Kim hangi rolü oynuyor?

Kostümlü siyasi eylemler, absürt evlilik seremonileri, sanal kimliklerle kullanılan sosyal medya hesapları, roman kahramanlarına öykünen insanlar... Post moderizmin mitleri, çağımızda farklı "personalar" eşliğinde yaşayan benliğimizin antropolojik köklerinde var olan korku ve kendini güvende hissetme arayışı, kendine yeni mecralar arıyor, cevap ise, kendinizi istediğiniz role büründürebildiğiniz "roleplay" evrenleri.

Kim hangi rolü oynuyor?
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 02.01.2022 - 13:00

İnsan ortaya çıktıktan sonra önemli bir sorunla karşı karşıya kaldı: Kendisini düşmanca bir çevre karşısında buldu. Anlamaya kapasitesi olduğu, ancak bilgisiz olduğu için – hard disk var, yazılım yok da diyebiliriz buna – bu düşmanca çevreden hep kaçmaya çalıştı: Bütün ütopyaların, regresif arkadyaların, iyi durumda olunduğu halde hoşnut olmamanın başlıca sebepleri bunlardır. Daha farklı bir deyişle, insanı, insan yapan unsurun her hâlükârda bulunduğu durumla barışamama, boyun eğememe özelliği vardır denilebilir. Arnold Gehlen bunun arkeolojik sebeplerinin, insanın “kusurlu yaratık" olmasından kaynaklandığını belirtir.

İnsanoğlunun ne hızlı kaçabilme, ne de silah olarak kullanabileceği zehri, iğnesi, pençesi, dişleri, kanatları vardır. İnsanı insan yapan, onu maddi – ve bizim bağlamımızda çok önemli: manevi – her türlü şüpheye sevk eden ortamdan kaçabilme özelliğidir. Evrimsel olarak bu “kusurlu yaratığın” biyolojik havuzdan kaybolmamasının yegane sebebi “sıvışabilme” kabiliyeti olarak görülebilir. Günümüzde yaşayan insanlar da dolayısıyla en başarılı biçimde kızışan ortamlardan hayatlarını kurtarabilenlerin, evrimsel bağlamda halefleridir.

Gayet tabii ki ilk mitolojik öğeler de yukarıda bahsedilen bilişsel “donanımımızla” son derece ilintilidir: Bu paralel evrenler yaratarak rahatlama ilk mitik oluşumlarda “hayvanlarla” “insanlar” arasında fark olmadığı, “hayvanların” akraba olduğu şeklinde kendisini gösterir.

Hangi “hayvan” en önemli düşman ise, onunla transandantal bir akrabalık ilişkisi kurulur: Avrupa ve Asya için “likantropi” (kurda dönüşme), Güney Amerika için jaguara dönüşme gibi. Korku, görüldüğü üzere “canavarı” antropomorfize (canavar biçimli insan), insanı da “canavarlaştırarak” keskin karşıtlığın olmadığı bir “orta dünyada” buluşturuyor her iki cephenin üyelerini. Türkler örneğin kurttan türemişlerdir mitolojiye göre. Mitoloji, böyle “metamorfoz” hikayeleri ile doludur. Dinler Tarihinin daha ileri dönemlerinde bu “iki dünyayı” birleştirme kendisini “Trickster” (Düzenbaz) figüründe ve farklı dünyaların sentezlenmeleri kendisini “güven olmayan”, her an, her şeyi mümkün kılan eserikli varlıklarla gösterir:

Klasik Yunan mitolojisinin “Hermes”i hem hırsızların, hem de tüccarların tanrısıdır, hem tanrısal habercidir, baş tanrının kelamını insanlara “aktarır”, “çevirir”, hem de ölmüşlerin ruhlarına “psychopompos” (ruhların rehberi) şekliyle öte dünya yolculuklarında mihmandarlık eder: Hem en “tepeye”, hem de en “alta” ait olması, insanoğlunun dünyayı korkularını azaltmak için bütün olguları gerçekçi hale getirmesinin en klasik dışavurumudur. İnsanoğlunun bilişsel sistemi en eski çağlardan günümüze kadar bu hususta uzmanlık derecesinde evrimleşmiştir.

Film seyrederken kahramanın kıyafetlerini giymek (Rocky Horror Picture Show - 1975) veya ülkemizde popüler Osmanlı dizileri izlenirken o dönemin kılık kıyafetlerine bürünmek, son derece ikircikli bir uğraş aslında: İlkinde “sallantıda” olan haklar savunulurken, diğerinde taraf olunan siyasi görüşün kalıcılığından emin olunmadığının göstergesi olarak da yorumlanabilir.

"DIŞ DÜNYA UNSURLARI"

Dolayısıyla başlangıçtan günümüze kültür tarihine, sınırları gitgide bulanıklaşan, birbirine ozmotik biçimde geçiş yapan manikeik anlamda karşıt olan iki topografya eşlik ediyor: bütün ötekileştirmelerin kaynağında birinci doğamıza (Carel van Schaik) içkin olan bizleri sıkı biçimde birbirimize bağlayan “iç grup” dinamikleri, öte yandan bizi gerçek veya hayali biçimde tehdit eden “dış dünya” unsurları.

“Bulanıklaşma” burada sadece dışsal olarak sınırların, ırkların, devletlerin ve dogmaların – kısacası “meta öykülerin” – sıvılaşmasını kastediyor. İçsel evrim mirasında bu bağlamda kolay kolay değişim olmuyor. Demek oluyor ki eskinin emniyet duygusu veren “millet”, “din”, “emniyet” gibi kavramlar küresel biçimde aşınırken, bilişsel evrimimizin bir mirası olan, biri emniyetli, diğeri tekinsiz “iki dünya” oluşturma alışkanlığımızda bir değişiklik olmuyor, “sıvışma”, tehlikeli ortamı terk etme özelliğimiz statik bir biçimde durduğu yerde duruyor, çünkü doğal evrim, kültürel evrimden çok çok daha yavaş ilerliyor.

Klasik Modernizmde, 19. Yüzyılın sonuna doğru bu olgu kendisini “Doppelgänger” motifi ile gösteriyor. Mr. Hyde, aslında Dr. Jekyll’ın maskeli versiyonu, Dr. Jekyll’in tam anlamıyla “gizli rolü”. Aynısı Dorian Gray için de söylenebilir. Klasik erkeklik ve kahramanlık kurumu çözüldükçe, alenilik yok oldukça bu “bölünmüşlük” içsel olmaya başlıyor. Ortalık “Poker surat”lardan geçilmez oluyor.

Postmodernizmde bu ikililiğin “yan etkileri”, yani dışsal tehditlerin asimetrik bir biçimde yok olması, düşmanın belirsizliği, 11 Eylül gibi olaylar görünürde ütopik geç kapitalizm çağı bireyini baş edilemez bir paranoya ile baş başa bırakıyor. Eskinin aleni ve görünür “dış düşmanı” (Haçlı Ordusu, Müslüman Ordusu, ABD, SSCB) yerini görünmez ve komplo teorilerinin salgın gibi yeşerdiği paranoyak biyotoplara bırakıyor. Dolayısıyla aynı zamanda görünürde saldırganlığın “azaldığı” ortamda (dünyamızın hiçbir zaman şimdi olduğu kadar barışçıl olmadığı söyleniyor) grup içi dinamikler de bundan nasibini alıp, herkes kendi şahsına münhasır karşıtlıklar topografyalarını yaratmaya, tasarlamaya başlıyor: Bu da postmodernizmin doğrudan tanımlarından biridir kanımca. Kollektifin bu denli alt gruplara bölünmesi, en başta ortak anlatı, yani meta öykü denilen ortak paydayı yok ettiği için, her grup kendince "mikro-meta öykücükler"ini yaratmaya koyuluyor.

GERÇEĞİ SANALA DÖNÜŞTÜREN BİR DİNAMİK

Internet ile birlikte bu alt gruplara bölünme, “kamusal alandaki” rollerden farklı “kimliklere” bürünme adeta salgına dönüşüyor. Sosyal medyadaki sıradan hesap kimliklerinden tutun, pastiş misali yaratılan özgeçmişleri, terzide oluşturulmuş birer kıyafetmişçesine üstlerine geçirilen "persona"lar sayesinde “gerçeklik” kavramı tamamıyla altüst oluyor. “Gerçek”liği, olmayan rollere büründürmek günlük ekmek halini alınca roleplay artık roleplay olmaktan çıkıyor, gerçeği “sanala”, “sanalı” da gerçeğe dönüştüren bir dinamik olarak karşımıza çıkıyor.

Parçalanmış bir kollektifte de herkes herkes karşı olduğu için bütün kadim evrimsel mekanizmalar devreye girerek bu rollerin gerçeklikle örtüşüp örtüşmemesi önem teşkil etmiyor. Bu roleplay topografyaların en önemli “yan ürünlerinin” başında “post-truth” (gerçeklik ötesi) gelmektedir: Ne kadar mikro-anlatılar mevcutsa, o denli “doğrular” ve hatta “doğa kanunları” vardır o evrenlere dair. Oyunların bambaşka dünya simülasyonları inşa etmesi ile simülasyonların korkunç bir şiddetle “gerçeğe” dönüşmesi de bu sürecin sadece bir yan etki olduğu yadsınamaz: ABD'deki okul katliamları bu olayların hiç de münferit olmadığı gerçeğinin altını çizer niteliktedir.

Siberuzay, oyunlar, Hollywood sineması, dark web, herhangi bir ada devletindeki banka hesapları: Kim hangi rolü oynuyor, kim hangi komplo teorisinin bir parçası soruları bütünü, balta girmemiş orman karmaşasını andırdığı için, süreç bu düğümlerin çözülememesinden ötürü kendi yangınına körükle gitmiş oluyor. Bunun gayet tabii ki politik arenaya da dehşet bir etkisi var: hangi demokratın hangi mafya üyesiyle ilişki içerisinde olduğu, hangi ahlak önderinin hangi insan kaçakçısı ile işbirliği yaptığı, hangi parti üyelerinin hangi seçimden sonra hangi partiye geçeceğini büyük bir olasılıkla kendileri de bilmiyorlardır.

Prof Dr. Nevzat Kaya


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler