AİHM'de Yeni Dönem...

AİHM'de Yeni Dönem...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 28.01.2010 - 06:50

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bazı devletlere karşı yapılan başvurular, mahkemenin baş edemeyeceği sayılara ulaşmış görünmektedir. Bu durumun ortaya çıkışında, mahkemenin biraz “cömertçe” hükmettiği ödencelerin (tazminatların) payı da yok değildir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa Konseyiyapısı içinde yer alan bir kurumdur; dolayısıyla, Avrupa Konseyiyle ilgili birkaç noktayı anımsamak, bu mahkemenin niteliğinin anlaşılmasına yardımcı olabilir. Adının da gösterdiği gibi Avrupa Konseyi, bir Avrupakurumu olmak durumundadır. Ancak, Avrupave Avrupalıdeyimlerinin anlamı ve kapsamı tartışmaya çok açık hale gelmiştir. Avrupa nerede başlar; nerede biter? Örneğin, Avusturyanın cahil bir köylüsü mü; yoksa Mozartın yapıtlarını seslendiren bir Japon virtüöz mü Avrupalısayılmalıdır?

Avrupa Konseyinin kurulduğu 1949 yılında, kurucular; ekonomik gelişmişlik düzeyi ve ortak kültür değerleri bakımından birbirine çok yakın 10 Batı Avrupa ve İskandinavya devletiydi. O zamandan günümüze uzanan 60 yılı aşkın dönemde, yeni üyelerin katılımıyla bu durum çok değişmiştir. (Türkiye, kurucu değildir; Yunanistanla birlikte, kuruluşun hemen ardından 1949da üyeliğe alınmıştır). Özellikle, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra oluşan yeni bağımsız devletlerin katılımı sonucunda bambaşka görünüm ortaya çıkmıştır. Rusya Federasyonunun da uzun tartışmalardan sonra, 1996 yılında üyeliğe alınmasıyla Avrupa Konseyinin coğrafi sınırları Büyük Okyanus kıyılarına kadar uzanmış; Avrupa Konseyi, Bering Boğazı yoluyla ABDnin Alaska Eyaletine, komşu haline gelmiştir.

Bugün, sayısı 47’ye ulaşan Avrupa Konseyi üyesi devletler arasında, kültür ve yaşam düzeyi açılarından derin farklılıklar gözlemlenmektedir. Örneğin, kişi başına ulusal gelir Almanya, İsveç gibi ülkelerde 35-40 bin dolar iken Arnavutluk, Gürcistan gibi devletlerde 5-6 bin dolar kadardır.

Rusya’nın üyeliği

Doğu Avrupa ülkelerinin ve özellikle Rusya Federasyonunun üyeliği Avrupa Konseyinin kimyasını bir ölçüde değiştirmiştir. Rusya Federasyonu, Sovyetler Birliğinin ardılı olarak, BM Güvenlik Konseyinde vetoyetkisi sahibi, nükleer bir askeri güç olması, geniş doğal zenginlikleri gibi nedenlerle Avrupa Konseyi içinde bir süper devlettir. Rusya tek başına bütün öteki üye devletlerle ters düşmeyi göze alabilmektedir. AİHMnin işleyişinde önemli bir reform girişimi olan AİHSye ek 14. Protokolün, 2004 yılında imzalanmış ve 46 üye devletçe onaylanmış olmasına karşın, Rusyanın tek başına muhalefeti yüzünden yıllarca yürürlüğe girememesi, bunun örneğidir.

Onaylamamış tek devlet olan Rusyanın da onayıyla 14. Protokolün 2006 yılı sonlarında yürürlüğe girmesi bekleniyordu. Ancak, Rusya parlamentosunun alt kanadı olan Dumanın, 20 Aralık 2006 günü yaptığı toplantıda, 14. Protokolün reddettiği haberi Strazburga kötü bir Noel armağanı gibi düştü! Bunun üzerine, 14. Protokolün görünür gelecekte yürürlüğe girmesinden umut kesilmiş; onun yerine 14bis Protokolhazırlanmıştır. Böylece, yürürlüğe giremeyen 14. Protokolün öngördüğü hızlandırıcıhükümlerin, bunu kabul eden devletler bakımından uygulanmasını sağlamak amaçlanmıştır.

Ancak, üç buçuk yıl kadar öncetatsızbir sürprizle 14. Protokolün onaylanmasını reddeden Rusya Duması, bu kez tatlıbir sürpriz yapmış; 15 Ocak 2010 günü 14. Protokolü kabul etmiştir. Şimdi beklenen, Rusyanın onay belgesini sunması ve 14. Protokolün resmen yürürlüğe girmesidir. Bu gerçekleşince, 1 Ekim 2009dan beri yürürlükte olan 14bis Protokolün yürürlüğü sona ermiş olacaktır.

14. Protokol \t\tne getiriyor?

AİHMnin, insan haklarının yargı yoluyla korunması alanında dünyanın en başarılı örneği olduğu kuşkusuzdur. Avrupa Konseyine üye olan 47 devletin her biri aleyhine bu mahkemeye başvurulabilmektedir. Başvuranların uyrukluğu, gerçek ya da tüzelkişi oluşları önemli olmadığı gibi,tüzelkişiliğinbulunması bile zorunlu değildir.

Bu durum, AİHMninpopülerliğiniözellikle bazı ülkelerde arttırmıştır. Aralarında Türkiyenin de bulunduğu bazı devletlere karşı yapılan başvurular, mahkemenin baş edemeyeceği sayılara ulaşmış görünmektedir. Bu durumun ortaya çıkışında, mahkemenin biraz cömertçehükmettiği ödencelerin (tazminatların) payı da yok değildir.

14. Protokol, AİHMnin olağanüstü artış gösteren iş yükünün azaltılması amacıyla, çalışmayı hızlandırıcı çeşitli yenilikler öngörmektedir. Bunların en önemli iki tanesini kısaca açıklayalım:

Birincisi; başvuruların, dinlenebilirliğine (yerleşmiş yanlış çeviriye göre kabul edilebilirliğine) ya da kayıttan düşülmesinetek yargıç karar verebilecektir. Böylece, yargıçların daha verimli kullanması olanağı doğacaktır (Şimdiki işleyişte bu iş, üç yargıçtan oluşan komitelerce yapılmaktadır).

İkincisi; dinlenebilirlikölçütleri değiştirilecektir: 14 Protokolün yürürlüğe girmesinden sonra; başvurucunun önemli bir sakıncalı durumla(zararla; dezavantajla) karşılaşmış olmaması durumunda, başvuru dinlenmezbulunacaktır. Bunun anlamı şudur: İnsan hakkı ihlali olasılığı görülse bile, konunun önemsizsayılması, başvurunun reddini gerektirecektir. Bu, çok eleştirilen bir hükümdür. Gerçi metinde mahkemece bu yetkinin kullanılmasındainsan haklarına saygı ilkesinin gözetileceği belirtilmiştir; ama amacın dava sayısını azaltmak olduğu da açık bir gerçektir. Bu, mahkemenin ulaşılabilirliğini kısıtlayacak ama saygınlığını gölgeleyecek bir durum gibi görünmektedir.

Sonuç: Ne yapılmalı?

AİHM yoluyla sağlanan korumanın ikincilnitelikte olduğu; yani, insan hakları alanındaki asıl korumanın üye devletlerin iç hukuklarında sağlanması gerektiği unutulmamalıdır. Bu koruma sağlanmadıkça, AİHMnin iş yükünü azaltmak için, başvuruları daha kolay yoldan reddetmeyi amaçlayan zorlayıcı önlemler mahkemenin saygınlığı üzerinde olumsuz etki yaratacaktır. Kaldı ki, AİHMnin daha etkin bir çalışma düzenine ulaşması için görüşler geliştirmek üzere oluşturulan 11 üyeliAkil Kişiler Komitesindeki üyeliğim sırasında edindiğim bilgiler, 14. Protokolün; başvurularıcaydırıcıve sınırlayıcıhükümlerinin pek de etkili olmayacağını ve kısa bir süre içinde yine tıkanmanoktasına gelinebileceğini göstermiştir.

Kanımca, yapılması gereken şey, iç hukuk düzeyinde zorunlu uzlaştırmagirişimi yolunu kabul etmektir. Akil Kişiler Komitesine sunduğum ve ayrıntısını İngilizce ve Türkçe olarak yayımladığım (Digesta Turcica sayı 3; TBB Dergisi sayı 67) önerim özetle şudur: Her üye devlet, AİHMye başvuruda bulunacaklarla devlet arasında uzlaştırma görüşmeleri yapılması için ortam hazırlayacak bir özerkkurum belirler ya da kurar. Burada, Avrupa Konseyince atanacak bir yetkiliningözlemciolarak bulunabileceği görüşmeler yapılır ve davanın AİHMye başvurulmadan çözüme bağlanmasına çalışılır. Bu süreç, AİHMye başvuru hakkını ortadan kaldırmayacak; sadece bir süre (3-6 ay) ertelemiş olacaktır. Bu yol başarılı olursa konu dostça çözümle kapanacak; başarı sağlanamazsa, ilgililer AİHMye başvuru hakkını kullanmakta serbest olacaklardır.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon