Kayıp Canlar
Bu topraklara doğduğumuz andan itibaren karanlık, dev bir kapının önünde buluveriyoruz kendimizi; girmeden önce yapmamız gerekenin korkunun öğrettiği o saygıyla kapıya yavaşça vurmak olduğunu biliyoruz. Bugün de o kapının ardında işlenen ders yıllar öncesiyle aynı! Bugün de, ders boyunca, birer ikişer ve çoğalarak "kaybedileceğiz”.
stiklal Caddesi'nde her Cumartesi günü bir araya gelen “Cumartesi Anneleri”, bizi ellerinde tuttukları fotoğraflardaki yüzlerin hayat hikayelerine çağırıyorlar. Gözaltında kaybedilen oğullarının, kızlarının, eşlerinin, babalarının öyküleriyle belleğimize doğru çığlıklarını yükseltiyorlar.
Cumartesi Anneleri faillerin artık bir an önce yargılanması için ve, ne acı ki, sevdiklerinin kemiklerinin kendilerine verilmesi için mücadele ediyorlar. Sorumuza yolun sonundan başlayalım utanarak; bir insan neden sevdiğinin kemiklerine ulaşmanın kavgasında bulur kendini? Bunu sevdiklerimizin yanımızda, bizimle birlikte yaşıyor olduklarından emin ve aksinin katlanılamaz acı vereceğini şimdiden duyumsayan yaşayanlar olarak soralım.
Gözaltında kaybedilenlerinin bedenlerinin "kimsesizdir" denilip boş bir alana atıldığı, adına Kimsesizler Mezarlığı denilen bu yer, utancın en açık mekanlarından biri.
Hasan Ocak'ın işkenceyle neredeyse tanınmayacak hale getirilmiş bedeni, annesinin, babasının, kardeşlerinin,
arkadaşlarının inadına sürdürdükleri mücadeleyle işte burada bulundu on beş yıl önce.
Annesi Emine Teyze, oğlunu önce sağ bulmak için, bir zaman sonra ise ölü bedenine ulaşmak için
verdiği kavgayı ve yorgunluğunu, öfkeyi, umudu ve umutsuzluğu gözlerinde biriktirmiş. 15 sene
sonra oğlunun fotoğrafını eline aldığı anda hepsi Hasan'ın yüzünde görünür oluyor birden; Emine
Ana ağladıkça kahroluyoruz.
Hasan'ın hikayesi Halil’in hikayesiyle birleşiyor, başka tarihte ve mekanda: Halil Alpsoy, bir gece eşi ve çocuklarıyla evine dönerken, dışarıda, tam evlerinin önünde zorla bir arabaya
bindiriliyor.
Gece onu arabaya bindirenler, karakolda eşi Fikriye Alpsoy'a "bizde yok," diyorlar.
On sekiz gün boyunca karakollarda onu bulmaya çalışıyor Fikriye Abla; her defasında aldığı yanıt aynı... On sekiz günün sonunda morga kaldırılmış bir bedenin, eşi olup olmadığını tespit etmesi için Ankara'dan çağırılıyor; umut bir kez daha soluksuz bırakıyor.
Bir oğulun çığlığı sadece bilinmezliğin boşluğunda yankılanıyorsa, bu Arjantinde'de, burada da ve dünyanın bütün dillerinde vahşet demektir.
Tolga Baykal Ceylan, altı senedir kayıp. Evindeki giysileri, kitapları, kasetleri, üniversitede aşık olduğu kadın için yazdıklarını topladığı defteri, çocukluğundan kalma oyuncakları, satranç takımı, hepsi onun döneceği düşünü annesinin
zihninde canlı tutarken; dönmediği her gün tüm bunlar onun yokluğunu git gide keskinleştiriyor.
Kulağında oğlunun sesiyle annesi Kadriye Abla, umuduna dokunabilmek için, tek başına ve
kalabalık mücadelesine devam ediyor senelerdir.
Şimdi o dev karanlık kapının ardındaki kara tahtanın üzerinde yüzlerce isim yazılı; birdenbire
"kaybedilen" binlerce yaşam kazılı...(Haber ve Fotoğraflar: Elçin Turan)
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!