Alaska gibi...

Alaska gibi...

02.03.2024 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

1916 yılının kış aylarında Avrupa’dan dünyaya, tuhaf bir cinnet hali, trans hali, huzursuzluk, Parkinson gibi değişik semptomlarla kendini gösteren sıra dışı bir hastalık yayılmaya başladı. En sonunda doktor Economo, hastalığı teşhis etti ve ona “uyku hastalığı” adını verdi. Sonraki on yıl boyunca beş milyon kişi bu salgından etkilendi. Hastalığa yakalananların büyük çoğunluğu hayatını kaybetti. Geriye kalan çoğunluk ise “uyku”nun içine gömülmüş olanlardı. Yıllarca bir hastane odasında, hareket edemeden, konuşamadan deyim yerindeyse sadece nefes alarak yaşadılar. Hastalığın çaresi tam elli yıl sonra bulundu. Bu sayede binlerce kişi hayata döndü.

***

Harold Pinter, bu hastalığı önce bir öyküsünde sonra da oyununda kullandı. Pinter’in kahramanı Deborah çocuk yaşta “uyku hastalığı”na yakalanmış, tam yirmi dokuz yıl sonra uyanmıştı. Ama bu süre içinde ailesi dağılmış, ölümler yaşanmış, onun için dünya bambaşka bir gezegen halini almıştı. Bu yirmi dokuz yıl, neredeyse her şeyin durduğu bir dönemdi. Deborah’a uyandıktan sonra yatağa bağımlı, uyku içinde geçirdiği günler sorulduğunda tek bir şey döküldü dudaklarından: “Alaska gibi.”

***

Bir süredir adeta “derin dondurucu”da uyku halinde yaşayan geniş kesimler, milliyetçilik, ırkçlılık dalgasına koşut olarak artan azgın kapitalizmin pençesinde oltada balık gibi debeleniyorlar. Üstelik av mevsiminde olduklarının ayrımında bile değiller. Çoğunun, Deborah gibi salgından etkilenen bir uyku haline gömülmese de gelecekte bu zamanları “Alaska” olarak niteleyeceklerinden kuşkum yok. Çünkü dünyanın her yerinde iktidar, varlığını sürdürmek için orta sınıfın rızasını almak zorunda hissediyor kendini. Gönüllere hitap edecek sahte formüller peşinde koşuyor. Ya otoritesini artırıyor ya da sermaye sınıfını ürkütmemek için yeni gündemler belirliyor. Öte yandan emekçiler daha beter bir sefalete sürüklenirken zenginler daha çok zenginleşmenin kapısını aralıyor. Geriye tek bir önerme kalıyor: Yeter ki kurulu düzen sekteye uğramasın!

***

Buna karşın doğa üst düzeyde kirletiliyor. Atıklar yeryüzünü kaplıyor. Özellikle gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelerde çölleşme artıyor. Bir anlamda iklim krizi üstünden bu ülkelere sömürgeci politikalar dayatılıyor. Bu yıl Avrupa Birliği Kopernik İklim Değişikliği Servisi dünyanın küresel ısınma eşiği olan 1.5 C’nin ilk defa aşıldığını açıkladı. Bilim insanları Sanayi Devrimi’nden sonraki en sıcak dönemden geçtiğimizi söylüyor. Biz gündelik hayat gailesini sürdürürken dünya da görülmemiş bir hızla yok oluyor.

***

Harold Pinter, oyununu Oliver Sacks’ın, “Uyanışlar” anlatısından yola çıkarak yazmıştı. Sacks da 1920’li yıllarda görülen “uyku hastalığı”na yakalanan ve yaşamsal faaliyetleri sıfır noktasına düşen insanların öyküsünü anlatıyordu bize. Hastalar, doktor Sacks’ın gözetiminde aldıkları mucize ilaç L-Dopa sayesinde hayata dönüyor, böylece yıllar süren aradan sonra yaşamın içine karışıyordu. Ancak bunca zaman sonra hayata karışmak hiç de öyle kolay olmuyordu. Bu çelişki uzak mesafeden komik, yakın mesafeden ise son derece trajik ilişkiler düzlemini imliyordu bize. “Uyanışlar”, bilimin gücü sayesinde yeniden hayata dönen insanları anlatıyordu.

***

Oysa ekolojik sistemin doğal yenilenme kapasitesinin işlevsiz olduğu bir noktada büyük bir çöküşe doğru gideceğiz. Belki dünya bir daha uyanmamak üzere çökecek. Şüphesiz bir salgınla insanların üstüne karabasan gibi çöken bir sistemi karşılaştırmak öyle kolay değil. Ancak içinde bulunduğumuz noktada şunun altını çizmek gerekiyor: Çevresel bozulmaların genel bilançosunun şüpheye yer bırakmayacak derecede ekside olduğu gerçeği. Ayrıca iklim krizi karşısında insan refahı yönündeki çabaların son derece yetersiz olduğu da ortada. Ancak görünen o ki neoliberal politikaların sınırsızlığı bizi hızla içinde olduğumuz gezegenle büyük bir uyku haline itiyor. Görünen gerçeğe yaklaşmadan rüyada yaşıyoruz.

***

Geçen hafta öldürülüş yıldönümü olan yazar, şair, çevirmen Sabahattin Ali ne demişti? “Biz istiyoruz ki bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun! Herhangi bir karar alınırken İzmir’deki ortak tüccar, İstanbul’daki ahbap milyoner değil, bu kararın altında beli bükülen, çoluk çocuk inleyen yığınlar göz önünde tutulsun!” İşte bu yüzden uzun zamandır hayatımız derin dondurucuda olmasa da Alaska gibi! Üstelik dokuz işçi hâlâ toprak altındayken...

Yazarın Son Yazıları

Erhan Gökgücü Ödülleri

Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanında aklımda ellenmeden duran bir bölüm vardır.

Devamını Oku
29.11.2025
Çocuk Mezarlığı

Geçtiğimiz hafta Urfa’da marangoz atölyesinde çalışan bir çocuk işçi cezalandırılmak maksadıyla önce soyuldu.

Devamını Oku
22.11.2025
Evler...

Gülten Akın “Evler” şiirinde dediği, “Odaları şarkı tutan ev/ biri mistik biri güncel biri öyle eski/ pancursuz, yeşile gizli, çekilmiş yarışmalardan, melâli hüzünden ayıran ev/ işte o ev”di bizim ev de...

Devamını Oku
15.11.2025
Bizi Öldürdükleri Yer: İlhan Erdost Mezarlığı

12 Mart’ın hemen sonrası.

Devamını Oku
08.11.2025
Otel odalarında…

Otel odalarında…

Devamını Oku
01.11.2025
Bir Davanın Düşündürdükleri: Toplumsal Cinayet

Golding’in “Sineklerin Tanrısı” romanı, dünyanın en güzel adalarından birinde geçer: Mercan.

Devamını Oku
25.10.2025
Kitabın onurunu korumak

D.H. Lawrance “Kitaplar” adlı denemesinde, “Bir kitap iki kapaklı bir yeraltı kovuğudur. Yalan söylemek için eşi bulunmaz bir yer...” diyor.

Devamını Oku
18.10.2025
Okan Toygar’la Ataol Behramoğlu söyleşisi: ‘Hayatımız Güzeldir’

Yıl: 1983. Tren iki saat kadar rötar yaptığı Kapıkule’den ayrılmak üzere.

Devamını Oku
11.10.2025
Bir kadının hikâyesi

Kardeşim Zeynep Altıok’la birlikte geçtiğimiz haziran ayında Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla Asım Bezirci üzerine bir panel gerçekleştirmiştik; şimdi de Bezirci için o panelden yola çıkarak hazırlayacağımız bir kitap çalışması için kolları sıvadık.

Devamını Oku
04.10.2025
Dil Derneği’nin Dil Bayramı’nda Yaşar Kemal

“Çocukluğum cennetimdi.” Annemle birlikte Türk Dil Kurumu’nun merdivenlerinden tırmanır...

Devamını Oku
27.09.2025
Çizgi roman denilince...

90’lı yıllarda Ankara’da bir üniversite öğrencisiyken ders çıkışı sınıf arkadaşımla sahafları dolaşırdık.

Devamını Oku
20.09.2025
Hangi 12 Eylül?

Yıllar önce okumuştum Yiğit Bener’in yazdığı “Eksik Taşlar” romanını.

Devamını Oku
13.09.2025
Kültürün demokratikleşmesi için festivallerin yaygınlaşması

Son yıllarda “kültür politikası” üzerine çok sayıda çalışmanın karşımıza çıktığı bir gerçek.

Devamını Oku
06.09.2025
Yanı başımızda oluşan nefret dili

Coetzee’nin çok sevdiğim romanı “Utanç”a, bir “modern diller” hocasının, Cape Town Teknik Üniversitesi’nde “romantik şairler” konulu bir ders verirken öğrencisiyle yaşadığı rahatsızlık verici ilişkiyi sorgulayarak başlarız.

Devamını Oku
30.08.2025
İki deprem: Sındırgı depremi ile siyaset depremi

“Hadi, gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları,/ Küllerini şu talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları...”

Devamını Oku
16.08.2025
Gazze’de katliam, dünyada ikiyüzlülük

Geçtiğimiz günlerde son on beş yıldır Gazze’ye gönüllü olarak giden İngiliz doktor Nick Maynard’ın İsrail’de devam eden gaddarlığı anlattığı haberler yansıdı basına.

Devamını Oku
02.08.2025
Adalet terazisi

Paris’te bir sonbahar günüydü...

Devamını Oku
26.07.2025
Attila Jozsef dosyası

“Notos” dergi bu ayki sayısında Sevgican Yağcı Aksel’in hazırladığı Attila Jozsef dosyasıyla okurla buluşuyor.

Devamını Oku
19.07.2025
Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Devamını Oku
12.07.2025
Bir yangının külü...

Yanıyoruz. Hem de birer ikişer değil, azar azar değil, biner biner...

Devamını Oku
05.07.2025
Bilimden yana edebiyata doğru

Bizlerin yaşam döngüsü tam otuz iki yıldır ortaçağ karanlığı olarak nitelendirdiğimiz Sivas katliamının yaşandığı o kara günde saklı...

Devamını Oku
28.06.2025
Nükleer savaş dersleri

Bazı kitaplardan bazen bir duygu tohumu, bir im kalır geriye.

Devamını Oku
21.06.2025
Siz Nihat Genç deyin ben abi…

Gökbilimciler, iki yıldızın evrende çarpışmasını “birleşme” olarak yorumlar...

Devamını Oku
14.06.2025
Cezaevi kapısında...

Bugün bayramın ikinci günü. Canımız sıkkın, yüreğimiz buruk. Düşünceleri nedeniyle kırk kilit altına alınanlarla özgürce buluşuncaya kadar tadımız tuzumuz yok!

Devamını Oku
07.06.2025
Sarıyer Edebiyat Günleri

Geçtiğimiz hafta pazar günü Sarıyer Belediyesi’nin düzenlediği “12. Sarıyer Edebiyat Günleri”nde “Öykücülüğümüzün Yüz Yılı” başlıklı bir panelde Sadık Aslankara, Özcan Karabulut, Hürriyet Yaşar’la birlikte konuşmacıydım.

Devamını Oku
31.05.2025
Bir Aydınlanmacı: Refik Ahmet Sevengil

Elimde uzun süredir Cemal Ünlü’nün kaleme aldığı “Söylemenin Vakti Var: Bir Yirminci Yüzyıl Bilgesi: Refik Ahmet Sevengil” kitabı var.

Devamını Oku
24.05.2025
İç sıkıntısı

Umutsuzluk ölümcül sayılabilecek bir hastalıktır. Büyük iç sıkıntıları daha çok geçmişle değil gelecekle ilişkilidir. İnsan geçen günlerden çok gelecek günlere ilişkin kaygı duyar.

Devamını Oku
17.05.2025
Dün, bugün, yarın

Dün, bugün, yarın

Devamını Oku
10.05.2025
Bir ‘örgü’ meselesi

Bir ‘örgü’ meselesi

Devamını Oku
03.05.2025
Yazarın masası

Yazarın masası

Devamını Oku
26.04.2025
Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Devamını Oku
19.04.2025
İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

Devamını Oku
12.04.2025
‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

Devamını Oku
05.04.2025
Hüzünlü bir tiyatro günü

Hüzünlü bir tiyatro günü

Devamını Oku
29.03.2025
Onur mücadelesi

Onur mücadelesi

Devamını Oku
22.03.2025
Başka bir sağlık sistemi mümkün

Başka bir sağlık sistemi mümkün

Devamını Oku
15.03.2025
‘Kadınlar da Vardır’

‘Kadınlar da Vardır’

Devamını Oku
08.03.2025
İç dökümü

İç dökümü

Devamını Oku
01.03.2025
Kral Çıplak

Kral Çıplak

Devamını Oku
22.02.2025
Saklı bir tarih: ‘Ankara Öykü Günleri’

Saklı bir tarih: ‘Ankara Öykü Günleri’

Devamını Oku
15.02.2025