Anayasa Mahkemesi Başkanı'nı Eleştirmek
Basında ve medyada Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç hakkında sürdürülen tartışmalar bazı yanlışlar içeriyor. Olay fazlasıyla kişiselleştirilmiş ve siyasallaştırılmış durumda. Bunda Sayın Kılıç’ın genel tutumunun da katkısı yok denemez. Ama bu katkı, kendisi ile ilgili yanlış yaklaşımlara göre ikinci planda kalıyor.
Haşim Kılıç’a yönelik \t\tyanlış eleştiriler
Tartışmaların odak noktasında Sayın Kılıç’ın hukukçu olmaması yer alıyor. Bu doğru. Ama ihmal edilen bir nokta var: Haşim Kılıç Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) 1990 yılında atandı. Yani 18 yıldır bu mahkemede görev yapıyor. AYM’nin çalışma düzeni dışarıdan pek bilinmez. Müzakere gündeminden çok önce her üyenin önüne, işinde uzmanlaşmış raportörlerin hazırladığı onlarca dosya gelir. Bu özellik diğer yüksek mahkemelerde yoktur. Müzakerede söz sahibi olabilmek için, bu dosyaların özenle okunması gerekir.
Dosyayı okumayan üye, müzakerede hemen göze çarpar ve bu işi itiyat haline getirirse, mahkeme içindeki etkisini ve saygınlığını kaybeder.
Çünkü dosya hakkında bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz. Bu dosyaları ciddiyetle ve görev sorumluluğu içinde inceleyen üye, hukukçu olmasa bile, on yılları aşan bir süre içinde özellikle anayasa yargısı alanında uzman hale gelebilir. İşte bu noktada Haşim Kılıç’ın bir başka özelliği olan misyon duygusu, bu incelemeyi büyük bir titizlikle yapmasını sağlamaktadır.
Hiç kuşku yok ki Haşim Kılıç, en azından, kendisini başkanlığa seçen ve dolayısıyla bugün tartışılan konularda asıl sorumluluğu taşıyan üyeler kadar anayasa yargısı konusunda bilgi sahibidir. Misyon duygusuna gelince, keşke Cumhuriyet değerlerine sahip olduğunu ileri sürenler de onun kadar bu duyguya sahip olsalardı. Misyon bir yana, oraya atanma şansı bulunan ve kendi alanının uzmanı olan nice hukuk profesörünün bu kutsal göreve burun kıvırdığını yakından biliyorum. Bu koşullar altında Haşim Kılıç’a hukukçu olmadığı ve/veya dünya görüşüne uygun bir misyon üstlendiği için tarizde bulunmak anlamsızdır.
Haşim Kılıç’ın hataları
Elbette Haşim Kılıç’ın da hataları var. Ama bu hatalar Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olduğunu vurgulamasından kaynaklanmıyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararına aykırı davranılmışsa, bunu belirtmek AYM Başkanı’nın hakkı olduğu kadar görevidir de. Gerçekten de AYM kararları yalnızca yasama ve yürütmeyi değil, yargı organını da bağlar (AYM m. 153/6). Ancak bu bağlayıcılığın etkisini göstermesi için Anayasa Mahkemesi kararına aykırı bir hukuksal durumun söz konusu olması gerekir.
Tartışmayı başlatan Danıştay kararı acaba bu nitelikte midir? Bunu anlamak için, AYM Başkanı’nın görüşlerine ve Danıştay uygulamasına konu olan sorunun tespiti gereklidir. Burada söz konusu olan, 5747 sayılı Yasa’ya ekli listede adları yazılı olan 862 belediyenin tüzelkişiliklerinin, yasa gereği kaldırılarak köye dönüştürülmüş olmalarıyla ilgili bir sorundur. Bu liste, Türkiye İstatistik Kurumu’nca (TİK) düzenlenen adrese dayalı nüfus sayım sonuçları esas alınarak hazırlanmıştır. AYM kararında da belirtildiği gibi bu sonuçlar, ilgili belediyelere yazılı olarak bildirilmediği gibi, Resmi Gazete’de yayımlanmamıştır.
AYM, hukuk devleti ilkesine dayanarak dava konusu yasanın yürürlük tarihini, ilgili belediyelerin sayım sonuçlarını öğrenebilecekleri tarih olarak benimsemiş ve buna göre dava açan belediyeler açısından iptal kararı vermiştir. AYM’nin bu kararı, hukuk devletinin temel direklerinden biri olan dava hakkının korunmasını amaçlayan bir yorum içermektedir...
Böyle bir yoruma hak düşürücü bir anlam vermek mümkün değildir. Yasanın yürürlük tarihinin idari dava süresi için sabit bir başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmesi için, bunun, yasada belirtilmiş olması gerekir. Dava konusu yasada böyle bir kural yer almamıştır. İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun dava sürelerini belirleyen 7. maddesi ise dava açma süresinin, “idari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı, ilanı gereken düzenleyici işlemlerde ise ilan tarihini izleyen günden itibaren” işlemeye başlayacağını öngörmektedir. Burada kastedilen “düzenleyici işlem”, “yasa” değildir. İdarenin düzenleyici işlemleridir. Bu nedenle yasanın yürürlük tarihini esas alarak dava açan belediyelerin köye dönüşme kuralından ayrık tutulmuş olması, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak dava açma imkânının sağlanmasıdır... Böyle bir yorum, dava hakkını düşürücü bir sonuç doğuramaz. Danıştay’ın dava açma tarihi olarak AYM kararının yayımlandığı tarihi esas alması ise, AYM kararına aykırı düşmek şöyle dursun, iptal hükmünün dayanağı olan AYM gerekçesini daha da somutlaştıran bir yorumdur. Danıştay, AYM kararının yayımlanmasını, bu karar kapsamındaki belediyelerin dava açma süresini yeniden başlatan yeni bir hukuki durum olarak değerlendirmiş ve dava açma hakkını, daha ileri bir aşamaya taşımıştır. İşte Haşim Kılıç’ın hatası, herhangi bir yasa kuralına dayanmaksızın AYM kararına dava hakkını düşürücü bir anlam vermesidir. AYM’nin böyle bir yetkisi olmadığı gibi, karar gerekçesi de böyle bir anlam içermemektedir. Kaldı ki anayasaya uygun yorum kuralı, AYM kararlarının yorumlanmasında da geçerli bir kuraldır. Anayasanın 156/2. maddesi uyarınca AYM, “…kanun koyucu gibi hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez”.
AYM kararı
Mahkemenin verdiği kararın da bu kural göz önünde tutularak yorumlanması gerekir. Bu nedenle AYM kararı, aynı derecede savunulabilir iki farklı yoruma elverişli olsa bile, bunlardan anayasaya uygun olanının tercih edilmesi, anayasaya uygun yorum ilkesinin bir gereğidir.
Sayın Kılıç’ın ikinci hatası ise, bu beyanatı Başkanlık görüşü olarak verirken, kararda çoğunluk oyunu kullanan 5 üyeye danıştığını belirtmesidir. Mahkemeyi adeta ikiye bölen bu anlayış, yukarda özetlenen hatadan daha da vahimdir.
AYM kararlarının gerekçesi, Resmi Gazete’de yayımlanmakla, o yönde oy kullanmış olanların subjektif düşüncelerinden bağımsız, objektif bir anlam kazanır. Bu kararla ilgili olarak mahkeme adına görüş belirtmek zorunluluğu doğmuşsa, bunun da heyet halinde karara bağlanması gerekir. Ben inanıyorum ki Sayın Kılıç, mahkemenin görüşüne bir bütün olarak başvurmuş olsaydı, bu hatalara da düşmemiş olacaktı.
AYM Başkanı’nın görevi, mahkemeyi iki kampa ayırmak değil, mahkemenin varlık ve bütünlüğünü yargı bağımsızlığı ilkelerine uygun olarak temsil etmek, korumak ve etkili kılmaktır. Mahkemeye tanınan işlevlerin anayasanın öngördüğü, güçler ayrılığı ve “medeni işbirliği” çerçevesinde yerine getirilmesi de böyle bir yaklaşımı zorunlu kılar.
En Çok Okunan Haberler
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- ABD basınından Esad iddiası