetin elinden kurtulamazsa, bu topraklarda adaletin “a”sı yaşayamaz.
Yoksa yapılmak istenen halkı bıktırarak önce Osmanlının Mecelle hukukunu, daha sonra da şeriatı getirmek midir? Sakın, eğitim giderek medrese eğitimine dönüştürülerek ve aile bağı için imam nikâhı esas alınarak, şeriata dayalı yargının altyapısı oluşturuluyor olmasın?
Bu sorulara kesinlikle hayır denilmesi gerekiyor.

***

Umarım, Cumhuriyet’in beş emekçisi, A. Atalay, M. Sabuncu, K. Gürsel, A. Şık ve Y. E. İper bugün, siyasetin yargıya karışması sonucu diğer özgürlüklerini yitirmiş olanlar da en kısa zamanda kurtulur ve bu topraklara şeriat gelmez!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerelde yeşermeli 25 Mart 2019

Günün Köşe Yazıları