AKP ve 'Çevre'...

AKP ve 'Çevre'...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 22.09.2009 - 05:58

Devletin yürürlükteki anayasanın 44. maddesinde bahsolunan “toprağın verimli olarak işletilmesi ve erozyonla mücadele” ile 45. maddede belirtilen “tarım arazilerinin, çayır ve meraların amaç dışı kullanılmaması için gerekli tedbirleri alma” görevlerinden anayasa önerisinde hiç bahsedilmemiştir.

AKP tarafından, başkanlığını Prof. Dr. Ergun Özbudun’un yaptığı altı bilim insanından oluşan bir komisyona hazırlatılan -sivil- anayasa önerisinde çevre, ‘‘Çevrenin Korunması ve Milli Servetlere İlişkin Hükümler” üst kısım başlığı altında 129. maddede düzenlenmiştir... Maddenin ilk fıkra metni hükmü aynen şöyledir: ‘‘Devlet herkesin, insani gelişimini mümkün kılan sağlıklı bir çevrede yaşaması için gerekli tedbirleri alır.’’ İkinci fıkrada ise ‘‘Çevrenin en üst düzeyde korunması ve çevre kalitesinin iyileştirilmesi, sürdürülebilir kalkınma ilkesiyle uyumlu olarak, herkesin ve devletin görevidir” denmektedir.

Anayasal hükümler ve çevre

Madde metninde ilk göze çarpan, çevre hakkının yürürlükteki 1982 Anayasası’nın 56. maddesinden farklı olarak anayasal koruma altından çıkmış olmasıdır. Bunun yerine çevreyi koruma ve geliştirme görevi devlete ve herkese verilmiştir. Bu sırada devlet insani gelişmeyi mümkün kılacak sağlıklı bir çevrede yaşama için gerekli tedbirleri alacaktır. Ancak bu düzenleme, öğretide sanıldığının aksine, önerinin getirdiği belki de en masum değişiklik olarak değerlendirilmelidir. Zira çevre hakkının anayasal koruma altına alınmasının pratik sonucu bellidir: Devletten çevreye zarar verici faaliyetlerden kaçınmasını talep edebilmek ve zarar verenlere karşı birtakım idari ve yargısal yollara başvurabilmek!.. Fakat devletin ve yurttaşların çevreyi korumak ve kollamak görevi varsa, gö- revin ihmali halinde zaten aynı yollara ister istemez başvurulacaktır. (Alman Federal Anayasası md. 20 a, İsviçre Federal Anayasası md. 24, Hollanda Anayasası md. 21 gibi pek çok anayasa, çevre hakkından bahsetmeyip, çevreyi koruma ve geliştirme ö- devini sadece devlete yüklemiş, yurttaşların bu konudaki ödevine hiç değinmemiştir.) Türkiye’de çevre anlayışı anayasal bir sorun olmaktan çok, hükümetlerin kendi yandaşlarına sunacağı bir getirim kaynağı olarak görülmektedir. Sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi sınırları çevresinde son dönemde 2000’den fazla imar değişikliği yapılması bunun en yalın göstergesidir.

Anayasal yaptırımlar ve çevre

Maddenin ikinci fıkrasında kullanılan ve aynı zamanda anayasal görevin çerçevesini çizen “çevrenin en üst düzeyde korunması ve çevre kalitesinin iyileştirilmesi” ifadeleri son derece muğlaktır. Anlaşılması zor ve çevre hukuku literatürüne yabancı sözcükler yerine daha somut ifadeler kullanılmalıdır. Hatta çevreyi koruma ve geliştirme görevinin ihmaline karşılık somut anayasal yaptırımlar benimsenmelidir. Böylece, çevre sağlığının ve ekolojik dengenin korunması ihtimal hesaplarına bırakılmamış olur. Ayrıca maddenin yeni halinde sadece sağlıklı bir çevreden bahsedilmiş ve mevcut anayasanın 56. maddesinde bahsolunan ‘‘sağlıklı ve dengeli bir çevre’’ ibaresi terk edilmiştir. Fakat bu ifade tarzının da yerinde olmadığı açıktır. Zira sağlıklı çevre, çevrenin kirletilmediği ve ona zarar verilmediği bir ortamı ifade ederken, çevresel denge için esas olan kirlilik ve zarar değil, ekolojik düzenin bozulmaması durumudur.

Anayasa önerisi çevre sağlığına ilişkin dolaylı hükümler de içermektedir. Söz konusu öneride çevrenin korunması ve geliştirilmesine hizmet edecek hükümler, yürürlükteki 1982 Anayasası’nın bazı hükümlerinden ya bire bir alınmış, ya mevcut hükümlerin kapsamları daraltılmış ya da tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır. Gerçekten de ‘‘Kıyıların Korunması ve Kıyılardan Yararlanma” başlıklı 132. madde, mevcut anayasanın 43. maddesinden aynen; ‘‘Tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması” başlıklı 133. maddesi ise yürürlükteki anayasanın 63. maddesinden aynen; ‘‘Tabii Servetlerin ve Kaynakların Aranması ve İşletilmesi” başlıklı 130. maddesi ise anayasanın 168. maddesinden sadeleştirilerek aynen aktarılmıştır.

Anayasal koruma ve çevre

Buna karşılık “Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi” başlıklı 131. maddenin koruduğu alanın kapsamının 1982 Anayasası’na göre ciddi bir şekilde daraltıldığını söylemek mümkündür. Tasarının 131. maddesi bir yandan devletin, ormanların korunup geliştirilmesi için gerekli önlemler alacağından bahsederken, diğer yandan ormanların tahrip edilmesine ilişkin siyasi propaganda yapmayı yasaklayan 1982 Anayasası’nın ilgili hükmünden (md. 169 / fıkra 3) bahsetmemesi düşündürücüdür. Kısacası, orman tahribatı da artık siyasi yaşamın bir parçasıdır. Bu hükmün önemi, orman sınırlarında daraltma sayılmayan orman vasfını kaybetmiş alanların -ki aynı hüküm mevcut anayasanın 169. maddesinin son fıkrasında da yer almaktadır- gerçek ve tüzelkişilere devrinde anayasal süreyi 23 Temmuz 2007’ye kadar ileriye çeken hükümle (Tasarı md. 131 / fıkra 4) birlikte değerlendirildiğinde daha da ön plana çıkmaktadır. Zira 1982 Anayasası’nın 169. maddesinin son fıkrası ile önerinin 131. maddesinin dördüncü fıkrası birlikte ele alındığında, 31 Aralık1981 ile 23 Temmuz 2007 arasında orman vasfını kaybeden araziler, yabancı-yerli sermaye ayrımı olmaksızın gerçek ve tüzelkişilere devredilebilecektir. Önerinin 131. maddesinin son fıkrasında bu tür arazilerin devrinde fiilen bu arazileri kullananlar ile orman köylülerine öncelik verileceğinden bahsedilmesi ise “Dostlar alışverişte görsün” hükmündendir. Bir kez orman köylüleri, Türkiye’de milli gelirden en az payı (yaklaşık 250 - 300 dolar) alan kesimdir. Böylesine düşük bir gelirle maddi değeri oldukça yüksek olan bu türdeki arazilerin orman köylülerince devralınmalarının beklenilmesi, hayal gücü sınırlarını oldukça zorlamaktadır. Kaldı ki söz konusu anayasa tasarısı mevcut 1982 Anayasası’nın 170. maddesinin aksine orman köylülerinin korunup desteklenmesine ilişkin herhangi bir hüküm de içermemektedir.

Tüm bunların dışında, devletin yürürlükteki anayasanın 44. maddesinde bahsolunan “toprağın verimli olarak işletilmesi ve erozyonla mücadele” ile 45. maddede belirtilen “tarım arazilerinin, çayır ve meraların amaç dışı kullanılmaması için gerekli tedbirleri alma” görevlerinden anayasa önerisinde hiç bahsedilmemiştir.

Öneride yeni kuşak insan haklarından olan ve çevrenin korunmasına hizmet eden “İnsanlığın Ortak Malvarlığına Saygı” ve “Barış Hakkı” gibi dayanışma haklarına da hiç değinilmemiştir.

Bu ülkeye belki de şimdi bir “Çevre Açılımı” gereklidir!..

Tevfik Sönmez KÜÇÜK Yeditepe Üni. Anayasa Huk. Ana Bil. Dalı Araş. Gör.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler