Sevgi Soysal’ı düşünürken...

Sevgi Soysal’ı düşünürken...

23.11.2024 04:01
Güncellenme:
Takip Et:

Sevgi’nin bu dünyadan ayrıldığı yıl doğdum ben. Gözlerimi açtığım Türkiye 12 Mart sonrasının sancısını çekiyor, dönemin karanlık şiddeti sokaklara taşıyor, siyasi cinayetler peşi sıra yaşanıyor, devlet ve politikleşmiş, bir bakıma politikleşmek mecburiyetinde kalmış birey arasındaki çatışma günbegün artıyordu. Toplumsal kırılganlık hızlı iktidar değişimlerine ve bunun sonucunda kısa süreli koalisyonlara yansıyor, yönetim zafiyeti bireylerin huzursuzluğunu katlıyordu. Sevgi’nin hemen hemen bütün romanlarına kaynaklık eden Ankara’da, tam da onun anlattığı semtlerin arasında Kavaklıdere’de küçük bir evde büyüdüm. Dolayısıyla Çankaya tepesinden Etlik, Keçiören tepesine, Samanpazarı eşrafına, Kale içine, Yenişehir’e, kısacası her satırında Cumhuriyetle birlikte bir anlamda icat edilmiş bir şehrin yaşadığı değişim, dönüşüm, hatta sistemli bir yok oluşun izini sürdüm. Yenişehir’de Bir Öğle Vakti romanındaki, “Sanki büyük bir gürültüyle devrilecekmişçesine sallandı kavak. O her an oluşan, değişen şeyleri görmeyenler sezmediler bunu. Öğlendi. Kızılay semtinin en civcivli, gürültülü, servisi en çabuk, en ayakaltı yeri olan Piknik’in oraya akıyordu kalabalık” denilen Piknik Birahanesi’ne sandalyeye ayaklarım yere değmediği dönemde oturdum, yanındaki şarküterisinden annem alışveriş yaparken eteğini çekiştirdim. 12 Mart ruhu eve bir ıstırap gibi çökmüş, babam da darbe sonrasında Kartal Maltepe Mamak Cezaevi’nde yatmıştı. Ancak Sevgi’nin yazdıklarıyla yeniden Ankara’yı, kendimi, toplumsal ilişkiler düzleminin bir sonucu olarak iktidarlaşan bireylerin vasatlıklarını, haşinleşen yanlarını, statükonun vasatlığı koruyan kollayan haleti ruhiyesini, kadın erkek ilişkilerindeki öğretilmiş noksanlığı yorumladığım zamanlarda Sevgi yoktu artık! 

***

Sevgi, Yürümek romanında kendi kendi anlatımıyla; “Her attığı adımı ilerleme sanan, bu nedenle biraz erken ve çabuk yorulan bir kadının, yanlışlara yanlış ad koya koya vardığı labirent içinde, duyduğu kaçınılmaz bunalımları, belirli ve sağlıklı kuralların içinde değişen doğayı, sağlam durumlar ortasındaki bireysel çırpınışların anlamsızlığını, o zamanlar bildiğim ve anlatmak istediğim daha birkaç şeyi sığdırmıştım bu kitaba; sığdırmak istemiştim” düşüncesidir. Biraz da yaşadığımız toplumlar ile özgürlük düşüncesi arasına sıkışan, iki arada bir derede kalan biz kadınların ilerleme, adım atma, bir şeyleri geride bırakma sancısıdır. Bazı meslek grupları vardır... İnatla onlara “Neden bu mesleği yaptıkları sormamaları istenir!” Mesleği icra edebilmek adına önkoşuldur bu... İyi bir askerin, “Neden öldürüyorum” diye sorması abesle iştigaldir. Dolayısıyla Kant ahlakını da elinin tersiyle itmesi gerekir. Kadınlığın da ülkemizde kimi gerekleri itirazsız yerine getirmesi, bunun için de kendini sorgulamaması, “görev”lerini yerine getirmesi kaçınılmaz olarak istenir. Yürümek bu cesaretin edebi estetikle harmanlanmış kocaman bir adımıdır bana göre... 

***

Öte yandan Sevgi’nin büyük romancılığına çıkan köprü bir dönemin ruhuna uygun bir dille yorumlandı hep. Çünkü Sevgi de hayatına kattığı insanlar da 68’in ruhunu en içten şekilde yaşıyorlardı. Ülkenin atmosferi yasak yayınlarla, yaşasın kahrolsun sloganlarıyla, öğrencilerin öncülük etmek istediği proleter örgütlenmesiyle, bildirilerle oluşsa da hatta bu kuşak ülkenin değişmesine hizmet etmek isteyen bir ruha sahip olsa da Sevgi dönemin diğer romancıları gibi Türkiye’nin tarihsel bir izdüşümünü eserlerine olduğu gibi yansıtmıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, 12 Mart denince Sevgi Soysal’ın başına gelenler ortadadır, adeta simge isimdir o. Yaşananlar aradan bin yıl geçse dahi bizlerin vicdanını kanatmaya devam edecektir. Böyle bir noktada da her ne kadar Sevgi Soysal’ı yalnızca 12 Mart içinde değerlendirmenin yanlışlığına değinilse de hayatının eserleriyle kurduğu ilişki anlamında, darbe ve sonrasıyla kurduğu yakınlığı es geçmek olası değil. 

Ama sıradan bir Sevgi Soysal okuru, yalnızca 12 Mart döneminde yaşanan acıları öğrenmek için onun, bugün bize hâlâ en özel alandan seslenen eserlerini okumaz. Onun içimizi cız ettiren, devletin yapısını gösteren, odağına kadınları alarak onların ayakta durmak adına dürten, zaman zaman ölümcül - katı gerçekliği önümüze koyarken, bir anda uçurumda açan çiçek gibi gülümseten, sahici, hakiki yanı gösterir. 

***

Politik olaylar özellikle bu döneme ilişkin romanlar değerlendirildiğinde Füruzan’da, Adalet Ağaoğlu’nda, Erdal Öz’de hatta Burhan Günel’de fonda daha ayrıntılı olarak yer alıyorken, Sevgi’de bireyin kıstırılmışlığı, yalnızlığı, yırtma çabası, ayakta kalma direnci, en önemlisi ise insana dair insani kılan özellikleri, yeri geldiğinde zaaflarıyla kurduğu değer yargıları çatışması öne geçer. Özellikle daha eril bir atmosferi nedeniyle Şafak ve otobiyografik anlatısı cezaevinde geçen Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşunu dışarıda bırakarak yazıyorum bu satırları. Dolayısıyla 12 Mart romancılığı içinde dar bir alana hapsedemeyiz Sevgi’yi. Hapsedilmemeli zaten! Dahası toplumsal yaşama nostaljik olarak bakamayıp bugüne taşıdığımız, içselleştirdiğimiz çok yan var Sevgi’de. Üstelik Sevgi 12 Mart romancılığından ayrı olarak sınıf çatışmasının keskin kalın çizgileri yerine sınıfsal değişim ve dönüşümün toplumsallıkla olan bağını yeri geldiğinde otoriteyle olan ilişkisini ince alayla ele aldı. 12 Mart romanlarında otoriteye başkaldıran ve bunu erkeklik onuruyla biçimlendiren yapıya da farklı bir yerden bakmayı başardı.

***

Bu anlamda tıpkı Bachmann’daki gibi hatta Malina eserindeki kadınlık halini yeniden ele alma kendini kandırma ve dünyayı yeniden kurgulama becerilerisiyle kurduğu ortaklık benzer bir ironik biçimde soktu bizi. Yeri geldiğinde Yürümekte olduğu gibi kasımların ayakta kalma becerisinin ne derece zarar verici ve ruh emici olduğunu da göstermeyi başardı. Hatta yine Bachmann’ın; “bir ölüyüm ben dolaşıp duran/artık hiçbir yerde kaydım yok/bilinmiyorum mülki amirim görev yerinde” dizelerinde olduğu gibi ölüme nanik yapacak kadar hoş geldin dedi ona. Üstelik kadınlara dayatılan suçluluk duygusunu yaşama ve itiraz etmemede ortaklıkları vardı. 

***

Dün Sevgi’nin ölüm yıldönümüydü. Maltepe Belediyesi’nin düzenlediği “Sevgi Soysal’ı Kadınlar Anlatıyor” etkinliğinde yazarın kızı Fında Soysal ve Senem Timuroğlu ile konuştuk. Bunca zaman sonra yeniden Sevgimizi andık. Ne acı ki bir karanlığın içinde hapsolmuş yaşarken ve bireysel olarak ses çıkartmamız üstüne konuşurken onu okumaya daha çok ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü barışa ihtiyacımız var. “Barış adlı çocuk” çoktan büyüdü ama biz toplumsal barışı göremedik.

Yazarın Son Yazıları

Erhan Gökgücü Ödülleri

Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanında aklımda ellenmeden duran bir bölüm vardır.

Devamını Oku
29.11.2025
Çocuk Mezarlığı

Geçtiğimiz hafta Urfa’da marangoz atölyesinde çalışan bir çocuk işçi cezalandırılmak maksadıyla önce soyuldu.

Devamını Oku
22.11.2025
Evler...

Gülten Akın “Evler” şiirinde dediği, “Odaları şarkı tutan ev/ biri mistik biri güncel biri öyle eski/ pancursuz, yeşile gizli, çekilmiş yarışmalardan, melâli hüzünden ayıran ev/ işte o ev”di bizim ev de...

Devamını Oku
15.11.2025
Bizi Öldürdükleri Yer: İlhan Erdost Mezarlığı

12 Mart’ın hemen sonrası.

Devamını Oku
08.11.2025
Otel odalarında…

Otel odalarında…

Devamını Oku
01.11.2025
Bir Davanın Düşündürdükleri: Toplumsal Cinayet

Golding’in “Sineklerin Tanrısı” romanı, dünyanın en güzel adalarından birinde geçer: Mercan.

Devamını Oku
25.10.2025
Kitabın onurunu korumak

D.H. Lawrance “Kitaplar” adlı denemesinde, “Bir kitap iki kapaklı bir yeraltı kovuğudur. Yalan söylemek için eşi bulunmaz bir yer...” diyor.

Devamını Oku
18.10.2025
Okan Toygar’la Ataol Behramoğlu söyleşisi: ‘Hayatımız Güzeldir’

Yıl: 1983. Tren iki saat kadar rötar yaptığı Kapıkule’den ayrılmak üzere.

Devamını Oku
11.10.2025
Bir kadının hikâyesi

Kardeşim Zeynep Altıok’la birlikte geçtiğimiz haziran ayında Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla Asım Bezirci üzerine bir panel gerçekleştirmiştik; şimdi de Bezirci için o panelden yola çıkarak hazırlayacağımız bir kitap çalışması için kolları sıvadık.

Devamını Oku
04.10.2025
Dil Derneği’nin Dil Bayramı’nda Yaşar Kemal

“Çocukluğum cennetimdi.” Annemle birlikte Türk Dil Kurumu’nun merdivenlerinden tırmanır...

Devamını Oku
27.09.2025
Çizgi roman denilince...

90’lı yıllarda Ankara’da bir üniversite öğrencisiyken ders çıkışı sınıf arkadaşımla sahafları dolaşırdık.

Devamını Oku
20.09.2025
Hangi 12 Eylül?

Yıllar önce okumuştum Yiğit Bener’in yazdığı “Eksik Taşlar” romanını.

Devamını Oku
13.09.2025
Kültürün demokratikleşmesi için festivallerin yaygınlaşması

Son yıllarda “kültür politikası” üzerine çok sayıda çalışmanın karşımıza çıktığı bir gerçek.

Devamını Oku
06.09.2025
Yanı başımızda oluşan nefret dili

Coetzee’nin çok sevdiğim romanı “Utanç”a, bir “modern diller” hocasının, Cape Town Teknik Üniversitesi’nde “romantik şairler” konulu bir ders verirken öğrencisiyle yaşadığı rahatsızlık verici ilişkiyi sorgulayarak başlarız.

Devamını Oku
30.08.2025
İki deprem: Sındırgı depremi ile siyaset depremi

“Hadi, gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları,/ Küllerini şu talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları...”

Devamını Oku
16.08.2025
Gazze’de katliam, dünyada ikiyüzlülük

Geçtiğimiz günlerde son on beş yıldır Gazze’ye gönüllü olarak giden İngiliz doktor Nick Maynard’ın İsrail’de devam eden gaddarlığı anlattığı haberler yansıdı basına.

Devamını Oku
02.08.2025
Adalet terazisi

Paris’te bir sonbahar günüydü...

Devamını Oku
26.07.2025
Attila Jozsef dosyası

“Notos” dergi bu ayki sayısında Sevgican Yağcı Aksel’in hazırladığı Attila Jozsef dosyasıyla okurla buluşuyor.

Devamını Oku
19.07.2025
Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Devamını Oku
12.07.2025
Bir yangının külü...

Yanıyoruz. Hem de birer ikişer değil, azar azar değil, biner biner...

Devamını Oku
05.07.2025
Bilimden yana edebiyata doğru

Bizlerin yaşam döngüsü tam otuz iki yıldır ortaçağ karanlığı olarak nitelendirdiğimiz Sivas katliamının yaşandığı o kara günde saklı...

Devamını Oku
28.06.2025
Nükleer savaş dersleri

Bazı kitaplardan bazen bir duygu tohumu, bir im kalır geriye.

Devamını Oku
21.06.2025
Siz Nihat Genç deyin ben abi…

Gökbilimciler, iki yıldızın evrende çarpışmasını “birleşme” olarak yorumlar...

Devamını Oku
14.06.2025
Cezaevi kapısında...

Bugün bayramın ikinci günü. Canımız sıkkın, yüreğimiz buruk. Düşünceleri nedeniyle kırk kilit altına alınanlarla özgürce buluşuncaya kadar tadımız tuzumuz yok!

Devamını Oku
07.06.2025
Sarıyer Edebiyat Günleri

Geçtiğimiz hafta pazar günü Sarıyer Belediyesi’nin düzenlediği “12. Sarıyer Edebiyat Günleri”nde “Öykücülüğümüzün Yüz Yılı” başlıklı bir panelde Sadık Aslankara, Özcan Karabulut, Hürriyet Yaşar’la birlikte konuşmacıydım.

Devamını Oku
31.05.2025
Bir Aydınlanmacı: Refik Ahmet Sevengil

Elimde uzun süredir Cemal Ünlü’nün kaleme aldığı “Söylemenin Vakti Var: Bir Yirminci Yüzyıl Bilgesi: Refik Ahmet Sevengil” kitabı var.

Devamını Oku
24.05.2025
İç sıkıntısı

Umutsuzluk ölümcül sayılabilecek bir hastalıktır. Büyük iç sıkıntıları daha çok geçmişle değil gelecekle ilişkilidir. İnsan geçen günlerden çok gelecek günlere ilişkin kaygı duyar.

Devamını Oku
17.05.2025
Dün, bugün, yarın

Dün, bugün, yarın

Devamını Oku
10.05.2025
Bir ‘örgü’ meselesi

Bir ‘örgü’ meselesi

Devamını Oku
03.05.2025
Yazarın masası

Yazarın masası

Devamını Oku
26.04.2025
Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Devamını Oku
19.04.2025
İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

Devamını Oku
12.04.2025
‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

Devamını Oku
05.04.2025
Hüzünlü bir tiyatro günü

Hüzünlü bir tiyatro günü

Devamını Oku
29.03.2025
Onur mücadelesi

Onur mücadelesi

Devamını Oku
22.03.2025
Başka bir sağlık sistemi mümkün

Başka bir sağlık sistemi mümkün

Devamını Oku
15.03.2025
‘Kadınlar da Vardır’

‘Kadınlar da Vardır’

Devamını Oku
08.03.2025
İç dökümü

İç dökümü

Devamını Oku
01.03.2025
Kral Çıplak

Kral Çıplak

Devamını Oku
22.02.2025
Saklı bir tarih: ‘Ankara Öykü Günleri’

Saklı bir tarih: ‘Ankara Öykü Günleri’

Devamını Oku
15.02.2025