'Travmayı bulmak yetmez’
Bedenimizdeki ve zihnimizdeki travmaları yaratan anlar belki birkaç saniye sürüyor. Ancak o ana geri dönüp odaklanmak ve sorunla yüzleşmek belki yıllarca süren bir çalışma gerektiriyor. Barış Muslu ile 'o an'ları konuştuk.
Çok başarılı bir eğitim ve meslek kariyeri... Parlak bir mühendis olarak basamakları hızla tırmanan bir genç olan Barış Muslu’nun yaşamı 30 yaşında sağ kolunda başlayan ağrılar nedeniyle tamamen değişmiş. Tıbbi olarak nedeni bir türlü bulunamayan ağrılar onu daha önceden de ilgi duyduğu psikolojik ve nöroloji alanındaki çalışmalarına yöneltmiş. Bugün ise 7. kitabı “O An”ı Doğan Kitap’tan yayımladı. Sosyal medyadaki yüz binlerce takipçisinden birçoğu Muslu’nun geliştirdiği nöroformat yöntemiyle yaşamını daha iyi yönde değiştirdiğini söylüyor. Muslu ile travmaları ve travmalara neden olan “o an”larla nasıl mücadele edebileceğimizi konuştuk.
Travmalar ve anlar arasında nasıl bir ilişki ve etkileri açısından nasıl farklar var?
Aslında ben “anlar” derken travmaların içindeki spesifik anlardan bahsediyorum zaten. Travmaların süreleri bir saniyeyle onlarca yıl arasında değişebilir. Bir başka deyişle, eğer bir travma kısa bir an sürmediyse önemli olan o travmanın içerisindeki çok önemli anlar. Bizi hasta eden de onlar. Bir benzetmeyle anlatmaya çalışalım. Diyelim ki bir suçluyu arıyoruz. Yaşadığı şehri bulduk. Ne yapacağız suçluyu cezalandırmak için tüm şehrin üzerine atom bombası mı atacağız? Travma eğer uzun sürdüyse tek bir anda çalışılıp tamamen çözülemez. O travmayı bulmak sadece o suçlunun bulunduğu şehri bulmak gibi. Eğer adresini arıyorsak önce mahalleyi, sokağı, binayı ve daireyi bulmamız gerekiyor. Ancak o zaman suçluyu yakalayabiliriz. Beynimiz de travmaların belirli spesifik anlarında yoldan çıkıyor. O yüzden travmayı bulmak sıkıntıyı çözmeye yetmiyor. “O an”ı bulup o ana odaklanıp çalışmayı yapmak gerekiyor.
Zihinde ve bedende oluşan birikim ve stresin yarattığı sorunlar artık tıp literatürünü aşarak insanların günlük konuşma konusu durumuna geldi. Öte yandan siz birikimlerden çok anları işaret ediyorsunuz. Bu farklı bir bakış açısı. Biraz açıklar mısınız?
Burada da bir benzetme kullanalım. İstanbul bir deprem bölgesi ama depremler sürekli ve 2-3 şiddetinde depremler olarak kendini gösteriyor ve daha şiddetli depremler olmayacağını biliyoruz. Evet olduğunu hissediyoruz, sürekli oluyor ama düşük şiddetli depremler ne İstanbul ne İstanbullular üzerinde herhangi önemli bir değişim başlatamaz. Beynimizin yazılımı da aynı şekilde. Düşük şiddetli olaylara karşı yazılımda büyük bir değişiklik olmayacaktır. O yazılımın değişip vücuda zarar verecek hale gelmesi için çok daha şiddetli “anlar” yeterlidir. Stresin belirli düzeyi insanın başarısı ve kendini sıkması için “iyi” bile denebilir. Stresin yıkıcı değişimlere sebebiyet vermesi için belirli bir “an”da çok şiddetlenmesi gerekiyor.
İlginç bir ayrıntı. "Artık seminerlerimde hikâye tekniği kelimesini bile yasakladım" diyorsunuz. Oysa sizin de yakından takip ettiğinizi düşünüyorum. Dünyada hızla gelişen ve yaygınlaşan nörobilim çalışmalarında hikâyeler (rüyalar, görüler) önemli bir yere koyuluyor. Bu açıdan hikayelerle ilgili meseleyi biraz açmanızı istesem...
Burada küçük bir yanlış anlama var. Hikâyeler önemsiz demiyorum. Çalışma sırasında insanlar sadece hikâyeyi yani travmayı anlatarak, ağlayarak bir yandan da vuruşları yaparak travmaları çözeceklerini zannediyorlar. Eski kitaplarımda belirli travmaları çözdüğüm tekniğe “hikâye tekniği” ismini vermiştim. Travmaları çözmek çok daha kapsamlı bir çalışma gerektiriyor. Bu yanlış anlamayı çözebilmek adına hikâye kelimesinin kullanımını yasakladım. Yani artık hikaye tekniği demiyoruz. Buna MKB ve MKSÖ ismini veriyoruz. Mücadele, Karşıya Öfke, Suçluluk, Özeleştiri…
"Gördüğünüz duyduğunuz şey bile bazen sizi hasta edebiliyor..." Beynimizi şekillendiren pek çok "an" da aslında çok küçük yaşlardan beri maruz kaldığımız görüntü, hareketli görüntü ve videolarla şekilleniyor. Günümüzde sosyal medya bu aktarım işini geleneksel iletişim araçlarından devraldı. Çevremizdeki uyarıcıların sayısı arttı. Akla hemen çocuklar geliyor...
Sosyal medya da insanları hasta edebilir. Bizzat yaşadığımız o anlara göre şiddetleri daha düşük olur. Ama çocuklar için çok dikkatli olunması gerekiyor. Sadece sosyal medyada pornografik görüntülerle karşılaştığı için takıntıları başlamış, OKB (obsesif kompulsif bozukluk) tedavisi gören çocuklar biliyorum.
Beynin ve duyguların yeniden biçimlendirilmesi, bireysel olduğu kadar toplumsal ortak hafızada da yer etmiş olumsuz anların açığa çıkmasını akla getiriyor. Ülkemiz de ne yazık ki bu konuda çok sayıda kötü tecrübeye sahip. Çalışmalarınızın toplumsal karşılığı için ne söyleyebilirsiniz?
Evet kesinlikle. Artık çalışmalarım milyonlarca insan tarafından gerçekleştiriliyor. Sosyal medyanın kendi adıma pozitif avantajlarından birini kullanarak 3 milyonun üzerinde insanla sürekli iletişimdeyim. Hatta arada bir toplu çalışmalar yapıyoruz. Yaptığımız bir çalışmada 100 bin insan aynı anda benimle bir sosyal medya uygulamasında canlı yayında beraberdi. Düşünebiliyor musunuz aynı anda 100 bin kişinin ağlayarak duygu birikimlerini serbest bıraktığını… Bu sayıların aslında bu kadar yükselmesinin sebebi insanların fayda görmesi ve birbirine kulaktan kulağa anlatması. Keşke tüm topluma ulaşabilsek… Türkiye çok yakın zamanda kolektif bir deprem travması yaşadı. Evet belki göçük altında kalanlar ve yakınlarını kaybedenler değil ama özellikle de yıkım yaşamasa da ölümle karşı karşıya geldiğini hisseden milyonlarca insan birbirine çok yakın tercürbeler yaşadı. Hepsinin duvarları çatırdayıp, avizeleri sallandı, hepsi çocuklarına koştular, dışarı çıkmak istediler. Deprem sonrası bu durumu kendi evlerinde yaşayan kişilere toplu bir çalışma yaptırdım. Aldığımız tepkilere göre katılan neredeyse herkes fayda gördüğünü bize iletti. Travmalar asında pek toplu olarak çalışılamaz. Hikâyeler o kadar kendine özgüdür ki beraber bir çalışma mümkün değildir. Ancak gece saat 4’te yaşanan bir depremde insanların yaşadıkları o kadar birbirine yakın ki bunlara beraber çalışmak yüz binlerce hatta belki milyonlarca insanın hayatını çok daha iyi götürmek adına mümkün…Daha bir çok çeşit toplumsal travma var. Evet tevazu sahibi olmayı çok değerli bulurum ama nöroformatın geldiği noktanın gerçekten travma çözümü açısından benzerlerinden katbe kat hızlı, derin ve etkili olduğunu düşünüyorum. Keşke yüzbinler değil onlarca milyon insan faydasını görse…
Sosyal medyada sizi bir fenomen, guru ya da idol olarak gören çok büyük bir kitle var. Bu kitlenin bağlılığı size ne gibi sorumluluklar yüklüyor?
Fenomen ve gurunun pek farkında değilim. Ancak onlara öğrettiğimden çok fayda görüp çevresine anlatan çok fazla insan olmasından tabii ki çok mutluyum. İtiraf etmek gerekirse insanlar başta inanmakta zorlanıyorlar. Çünkü yayına katılanların anlattıkları, iyileşmelerin çoğu insanlara yani inanılmayacak kadar iyi geliyor. Ama anlatanların doğallığını görüp başka örnekler gördükçe farklı bir dünyanın mümkün olduğunu anlıyor, beyinlerine ve sağlıklarına çok daha farklı bakmaya başlıyorlar. Bunun ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunun farkındayım. Özellikle bu yüzden insanların tedavilerini bırakmamalarını, tüm ilaçlarını doktor kontrolünde ayarlamalarını, tüm vereceği kararları yine doktor kontrolünde vermelerini sürekli tembihliyorum. Benim anlattığım sistem tüm hastaların kesin olarak iyileşeceğinin garantisini tabii ki vermiyor. Ben hep sıkıntıların çözümü için bunu başlatan “o an”ların bulunması ve üzerinde çalışılmasını anlatıyorum. Ama o anlar her zaman bulunacak diye bir garanti yok. Bazı sıkıntılar, özellikle anne ve diğer büyüklerden bize miras kalıyor. O yüzden yapılacak her şeyin belirli bir dengede ve mevcut tedaviler devam ederken olması önemli.
KULUÇKA ZAMANI
Bu alanda çalışmaya başlamanız aslında kendinizde nedeni bir türlü bulunamayan ağrılar sonucu olmuş. Oldukça başarılı olan ve hızlı yükselen meseleki kariyerinizden veri yükü ve bilgi akışı çok karmaşık olan bir alana geçmeye nasıl ve ne gibi güdülerle karar verdiniz?
Çok güzel bir soru. Çok analitik bir bakış açısıyla bakmaya alışık bir mühendis olarak bu konularda bir şey söylemeye başlamam, söyleyeceklerimden emin olmamla başladı. Söylediklerimi söylemeden önce gerçekten de uzun süre kuluçkada zaman geçiriyorum. Bir şeyin farkına vardıktan sonra uzun süre boyunca onu gözlemliyor ve gerçekten de öyle mi diye görmeye çalışıyorum. Zaten başta “köyün delisi” gözüyle bakılsam da, söylediklerim çok büyük bir ağırlıkla fayda sağladığı için bu noktalara geldiğimi düşünüyorum. Doğruların sonunda ortaya çıkmak gibi kötü bir özellikleri vardır. Ne mutlu ki bazı konuları Türkiye’ye ilk anlatan kişi olmak bana nasip oldu. Ama açıkçası dediğim gibi emin olana kadar bekledim ve emin olduğum için fikirlerimin bu kadar arkasında durdum.
- O An, sanırım 7. kitabınız. Bu kitabın diğerlerinden farkı nedir? Nöroformat ve nörosağlık uygulamalarının yanında beynin işleyişiyle ilgili daha fazla bilgi sahibi olacaksınız diyebilir misiniz?
Nöroformat sistemini Sağlığına Format At kitabımda 2014 yılında detaylı bir şekilde yazmıştım. Aslında Nöroformat sistemi 9 yılda o kadar çok gelişti ki ben artık seminerlerimde çok daha kısa zamanda derin çalışmalar yapma detaylarını anlatıyorum. Yeni kitabım O An’da, da seminerlerimde anlattığım güncel bilgiyi herkesle paylaşmaya çalıştım.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Restoranlarda 'harcama limiti' uygulaması başladı