'Açılımcılar'ın Dili
Bizim bir kaşı havada sözde ulusçu, tepeden tırnağa tutucu, “milliyetçi muhafazakâr” politikacılarımız, dil konusunda taş gibi birer “muhafazakâr”dır. Atatürk’e, Türk devrimine tepkiyi de ilkin dilde yoğunlaştırmışlardır. Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu, “milliyetçi muhafazakâr”ların sürekli saldırı alanı olmuştur. İlk dil kurultayında (1932’de), Dil Devrimi’ni “Türk rönesansı” diye adlandıran bir Fuat Köprülü, bütün devrimlerin tanığı bir Hamdullah Suphi ve Atatürk yaşamını yitirince her söylediğini yalayan birçok dönek, 1950’den bu yana “Arap’ın medeniyeti benim medeniyetimdir” diye kükreyenleri alkışlamıştır. Dağına taşına kurban olduğum yurt topraklarının, yazık ki ayrıkotu örneği dönek yetiştirme özelliği de var. Ovalar çölleştikçe dönek üretimi artıyor nedense.
Dil savaşımı
Üzülerek söylüyorum; tutucular, dil savaşımında “ilerici” bildiğimiz çoğu aydından daha tutarlı davranmıştır; Harf (Yazı) Devrimi, ilk takıntılarıdır. Bu devrim, dinle dil bağını koparmış; eski yazıya dinsel anlam yükleyen açıkgözlerin çıkar kapılarını sonsuza dek kapatmıştır. Dil Devrimi’ni de sevmezler; dil yenileşirken düşünce yenileşeceği için sorgulayan yurttaş istemezler. Sözcüklere sataşır dururlar; örneğin -m (-ım/-im/-um/-üm) ekiyle türetilen sözcükleri uyduruktur; “açılım, bilim, birleşim, çözüm, deneyim, devrim, gereksinim, gözlem, kuram, süreç, toplam, yaşam…” gibi sözcükleri, dahası “özgür, özgürlük; ulus, ulusal…” sözcüklerini de komünist uydurması diye yasaklatmışlardır. Şimdi “açılım, süreç” gibi devrim ürünlerini tepe tepe kullanıyorlar; devrimleri yadsıyanları sözcükler yakalıyor. “Nasılmış?” demiyoruz; çünkü dil, ortak iletişim aracımız. Özgürce düşünmek, düşündüğümüzü özgürce söylemek; birbirimizi doğru anlamak, kendimizi doğru anlatmak için “ortak” bir dilden başka aracımız yok. Kırk yıldır hep göz önünde olan politikacıların kullandığı dili, doğru anlamaya çalışıyorum; ne ki işi uğraşı dil ve yazın olanların çoğu, anlamakta zorlanıyorsa, varın eğitim ve gelir düzeyi açısından sürekli kışı yaşayan toplumun durumunu siz değerlendirin.
Sayın Başbakan, “Demokratik Açılım Süreci/ Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”nde devrimin iki sözcüğünü güzelce kullandı. Başlığı anladık da “proje”nin içini de çözebilsek… Sözlüklerde “açılım”ın iki anlamı vardı; son yıllarda genişledi. Dil Derneği olarak onlarca makaleyi, denemeyi vb. tarayarak sözcüğün, “toplumsal bir konuda az bilinenleri, yeterli açıklıkta olmayan değerleri, kavramları, eylemleri daha açık, daha anlaşılır duruma getirme” anlamı da kazandığını saptadık. Dün uydurma diye dışlanan bir sözcüğün yaygınlaşması bir kazanım; ancak sözcüğün temel anlamı “açılmak eylemi, açılma” olduğundan, politikacıların “nasıl, nereye, niçin, kiminle, hangi yenilik ya da hangi değişiklik…” uğruna açıldıklarını merak ediyoruz.
Eğitim sistemi dinselleştirildi
Cumhuriyetin eğitim sistemi, dinselleştirildi; okulla camiyi birleştirmek mi açılım? Devleti temsil edenlerin imam, imamların siyasetçi ağzıyla konuşması mı? Cumhuriyetin kurumlarından “TC” kısaltmasını silmek mi; bayrağın, ülkenin adını tartışmak mı? TV’lerde, üniversite gençliğine, sokaktaki yurttaşa “Türkiye Cumhuriyeti’nin adı değişsin mi?” diye utanmadan sorabilmek mi? Atatürk’ü ve devrimleri abuk sabuk savlarla sorgulatmak mı, yeni Osmanlılık özlemi mi? Türkü, Türkçeyi aşağılayarak hak aramak mı açılım?
Resmi TDK, Başbakan’a bağlı olduğundan, sözcüğü Başbakan’ın “açılım”ına uygun tanımlamış, “herhangi bir konuyla veya sorunla ilgili olarak düşünce ve uygulamalarda yeni koşulların gerektirdiği değişiklikleri veya yenilikleri yapma” demiş. Gelgelelim Başbakan’ın, hükümet sözcülerinin, AKP milletvekillerinin ve son günlerde “üstün” görev anlayışıyla yurda dağılan “akil”lerin konuşmalarında bu anlamı yakalamakta zorlanıyoruz. Başbakanı ve edebiyat doçenti Hüseyin Çelik’i, sık sık yanlış anlaşılan hükümet sözcülerini dinlerken “açılım”ın, TDK’nin tanımına uymadığını görüyor, “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Herkesin en iyi anladığı tek tümce, “Anaların gözyaşı” dinsin… Anaların gözyaşı dinsin; elbette kimse ölmesin; Atatürk’ün bize en büyük armağanı ilkin, “yurtta barış, dünyada barış” ilkemizdir; asıl kardeşlik budur! İnancı ve kökeni ne olursa olsun, herkes olup bitenleri yurttaşlık penceresinden değerlendirebilirse; ortak çıkarlara ortak akıl yürütebilirse kimse karanlık sulara açılmaz!
Gerçek kardeşlik, “birlik ve beraberlik”tir! Her birimizi bir ana doğurdu; ama bizi bir arada tutan kan bağı değildir; Sayın Başbakan’ın vurgulayıp durduğu din de değildir, yurttaşlık bilincidir! Yazık ki AKP’nin “açılım”ı kan ve din bağı üstüne kurulmuştur. Sözde aydınlar da her an kopabilecek bu bağcığa tutunmaktadırlar! “Açılımcılar”ın dili dolaşıp dururken bunu demokratikleşme sananlara ne demeli?
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- DEM Partili vekillerle 'Suriye' atışması!