Bir Aşkın Hüzünlü Yolculuğu: Past Lives

Bu filmde aşk karşılıklı bir bakışmadan ibaret ve fazlasını istemek daha büyük yarıklar ortaya çıkarıyor.

Bir Aşkın Hüzünlü Yolculuğu: Past Lives
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 10.12.2023 - 12:00

Aşk nedir? Yazgı mı, karşılaşma mı? Yoksa kaybedilen bir şans mı? Geçmiş yaşamlarımızın -eğer varsa- bir uzantısı mı? Aldığımız kararların bir sonucu mu? Bizim dışımızda gelişen denklemler bütünü mü? Ya da bunların hepsi veya hiçbiri mi?

“Past Lives” ile Celine Song, tüm bu soruların yanıtını öyküsünün açılış sahnesinde birbirine bakan bir çift yüzle, filminin ortasında birbirine bakan iki heykelle ve finalinde bir garajın önünde birbirine bakan iki yüzle yanıtlıyor: Aşk, bazen sadece birbirine bakan bir çift göz olabilir. Kimi zaman paralel kurgularda, farklı yaşamlarda başkalarıyla tanışan Nora ve Hae Sung’un “yeni yaşamlarına” bakışıyla kimi zaman da bir metro vagonunda veya bir atlıkarıncanın önünde birbirine kenetlenmiş gözlerle olabilir. Fakat en sonunda “Past Lives”ta aşk yalnızca bir bakıştan ibarettir...

İlk uzun metraj filmi Past Lives ile hiç başlayamamış bir aşkın, bir çocukluk aşkının yürek burkan yolculuğunu anlatan yönetmen Celine Song, “In the Mood For Love” usulü bir filmle buluşturuyor bizi. Yalınlığıyla görkemli, hüznüyle umut veren bu film, Wong Kar-Wai’nin başyapıtının melankolizmini ve tür haliyle olmasa da yaşama ve aşka ilişkin şiirsel bir gerçekçiliği bir araya getiriyor.

Filmin açılış sahnesinde bir barda sohbet eden aslında iki kişinin konuşup diğerinin dışlandığı her halinden belli olan üç kişinin kim oldukları üzerine akıl yürüten birilerinin seslerini duyuyoruz önce. Sonra bir kesmeyle, 24 yıl öncesine gidiyoruz ve az önce barda gördüğümüz Nora ve Hae Sung’un çocukluk yıllarına Güney Kore’de başlayan bir arkadaşlığın, bir aşkın, son birkaç gününe tanıklık ediyoruz.

Nora’nın ailesi Kanada’ya göç etmeye karar vermiş ve kızlarının hoşlandığı çocukla biraz daha zaman geçirmesi için hep birlikte bir parka gidiyorlar. Parkta yer alan heykeller, imgenin bir aktarımı ve ağzı açıp kapanan ve yani “sessizce konuşan” ilk heykel finale, birbirine dönük yüzlerin yer aldığı ikincisi ise kısa bir süre sonra ayrılacak Nora ve Hae Sung’un arasında açılacak mesafelerin habercisi ve simgesi oluyor. Nitekim Kanada’ya vardıklarında yeniden bir kesmeyle 12 yıl sonrasında giden ikilinin öyküsünde böylelikle ilk büyük gedik açılmış oluyor. Fakat benlik bu ya, Nora yıllar sonra yeniden bu kez New York’a göç ettiğinde, özünü hatırlıyor, geçmişini, alternatif geleceklerini sorgulamaya başlıyor ve bir şekilde Hae Sung’a ulaşıyor.

Ancak Kore usulü “in-yun”, namı diğer kader öylesine güçlü ki katedilemeyen mesafeler ikilinin öyküsünde daha büyük yarıklara yol açıyor ve o yarıklar, “aralarındaki dil farklılığının açtığı boşlukları kapatmaya çalışan” başka bir bağla, Arthur’la kapatılıyor. En azından çalışılıyor. Çalışılıyor çünkü filmin girizgâhına yeniden döndüğümüzde bu bağın kopmazlığını her bir ilk karşılaşmadan hemen önce bazen bir evin aynasına, bazen de yerdeki suya yansıyan görüntüdeki fırtınalı bir New York’u günlük güneşlik duruma getiren coşkuyu gördüğümüzde anlıyoruz.

BAKIŞLAR VE YANSIMALAR

Song, bilgelikle attığı her fırça darbesiyle, hassas ruhların ve çözülemeyen bir aşkın parçalarını inşa ediyor ve bu parçaları bakışlarla, heykellerle, yansımalarla ifade etmeye çalışıyor.

Ancak “Past Lives”ı çekici kılan karakterlerinin dışında, hüzünle çerçevelenmiş ekranın kenarına iliştirilen motifler: Keşfedilemeyen olasılıklar, kaçırılan fırsatlar, bir yerlerde asılı kalan ruhlar, kalıcı bağlar, geçmiş ve yaşamlar... Bittiğinde, tıpkı Nora ve Hae Sung’un yıllar önce baktığı heykelin “sessizliği” gibi bir sessizlikle ya da diğer heykelin simgelediği gibi boşlukla kalıyorsunuz. Nora’nın ifadesiyle, bir araya gelemeyen iki kalbin yıllar süren “çürümesinin uzun bir yolculuğu” bu...

Puanım: 8.5/10


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon