'Adem Yavuz Bir Vapur İsmi Değildir'
Sevgili Adem, seni hiç unutmadık emin ol. Ama sen de bilirsin, medya hızlı çalışmak zorunda ve hele son yıllarda. Haberlere erişmek mümkün değil. Onun için senin ölüm yıldönümlerin bazen unutulmuş gibi oluyorsa da, bil ki öyle değil. Herkes var gücüyle çalışmakta. Bilirsin, ekmek aslanın ağzında.
Bu güzel başlığı yıllarca önce değerli gazeteci arkadaşımız Füsun Özbilgen, Adem Yavuz’un henüz unutulmadığı günlerde Nokta dergisine yazdığı bir yazıya atmıştı. Adem’i yitireli bu ayın yirmi beşinde 35 yıl olacak. Çok gençti. Daha henüz otuz olmamıştı. Yani şu anda henüz yaşlılık sınırlarının dışında kalıyor olacaktı eğer yaşıyor olsaydı.
Kıbrıs Barış Harekâtı yapılmış ve gazeteciler adaya üşüşmüştü. Günaydın gazetesinin foto muhabirlerinden Ergin Konuksever zaman zaman (hem de epey uzun bir süre) bizim ajansa yardıma gelirdi. Çünkü foto muhabiri olarak Zekai’den başka arkadaşımız yoktu. Ergin, Kıbrıs’a gitmeye karar verince, Adem de heveslendi. Ben itiraz ettiysem de bir biçimde Altan Öymen’in onayını alarak Ergin’le birlikte yola çıktı. Benim itirazım savaşlardan nefret etmekle ilgiliydi. Adem çok gençti. Böyle bir kaosun ortasına girsin istemiyordum. Ama benim sözüm bu kadar geçiyordu işte!
Derken kötü haber geldi. İkisi de ateş altına girmişler ve vurulmuşlardı. Ergin sırtından (kürek kemiğinin üzeri), Adem ise karnından. Tabii ki Adem’inki çok ciddi bir yerdi, ilkyardımları yapıldıktan sonra Adana Devlet Hastanesi’ne nakledildiler. O sıralar havaalanları kapalı olduğu için Ankara’ya gelemediler. Adana Devlet Hastanesi’nin başhekimi İlter Çubukçu ile görüştüğümüzde (Adını yanlış yazıyorsam bağışlasın. Galiba bu isimde bir başkası daha var.) Adem’i hastanelerinde kolayca tedavi edebileceklerini söyledi. Biz ise arkadaşımızı Ankara’da görmek istiyorduk. Nitekim Hacettepe Hastanesi’ndeki dostlarımızla konuşmuş ve her şeyi hazır etmiştik. Altan, Adana’ya gidecekti. Ama uçaklar çalışmadığı için gece otobüsüyle yanına gazeteci arkadaşımız Selçuk Altan’ı da alarak gitti. Arkadaşlarımızdan çoğu yıllık izinlerini kullanıyorlardı. Zaten çok da kalabalık bir ajans değildik. O akşam Eşref Erdem, Füsun Özbilgen, ben ve benim iki çocuğum nöbeti devraldık. Sürekli hastaneyi arıyorduk. Hiç unutamayacağımız bir davranışta bulunan telefon idaresindeki nöbetçi arkadaşlar, konuşmalarımızdan işin ciddiyetini anlayıp hatları açık tutacaklarını söylediler. O sıralar otomatik telefon olmadığı için kentler arası bağlantılar bazen saatler sürüyordu. Gecenin bir saatinde doktor telaşlı bir sesle bazı serum ve ilaçları göndermemizi istedi. Bunları bulmak için çocuklarım seferber oldu Kızılay, Hıfzıssıhha, askeri hastane ve diğer her yeri dolaştılar ama aranan ilaçlar yoktu. Bu arada diyaloğumuzun çok iyi olduğu zamanın Hava Kuvvetleri Komutanı (rahmetli) Orgeneral Emin Alpkaya ile konuşmuş ve doktorun iznini alırsam arkadaşım için bir askeri uçak vereceği sözünü almıştım. “Biner gidip arkadaşını alır gelirsin” demişti. İlaçları ona da söyledik. Kendi olanaklarıyla o da aratmaya başladı. Bu arada Altan Öymen’in eşi Sayın Aysel Öymen Almanya’daki geniş çevrelerinden ilaçları sağlamayı başardı. Alman makamları gecenin geç bir saatinde (hatta sabaha karşı diyebilirim) özel bir uçakla bunları Adana’ya gönderdiler. İçimiz tam rahat etmişken doktor yeni isteklerde bulundu. Bu kez iş çok zordu. Çünkü Ankara ve İstanbul’un en ünlü onar cerrah ve gastroenteroloğunu Adana’ya konsültasyon için istiyordu. Herkesin tatilde olduğunu söylemiştim... Sabaha karşı Günaydın Gazetesi Genel Yayın Müdürü Sayın Necati Zincirkıran’ı uyandırıp derdimizi anlattık. Hemen arkadaşlarını seferber etti. Kendi bulabildiklerimizi Ankara’da aramaya çalışıyorduk. Sayın Orhan Birgit o sıralar turizm bakanıydı. Radyo ile anons yapmasını istedik. Ama haklı olarak ancak sabah dokuzda yaptırabileceğini söyledi. Buna da razıydık. Sayın Alpkaya uçakların saat on bir civarında İstanbul havaalanında olacağını ve doktorları alıp Ankara’ya uçacağını, oradan da gelebilecek doktorları alarak Adana’ya uçacaklarını söyledi. Bu arada sabaha karşı Sayın Bülent Eczacıbaşı’nı arayıp ilaçların onların depolarında olup olmadığını da araştırmış ve bir süre sonra olmadığı yanıtını almıştık. Tüm bunlar açık telefonlarla yapılıyordu. Telefon idaresindeki arkadaşlar konuşmaları duyunca, kimi arayacağımı hemen öğrenip numarayı bağlayıveriyorlardı. Onlara buradan (otuz beş yıl sonra da olsa) minnettarlığımızı iletirim.
Sabaha doğru Altan hastaneye ulaştı. Artık doktorla değil onunla konuşuyorduk. Bizleri teselli etmeye çalışıyordu. Sabah evlerimize gidip bu 24 saatlik maratona son vermemizi, işi yeni gelen arkadaşlara devretmemizi ve uyumamızı istedi. Ama biz gene de kalabildiğimiz kadar kaldık. Maalesef kötü haber gece gelmiş ama bana haber vermemeyi uygun bulmuşlar. Sabah erken bir saatte Füsun aradı ve ağlayarak haberi verdi.
Canlı olarak değil ama şehit olarak Ankara’ya getirtebildiğimiz arkadaşımıza görkemli bir cenaze töreni yapıldı. Tüm Ankara halkı sokaklardaydı ve her yaştan kadın erkek, çoluk çocuk ağlıyordu.
Sevgili Adem, seni hiç unutmadık emin ol. Ama sen de bilirsin, medya hızlı çalışmak zorunda ve hele son yıllarda. Haberlere erişmek mümkün değil. Onun için senin ölüm yıldönümlerin bazen unutulmuş gibi oluyorsa da, bil ki öyle değil. Herkes var gücüyle çalışmakta. Bilirsin, ekmek aslanın ağzında. Nur içinde yat sevgili arkadaşımız.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- ‘Hepinize test yapalım, bakalım kim ne kadar geçiyor!’
- Erdoğan'ı protesto eden gençlere işkence iddiasına yanıt