Amerikan 'Batı'sının iki yüzü

Tiyatro Baykuş ikinci yılına Sam Shepard'ın ünlü oyunu 'Vahşi Batı' ile girdi. Sahnede yavaştan başlayıp gitgide yoğunlaşan 'şiddet' gösterisini, yönetmen Levent Suner, tuzu kuru 'Batı'nın, tuzu kuru olmayan ülkelere dayattığı 'yeni dünya düzeni'nin göstergesi olarak da yorumluyor.

Yayınlanma: 21.06.2011 - 12:39
Abone Ol google-news

Tiyatro Baykuş, 2010 Haziran’ında Erkan Bektaş tarafından İstanbul’da kuruldu. İlk yapım, Bektaş’ın ve Evren Erler’in yorumladığı, Brezilyalı yazar Plinio Marcos’un iki erkek oyuncu için yazılmış “Gece O Kadar Kirliydi ki İkisi de Kayboldu” başlıklı oyunuydu. İkinci yılın oyunu ise “Vahşi Batı” (‘True West’). Amerikan tiyatrosunun “ağır top”larından Sam Shepard’ın ünlü oyunu, Yıldırım Türker’in Türkçesiyle ve Levent Suner’in rejisiyle sahneleniyor.

Amerika’nın ‘Batı’sı iki karşıt olguyu çağrıştırır. Bir yandan, “geçmiş”te maden arayıcılarının, çiftçilerin, kovboyların cenneti olmuş, uçsuz bucaksız ilkel ‘Batı’yı, öte yandan, gelişmiş teknolojiyle bezeli, aşırı boyutlarda kentleşmiş, bireyler arasındaki “sıçan yarışı”nın amansızca sürdüğü “şimdi”nin uygar Batı’sını… Birbirinden bütünüyle kopmuş iki karşıt “Amerikalı kimliği”nin göstergeleri...

Yazarın dramatik arenası “aile ortamı”dır. Tüm büyük trajedilerin üstünde yapılandığı “aile içi şiddet”, “Vahşi Batı” oyununun da belkemiğini oluşturur. Shepard, oyununda, “trajik” olanın kökeninde bulunan “aile” olgusuna, “Amerikan düşü”nün vazgeçilmez unsuru olarak öne çıkartılan “aile” olgusunu da eklemlemektedir.

Oyun, birbirine karşıt konumdaki iki kardeşin buluştuğu dramatik ortamda yer alıyor. Lee, kimliğini, tıpkı babası gibi, “geçmiş”teki özgür çöl ortamındaki “ilkel” yaşam doğrultusunda biçimlendirmiş, Austin ise kentli annesinin değerlerini izleyerek “şimdi”nin “uygar” kimliğini benimsemiştir. Oyun süreci içinde, ters yönde kimlik değişimi çabasına giren iki kardeşin, “açmaz”larını aşma yolunda yaptıkları “seçim”ler izlenecektir.

Shepard, “Amerikan düşü”nü olumsuzlayan bir aile durumu çizerken, aynı zamanda Amerikalı kimliğinin barındırdığı uzlaşmaz karşıtlıkları irdeliyor. Bunu yaparken de insan doğasının labirentlerinde dolaşıyor. Sonuç olarak da oyunları hem “çok Amerikalı” hem de “evrensel”. Oyunu izlerken, bir düzlemde Amerikalı insanın “kimlik bunalımı”nın oluşturduğu karabasana tanık oluyorsunuz, bir başka düzlemde ise insanoğlunun bilinçaltında barındırdığı şiddete…

Kısacası, Lee ile Austin arasındaki amansız çatışmayı, çağdaş bir Habil-Kabil öyküsü olarak izliyorsunuz. İsterseniz, bu iki kardeşi tek bir “Amerikalı” ya da tek bir “insan” olarak kabul edin. Lee, insanın “hazza yönelik”, “vahşi” yanını simgeleyen “id”, Austin de insanı “toplumla uyumlu”, “uygar” konuma yönlendiren “süper ego” olsun. İd ve süper ego aynı bireyin psişik katmanları olarak çatışsın birbiriyle. Bu çatışma sonucunda, iç barışıklığı olan ego (ben) oluşabilecek midir? Shepard’ın yanıtı olumsuzdur.

Sahnede yavaştan başlayıp gitgide yoğunlaşan “şiddet” gösterisini, yönetmen Suner, tuzu kuru “Batı”nın, tuzu kuru olmayan ülkelere dayattığı “yeni dünya düzeni”nin göstergesi olarak da yorumlamaktadır.

“Vahşi Batı”nın sahne başarısı Lee ile Austin arasındaki ilişkinin görsel ve işitsel boyutta yoğunluk kazanmasına, neredeyse bir dans ritmine oturtulmasına bağlıdır. Oyunun bireysel oyunculuk gösterilerine olanak tanıyor olması ise sanatçılar için bir tuzak oluşturabilir.

Bu noktada yönetmen Levent Suner’in oyuncularla yaptığı çalışma gündeme gelmektedir. Kapitalist değerlerle kuşatılmış bir ortamda “normal” insan davranışları sergilediği inancında olan Austin, Kerem Atabeyoğlu’nun doğal ve sakin oyunculuğuyla canlandırılmakta, oyun süreci içinde ise gitgide çelişkili bir kişiliğe büründürülerek uygar Amerikalı’nın “normal dışı” sayacağı bir davranış biçimi içinde debelendirilmektedir. Atabeyoğlu, Austin’i “ironik” pozisyonu içinde gerçekçi biçemde, duru bir oyunculukla yorumluyor.

Burak Sergen ise Lee’yi “parodik” bir yaklaşımla çizmiş. Çünkü Lee, yolu uygar bir kentin şık bir caddesine düşmüş bir “kovboy” gibi ayrıksı (tuhaf, abartılı) bir konumdadır. Sergen, Lee’deki yorumunun gerektirdiği “grotesk”i, dizgesel (sistematik) bir bütüne ulaştırmakta, oyunun her anındaki –inceden inceye tasarlanmış- duruş, bakış, jest, mimik ve hareket düzenini şaşmaz bir disiplinle uygularken, tiyatroculuktaki ustalığını gözler önüne sermektedir.

Sevindirici olan, farklı kişiliklerin farklı oyunculuk biçemleriyle sunulmasına karşın, iki oyuncu arasındaki göz göze diş dişe iletişimin kıl payı dengeler gözetilerek sürmesidir. Ne ki bu dengenin şu ya da bu nedenle kurulamadığı temsiller “riskli” olabilecektir.

İki kardeş arasındaki yoğun itişmenin egemen olduğu ortamda bile oyunculuğunu doğal ve sevimli kılabilen yorumuyla Levent Ulukut’un, “uygar kentli” konumundan hiçbir koşulda ödün vermeyen Anne’de Tülin Oral’ın özenli yorumlarıyla, Barış Dinçel’in gerçekçi mutfak dekoru içinde değerlenen bu Sam Shepard çalışması önümüzdeki dönemde de sürecek. Kaçırmayın.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler