Barınma nefsi müdafaadır
Ülker koca şiddetine dayanamaz, bir gece evi terk eder. Gidecek yeri yoktur… Üstelik bulunmasın diye kimliğini de saklamak ister. Yine çok etkileyici bir romanla okurunun karşısına çıkan Seray Şahiner ile buluştuk.
Kadın sorunlarını ve acılarını dile getiren Seray Şahiner ile yedinci romanı Ülker Abla için buluştuk. Ülker Abla görünmemeyi göze alarak koca şiddetinden kaçan, zeki bir kadın. Günümüz dünyası bizi kendimiz hakkında ne hissettiğimizi daha iyi anlayabilmek için başkalarının hayatlarına karışmaya itiyor, ahlakçılık çukuruna düşürüyor. İyilik yaparak da vicdanlarımızı hafifletip hak elde ettiğimizi sanıyoruz. Ya adil davranmak? Bunu ne kadar başarıyoruz?
Ülker Abla’yı okurken satır aralarında bu sorgulamaları yaptım. Yaşamak için ölmeyi göze alan, kimsesizlerin kimsesi Ülker Abla’yı mutlaka okuyup kucaklamalısınız. Seray Şahiner ile ilk defa sohbet ettik hatta dertleştik. Kadın hallerinden, yaşamdan, zor günlerden konuştuk. Daha çok yollarımız kesişecek biz işe yarar işler yapmaya ve kadının sesini yükseltmeye devam edeceğiz.
Kadın meselelerine önem veren ve dile getiren bir yazarsın. Yeni romanında “kimsesizlerin kimsesi” Ülker Abla’ya hayat veriyorsun. Fikir nasıl doğdu?
Sokağı kullanma biçimleri üzerine çok kafa yoruyorum. Barınma kavramını odağa alan bir metin yazmak istedim. Ve bir tanıdık karakterim bana el verdi diyelim: Ülker, Antabus’ta geçen derkenar bir karakterdi. Şimdiye kadar yazdıklarım içinde en sevdiğim kahramandı. Biraz da figüranları başrole çıkarma huyumun etkisi oldu ve Antabus’tan bağımsız bir Ülker Abla kitabı yazmaya başladım. ‘Barınma nefsi müdafaa’dır diyen bir kitap aslında bu. Başka çare olmadığı için bir yerde kalmak zorunda olmak, bazen şiddete maruz kalmak anlamına da geliyor. Evinden başka gidecek yeri olmadığı için yıllarca kocasından gördüğü şiddete katlanan, bir gece aniden evi terk eden bir kadın Ülker. Gidecek yeri yok, üstelik hiçbir yere kayıt vermemesi lazım ki kocası onu bulamasın. Ülker bir geceyi geçirmek için hastanenin bekleme salonunda sabahlıyor ve orada kayıt dışı kalmanın bir yolunu arıyor, can havliyle üretiyor da: Refakatçi olarak kimsesiz hastalara refakatçilik etmeye başlıyor.
Ülker Abla’nın gördüğü şiddet, acısına rağmen hayatı eğlenceli algılaması, sorgulamaları beni etkiledi. “Belki biz de Allah’ın televizyonuyuzdur. Bize bakıp kendini oyalıyordur.” Bu bakış çok etkileyici. Hepimiz kendi Show’larımızdayız belki de. Anlatsana Ülker Abla hayata nereden bakıyor?
Ülker, anlatı içinde evrilen bir karakter. Evinden ilk çıktığında, sokaktaki MOBESE’lerin gözünden bakıyor kendine, acaba bunlardan birine takılmış mıyımdır? Kocam beni bulur mu? Sonra dikiz aynasından bakıyor, acaba dışardan bana bakanlar hakkımda ne düşünüyor, tuhafsıyorlar mı diye… Bazen kasten kendi şovunu yapıyor, refakatçilik ettiği hastaları oyalamakla mükellef hissediyor kendini, biraz da sevilmek için aslında. Ama şunu görüyor: Sevilmekten önce garipseniyor. Ülker, başkalarının gözünden bakıldığında gidecek yeri olmayan, çaresiz bir kadın, insanlar onu garipsemek zorunda hissediyor, aksi taktirde denk olurlar, e o zaman kime acıyacaklar? Onunla birlikte gülmek istemiyorlar ki, onun haline üzülüp bu sayede kendi hallerine şükretmek istiyorlar. Ülker, bunu fark ettikten sonra dışarı yaptığı muhabbet yayınını kesip esprisini de daha ziyade kendisine yapmaya başlıyor. Gülmeye en çok ihtiyacı olan o. Çünkü mizah onun kendini hem başkalarına hem sisteme karşı kalkanı. “Ben de size bana acıma fırsatı vermem” deme yolu. Duruşu dikleştikçe, kendine baktığı dikiz aynalarını kırıyor. Eller ne der meselesi geride kalıyor. Tek derdi kayıtlara geçmemek. Kayıtlara geçecek denli bir olay çıkarmadığı sürece kendini istediği gibi davranmakta serbest hissetmeye başlıyor. Ülker, yaşamak için ölümü göze almış bir kadın. Evinden kaçmasının, onu yakaladığı taktirde kocasını daha tehlikeli biri haline getireceğini biliyor, yine de o evi terk etmiş. En sonunda, ben kendinden vazgeçmişim, eli mi takıcam noktasına varıyor. Ülker’e göre insan kendini gözden çıkardıktan sonra dünya daha konforlu bir hale geliyor.
VERECEĞİMİZ HER SES ELZEM
Ülker Abla kocasından kaçarken hayata da tutunmaya çalışıyor. Ve bir amacı var. Hayatta kalmak! Keskin mizah duygusunu savunma sanatı olarak kullanıp hayatta kalmanın yollarını arıyor adeta. Başarabilecek mi?
Ülker, birisi kendisine teşekkür için “sağ ol” dediğinde, bunun aslında ne kadar büyük bir anlam taşıdığını biliyor. Sağ olmaktan öte sağ kalmanın... Uzun vadeli planlarla değil, can havliyle yaşıyor. Her gün hayatını yeniden kurması ve kurtarması gerekiyor. Sokağı kullanmayı öğrendikçe ömrünü uzatıyor aslında. El açmadan nereden hangi imkanı bulabileceğini fark ediyor. Bu da yaratıcılık istiyor. Mizahını besleyen şey de bu: Manevra kabiliyeti. Muradım başarması… Ama hep bir risk var. Biraz da o riskleri bertaraf etmek, çoğalmak için böyle metinler yazıyoruz belki de…
Şiddet gören, ekonomik özgürlüğü olmayan kadınların dramı ortada. Büyük büyük konuşarak onlara yardım etmiyoruz aslında. Gerçek, samimi ve işe yarar ne yapmalıyız?
Ekonomik özgürlük birçok özgürlüğün kapısını açıyor. En azından, kimi zaman bazı kapıları çekip çıkma şansı verebiliyor. Ülker, evsiz barksızken bile, ördüklerini satmaya başlıyor ki cep harçlığını çıkarsın. Tabii ki bu ilk avazda verebileceğim kolay cevap. Bazen o kapılar gerçekten kadınların üstüne kilitli oluyor. Ve dışardan bakıp canım onlar da çıkıversin demek manasız. Eğer dışarı çıkabilmişsen, içerdekiler için sesini yükseltmekle mükellefsin. Son yıllarda kadın cinayetlerini durduracağız platformu bunun için çok iyi bir örnek. Kadın cinayetleri, ev içi şiddet, sokaktaki şiddet, taciz, tecavüz mobbing, say say bitiremeyeceğimiz bin türlü zulüm için körüklenen cezasızlığın, iyi hal indirimlerinin, sessizliğin karşısında tepkimizi koymalıyız. Ülker’in en büyük korkularından biri, kocasının kendisini öldürüp ardından yine Ülker’in sağken ütülemiş olduğu takım elbiseyi giyinerek mahkemeye çıkıp iyi hal indirimi alması mesela... Bu döngüyü kırmak için her imkanı zorlamamız gerek, sokakta, sayfada, mahkeme önlerinde, vereceğimiz her ses elzem.
VİCDAN VE ÖFKEDEN YANAYIM
İnsanın ruh hallerini çok iyi sorgulamışsın. İyilik ve merhamet de en derin sorgulamalardan. Herkesin iyilik hareketi peşinde olduğu, büyük büyük şirketlerin pelesenk gibi kullandığı iyilik kavramı da sanırım en çok içi boşaltılan kavramlardan. Gerçekten neden iyilik yapar insan? Almak da vermek değil midir özünde?
Ülker Abla’nın ağzından cevap vereyim: “El derdi, insanın kendi derdini unutmak için edindiği zevktir.” Birine acımak insanı merhametli yapmıyor. Aksine o acıma halinde bir üstünlük, bir vah vah benden kötüleri de var gene halime bin şükür deyip rahatlama, velhasıl başkasının zor durumunu kullanışlı hale getirme var. Bir de birine merhamet ettiğini yüksek sesle söylemenin getirileri var tabi; iyi insan titri… Bir kartvizit. Ben vicdan ve öfkeden yanayım, elini taşın altına koymayı getiriyor.
Ülker Abla’nın. Froyd’a (Freud) kızgınlığı beni gülmekten kopardı. Haksız da sayılmaz bence. Freud, Lacan okumalarında sen de kayboldun mu? Ya da çıkışı buldun mu?
Tabii ki kayboldum. Ve rüya görmeye devam ettikçe çıkışı bulabileceğimi sanmıyorum.
SUS PAYI VEREN BİR UMUTTAN ZİYADE, HAREKETE GEÇİREN İNADA İNANIYORUM
Ülker Abla gibi söyleyeceğini sakınmayan, cesur bir kadın mısın? Hadi anlat bize Seray Şahiner’in güçlü ve zayıf yönleri neler?
Korku, cesaretin en küçük yapı taşıdır. Beni çok çalışkan yapıyor misal. Hakkını veremezsem korkusu olmasa yıllarımı bir odaya kapanıp aynı metni tekrar tekrar yazarak; kendimi sokaklara, kitaplara vurup mevzusunu araştırarak geçirebilir miydim bilmiyorum. Ben metnin içeriğine hazırlanırken onu yazma cesaretine de hazırlanıyorum aslında. Bunu da sağlayan en baştaki korku. Açıksözlülükle ilgili soruna gelince… Bunu hiç düşünmemiştim. Şimdiye kadar hiç söyleyeceğim lafı yuttuğum olmadı. Kimi zaman insanın başını ağrıtan bir durum tabii. Eskiden daha inatçıydım artık şunu biliyorum, üslupsuz yahut kaba değilim, bununla birlikte sözümü, şakamı kaldırmayacak ortamlara, içimden geleni son kez söyledikten sonra bir daha girmiyorum. Bilek güreşindense omuz silkip, omuz atıp yürüyüp gitmeyi öğrendim zamanla.
Kitabın en güzel noktalarından biri de korkularımızın bizi yaşattığı engeller. Bu korkuları yenip hayata devam etmek o kadar da kolay değil. Kadın erkek fark etmiyor. Hayata korkusuz devam etmek için neler yapmalıyız? Hala umut var mı? Ne dersin?
Hiç endişelenmemek diye bir şey mümkün mü bilmiyorum ama göze almak var. Kuvveti ondan alıyoruz bence. Hani büyük kulenin dibindeki ejderhayı yenen prensler vardı masallarda, o ejderha sistemin baskı araçlarıyla birlikte, biraz da bizim endişelerimiz artık. İkisini yenmek için de “sokağa çıkmaya” devam etmekten yanayım. Umut güzel, avuntu olarak kullanılmadığı sürece. Sus payı veren bir umuttan ziyade, harekete geçiren inada inanıyorum.
Her konuğuma soruyorum. Yemekle aran nasıl? Yemek yapar mısın? Özel bir tarifin var mı?
Açıkçası hiç huzuru mutfakta arayan bir insan olmadım. Muhabbet masaları için emek harcarım, yani kahvaltı ve çilingir sofrası için. Ama sırf doymak için yenecek yemeklerde esnaf lokantası tercihim.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 6 asker şehit olmuştu
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- ‘Toprak bütünlüğü’ masalı ve Suriye: İmkânsız bir ülke