Düşüncelerimizi şekillendiren tarihsel perspektifler genellikle alışageldiğimiz kalıplar içerisinde kalır; oysaki “yeni”, sabit bir yapıdan çıkmamız gerektiğini gösterir.
Bir katılığın arkasında yatan siyasal, sosyal ve ekonomik dinamikleri radikal bir şekilde değiştirip yeniden tasarlasak, belki de insanların potansiyellerini eşsiz bir biçimde ortaya koyabilecekleri yeni bir sistem oluşturabilir, hem bireysel hem de toplumsal anlamda yeni, geleceğe yönelik bambaşka kapılar açabiliriz.
Cumhuriyet de bu anlamda, yalnızca modern ulus-devlet oluşumlarının bir unsuru değil, aynı zamanda toplumda yeni kolektif hafızanın, değerlerin ve ideallerin bir yansımasıdır.
Antik Roma'dan Fransız Devrimi'ne, oradan modern Türkiye'ye uzanan süreçte, Cumhuriyet, insanlık tarihine damgasını vurmuş bir yönetim modeli olarak, toplumlara özgürlük, demokrasi ve adalet gibi evrensel değerler sunmuştur.
Tarihte farklı dönemlerde, farklı coğrafyalarda ortaya çıkmış olsa da omurgasını egemenliğin millete ait olması, hukuk devleti ve birey haklarının korunması ilkeleri şekillendirir. Ayrıca toplumsal hareket olarak Cumhuriyet, sınıf farklılıklarını azaltma çabası güderken, eşitlik anlayışını da ön plana çıkarır.
Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti de tarih sahnesine çıktığı günden bu yana sadece yeni bir kimlik yaratma süreci ve politik yapısıyla değil, sosyo-kültürel dinamikleriyle de bir yenilik sürecidir. Yani Cumhuriyet, Türkiye'nin çok katmanlı yapısında bir “ulusal” kimlik inşa etmekten, bir yönetim şeklinin değişiminden ibaret olmayıp, toplumsal, kültürel ve entelektüel bir devrimi de temsil etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk ve silah arkadaşlarının öncülüğünde inşa edildi. Bu süreçte, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla ortaya çıkan boşluğu doldurmak amacıyla kurulan modern bir devlet olarak, çeşitli devrimlerle büyüdü. Hakimiyet-i Milliye gazetesinin 29 Aralık 1923 tarihli nüshasında çıkan “Dahili Islahat Vesilesiyle” başlıklı yazıda şöyle deniyor: “Mücadelenin birinci devresinde vatan kurtuldu, ikinci devresinde millet kurtulacaktır, eser henüz tam değildir.” Hakimiyet-i Milliye’nin milletin kurtuluşu dediği ikinci devre, Cumhuriyet’tir ve evet, eser Cumhuriyet ile tamamlanacaktır.
Tam da bu yüzden Cumhuriyetin ilanı, yüz yıllar boyu süregelen ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle zirveye ulaşan bir dizi sosyo-politik değişimin sonucu olarak doğdu. Cumhuriyet, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, köklerini Batılı modernizmden alan ve fakat Anadolu'nun tarihsel gerçekleriyle sentezlenen bir anlayışın ürünüydü. Bu yüzden bu yenilik süreci, yalnızca siyasi bir devrimden ibaret değildi; aynı zamanda sosyolojik ve kültürel bir yapılanmaydı.
Cumhuriyet, bireyin özne olarak tarih sahnesine çıkışını da simgeliyordu. Osmanlı'nın çoklu kimlik yapısından modern ulus-devlete geçiş süreci, bireyin kamusal alanda daha etkin bir rol almasını sağladı. Bu süreç, "vatandaş" kavramını yeni baştan tanımladı.
İnsan doğasındaki özgürlük arzusunu kurumsal bir yapıya dönüştürüp, bireyin toplumsal, siyasal ve ekonomik hayatta kendini ifade edebilmesini sağladı. Yani 1923'teki bu devrim, tarihi ve siyasi bir perspektif ile kültürel ve sosyolojik bir derinliği de içeriyor.
Cumhuriyet, başlangıcından itibaren demokrasi ve insan haklarını temel taşlar olarak kabul etmiştir. Örneğin, kadınların kamusal alanda daha aktive olması sağlanmış, eğitim ve çalışma haklarında büyük ilerlemeler kaydedilmiştir.
Toplumsal cinsiyet eşitliği, eğitimdeki reformlar ve sanatın demokratikleşmesi Cumhuriyetin sağladığı en önemli sosyo-kültürel transformasyonlardandır.
Cumhuriyetin eğitimde gerçekleştirdiği reformlar, sadece bilgi aktarımı değil, aynı zamanda düşünme biçimimizi şekillendiren bir süreçtir. Laik ve bilimsel temellere oturtulmuş eğitim sistemi, eleştirel düşüncenin gelişmesine katkıda bulunmuş, bilginin demokratikleşmesini sağlamıştır. Sanat, toplumun aynası olarak, Cumhuriyet'in getirdiği değişimleri estetize etmiştir. Resimden müziğe, edebiyattan mimariye kadar uzanan geniş yelpazedeki sanat, cumhuriyetin ideallerini yansıtmış ve toplumda dönüşümün öncüsü olmuştur.
Ancak tüm bu süreçler her zaman stabil olmamış, tarihin farklı dönemlerinde çeşitli zorluklarla yüzleşilmiştir. Bugün, mevcut politik ve sosyoekonomik dinamiklerin, cumhuriyetin bu yaklaşımıyla nasıl örtüştüğünü ve hangi alanlarda kırılmalar olduğunu değerlendirecek bir bakışa gereksinim var.
Modernleşme sürecimiz, her geçen gün farklı dinamiklerle çevrelenirken, kimi durumlar, değişimler, kazanımları derinden etkiliyor. Şimdi, Cumhuriyetin demokrasiyle olan ilişkisini değerlendirmek, kazanımlarını doğrudan ele almak kritik öneme sahip. Cumhuriyetin temel ilkeleri olan laiklik, demokrasi, milli egemenlik ve hukuk devleti gibi kavramlar, ayrı bir önem kazanıyor. Bu bağlamda, Cumhuriyetin ilerici yapısı nasıl korunabilir ve daha da nasıl geliştirilebilir gibi sorulara yanıt aramak gerekli...
Prof. Dr. Ünsal Yavuz; “Cumhuriyet mi, demokrasi mi? “ sorularını “Geçmişte çeşitli nedenlerle demokrasiye ara verilmiş, verilmek zorunda kalınmıştır; ama demokrasiye dönülmüştür; onun için ben bu noktada Cumhuriyet mi, demokrasi mi diye sorulduğunda, ‘demokrasiye ara verilir ama dönülür, fakat Cumhuriyet’e ara verildi mi, Cumhuriyet gitti gider’ derim. Bu nedenle öncelikli olarak üzerine titrememiz, sahip çıkmamız gereken cumhuriyettir.” diye cevaplar.
Ünsal Yavuz Hoca’ya göre cumhuriyetin üzerinde yükseldiği en önemli sütun laikliktir. “Birçok İslami Cumhuriyet var etrafımızda, oralarda demokratik hak ve özgürlüklerin varlığından söz edebilir miyiz? Edemeyiz; çünkü bu ülkeler laik değil. Demokratik hak ve özgürlükler laikliğin olduğu topraklarda yetişir, kök salalar, güçlenir, büyür.” diyen Yavuz; cumhuriyetin ayakta kalabilmesi için laiklik sütununa sarılmamız gerektiğini vurgular.
Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Ali Murat Özdemir de 2015’te bir gazeteye verdiği mülakatta bugünün güncel tartışmalarını görmüş gibi şunları söylüyor: “Türkiye’nin anayasaya değil, toplumun kahir ekseriyetinin ehvenişer kabilinden de olsa kabul edebileceği bir bütünleştirici cumhuriyet projesine ihtiyacı var. Projenin eksikliğinde akdedilecek yeni anayasa -içinde ne olursa olsun ama ne olursa olsun- önceki Anayasa gibi ciddi meşruiyet problemleri yaşar. Meşru olmayıp da hukuki/yasal olacak olan bir metni üretmenin gizli bir mantığı olabilir. Yeni anayasa diye birtakım partilerle anlaşarak, birilerini ayartarak, söz vererek yapacağınız Anayasa eskisi kadar gayri meşru olacaktır. Ne olmalı, sorusunun yanıtı burada gizli. Ha, meşru olmayacak olan yeni anayasanın sunacağı şiddet imkânları ilginizi çekiyor ise o başka…”
“Türkiye’de bugün en büyük sorun hâkim bir cumhuriyet projesinin bulunmamasıdır.” diyen Prof. Dr. Ali Murat Özdemir devamında da; “Bu da toplumsal bütünlüğün parçalanma tehlikesini beraberinde getirir. Çünkü projenin eksikliğinde ‘geleceği neden birlikte üreteceğiz’ sorusu açıkta kalır, ikna edici bir yanıtla karşılanmaz.” diyerek “cumhuriyetin üzerine neden titrememiz” gerektiğini başka bir nazardan anlatıyor.
Bu tür kapsamlar sadece geçmişi övmüyor, aynı zamanda ileriye yönelik bir bakış açısı geliştirmeyi de amaçlıyor. Sonuç olarak, cumhuriyetin 101. yaşını kutlarken, bu yolculuğunu anlamak; geleceğe dair umutları, toplumsal bir sorumluluğu canlı tutmak önemlidir. Cumhuriyetin tarihsel birikiminden, modern dünyadaki yeri ve gelecekteki potansiyeline kadar geniş bir perspektifte değerlendirilmesi zorunlu…
Çünkü, Cumhuriyetin zincirlerinden kurtulmaya çalıştığı eski yapılar ve katı gelenekler, bir yönüyle hala etkin.
Esasen 101. yılında, Cumhuriyet sadece bir tarihsel miras değil, aynı zamanda yarının dünyasına ışık tutacak bir felsefe. Bir tarih ya da bir ideoloji olmanın ötesinde, bir yaşam biçimi…
Bu yaşam biçiminin sürdürülmesi ve güçlendirilmesi, toplumsal birliktelik ve dayanışma ile mümkün. Gelecek nesillerin, Cumhuriyetin temel değerlerini sahiplenmesi ve onları geliştirmesi en büyük temennimiz. Herkes için daha adil, daha özgür ve daha kapsayıcı bir dünya idealiyle, Cumhuriyetin aydınlık yolunda ilerlemek hepimizin ortak sorumluluğudur.