Anayasa Mahkemesi Üzerine Yürütülen Abes Tartışmalar -I-
Yandaş ideologların yutturmaya çalıştığı gibi, asli kurucu iktidarın iradesi değildir. Nitekim birkaç yıl önce cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin anayasa değişikliğine karşı açılan iptal davası da, halkoylaması beklenmeden açılmıştır.
Türkiye, Anayasa Mahkemesi ile ilgili abes (absürd) tartışmalardan başını alamıyor. Cumhuriyet tarihinin yarım asırlık bir kurumu, haince bir saldırı altında. Gerçekler tersyüz edildi. Çoğulcu demokrasinin temel kurumlarından biri olan Anayasa Mahkemesi’ni iktidar partisine bağlamanın adı demokratik meşruiyet oldu; çoğulculuğu savunmak ise vesayetçi demokrasi. Türkiye’ye yeni bir çoğunluk diktatörlüğü yaşatılmak isteniyor. “Yandaş ideologlar” da hazır.
I. Bunlardan biri kalkmış, Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararın yok hükmünde sayılmasını öneriyor. Ve bu zırva, gazetelerde ve televizyon kanallarında günlerce ciddi ciddi tartışılıyor. Anayasaya bakıyorsunuz: “Anayasa Mahkemesi kararları kesindir/ … yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” diyor. Ama anayasa kimin umurunda. Baksanıza “Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, … bağlı kalacağına” yemin eden Sayın Cumhurbaşkanı bile, bu zırva ile ilgili düşüncesi sorulduğunda “hele bir tartışılsın görelim” diyebiliyor. Ve bu arada “ideolog”, cüppeli giysisiyle yandaş medyaya poz veriyor. Onun üzerinde daha fazla söz etmeye değmez de, benim sözüm, gözüne girmeye çalıştığı siyasal iktidara: Bu “kılavuz” size yaramaz. Yaptığı düpedüz sivil darbe kışkırtıcılığı. Mahkeme kararlarına uymamak ya da mahkeme kararlarını savsaklamak, bir suçtur. Provokasyonu yapan kişi, belki düşünce özgürlüğüne sığınarak kendini kurtarabilir, ama, bu çağrıya uyan siyasal iktidar, sorumluluktan kurtulamaz.
II. Bir başkası, Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararın yok hükmünde sayılması görüşünü, “hukuk mantığı bakımından tutarlı”, ama “siyaseten yanlış” buluyor (16.06.2010 Vatan). Belli ki “zırvaya tevil” arıyor. Ama boş bir çaba. Çünkü “zırva tevil götürmez”. Nitekim çırağın önerisi içine sinmemiş olacak ki üstat, Portekiz, Anayasası’na gönderme yaparak, Anayasa Mahkemesi kararını askıya almak üzere bir veto uygulaması öneriyor. Ama hakkını yemeyelim. Üstat hiç olmazsa çıraktan farklı olarak, bunun bir anayasa değişikliği gerektirdiğini belirtmiş. Çırak ise düpedüz sivil darbe öneriyor. Söz üstattan çıktığı için ciddiye aldım ve Portekiz Anayasası’nı taradım. Orada Anayasa Mahkemesi kararını askıya alıcı bir veto göremedim. Anayasa Mahkemesi’nin soyut ve somut norm denetimiyle ilgili kararları -tıpkı Türkiye’de olduğu gibi- kesin ve bağlayıcı. Portekiz Anayasası’na göre, askıya alıcı veto, Anayasa Mahkemesi kararına karşı değil, uluslararası antlaşmaya ya da “özerk yönetimlerin” çıkardığı bir yasaya karşı, başlatılabilecek bir süreç. Üstelik yalnızca -ilgili işlemler henüz hukuksal varlık kazanmadan- “önleyici denetim”le (öndenetimle) sınırlı bir süreç. Önleyici denetim bizim anayasamızda yer almıyor. Türkiye’de uluslararası antlaşmalar için bir ön denetim (önleyici denetim) benimsenmiş olsaydı, durumu şöyle bir örnekle açıklayabilirdik: Meclis’in uygun bulduğu bir uluslararası antlaşma, onay için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün önüne gelse, Gül isterse bu uluslararası antlaşmayı onaydan önce Anayasa Mahkemesi’ne gönderebilir. Anayasa Mahkemesi antlaşmayı anayasaya aykırı bulursa, antlaşma Cumhurbaşkanı tarafından veto edilerek Meclis’e geri gönderilir. Meclis’in bu vetoyu etkisiz kılabilmesi için, iade edilen uluslararası antlaşmayı anayasaya uygun hale getirmesi ya da üçte iki çoğunlukla kabul etmesi gerekir. Portekiz Anayasası’nın bizim soyut ve somut norm denetimine (iptal ve itiraz davalarına) koşut olan maddelerinde ise böyle bir süreç, kesinlikle yer almamıştır. Bu kadar önemli bir farkı belirtmeksizin bu uygulamayı Anayasa Mahkemesi kararına adapte etmek bilimsel etikle bağdaşmıyor. 1974’e kadar faşist diktatörlük yaşayan Portekiz’in, şimdiki anayasasından bir şeyler öğrenmek isteniyorsa, anayasa değişikliğinin maddi sınırlarını belirleyen 288. maddeye bakılsın. Böylece neredeyse tüm anayasa değişikliklerinin esastan nasıl denetlenebileceği öğrenilmiş olur.
“Askıya alıcı veto” tezi açıklanırken Polonya ve Romanya’nın da adı geçtiği için, şunu da eklemek yerinde olur. Türk Anayasa Mahkemesi, Avrupa’nın en eskilerinden biridir. Sovyet Birliği’nin çöküşünden sonra bağımsızlığını kazanan ülkeler, 1990’lı yıllara kadar hukuk devleti ya da Anayasa Mahkemesi kavramlarından habersizken Türk Anayasa Mahkemesi 1962 yılından bu yana insan haklarının, hukuk devletinin ve demokrasinin koruyuculuğunu üstlenmiştir. Belki eleştirilecek yanları çoktur ama, anayasal yargı deneyimi olmayan ülkelerden öğreneceği fazla bir şey de yoktur.
III. Bir başka abes tartışma, “Anayasa değişikliği sürecinin halkoylaması ile tamamlanacağı, yargısal denetimin ise ancak bundan sonra yapılabileceği” görüşü ile gündeme geldi. Anayasanın 151. maddesine göre “Anayasa Mahkemesi’nde doğrudan doğruya iptal davası açma hakkı, iptali istenen kanun(un),… Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altmış gün sonra düşer”. Buna ek olarak anayasanın 148/2. maddesinin son cümlesine göre: “Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz…” Başka bir deyişle Resmi Gazete’de yayımlanan bir kanuna karşı esas yönünden 60 gün ve biçim yönünden de 10 gün içinde iptal davası açılmazsa, dava açma hakkı kaybedilir. Anayasa değişiklikleriyle ilgili 175. maddenin 7. fıkrası ise aynen şöyledir: “Halkoyuna sunulan anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların yürürlüğe girmesi için, halkoylamasında kullanılan geçerli oyların yarısından çoğunun kabul oyu olması gerekir.” Görülüyor ki burada halkoylaması, sadece yürürlüğe girmenin bir koşuludur. Yandaş ideologların yutturmaya çalıştığı gibi, asli kurucu iktidarın iradesi değildir. Nitekim birkaç yıl önce cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin anayasa değişikliğine karşı açılan iptal davası da, halkoylaması beklenmeden açılmıştır.
Yasalar çoğu kez yayım tarihinde yürürlüğe girerler. Ancak bazı yasaların, Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonraki bir tarihte yürürlüğe girmesi kararlaştırılmış olabilir. Ya da halkoylamasına sunulacak anayasa değişikliğine ilişkin kanunda olduğu gibi, anayasa gereği böyle bir durum ortaya çıkabilir. Bu gibi durumlarda henüz yürürlüğe girmemiş bir yasa üzerinde de yukarıda belirtilen süreler içinde iptal davası açılması gerekir. Aksi takdirde dava hakkı düşer. Bu öylesine açık bir hukuksal gerçektir ki, konunun iyi kavranıp kavranmadığını ölçme amacıyla öğrencilerime “Yasa yürürlüğe girmeden soyut norm denetimi yapılabilir mi” sorusunu yöneltirim ve genellikle de doğru cevap alırım. Kimi öğrenciler ise dikkatsizce davranır ve yasa yürürlüğe girmeden soyut norm denetimi yapılamayacağını belirtir. Medyada akademik sıfatını unutup yeni siyasal konumunun etkisiyle aynı görüşü savunan anayasa profesörlerini dinledikçe, inanın içimi hüzün kaplıyor.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 6 asker şehit olmuştu
- ‘Bir an önce ilan etmelerini bekliyoruz’