Atila Sertel'den bir tanıklık kitabı: "O Duvarın Ardında: Ergenekon Davasına Tanık Bir Gazeteci"

Aralarında Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal, Soner Yalçın, Yalçın Küçük'ün de yer aldığı, tutuklu gazeteci ve yazarlarla yaptığı görüşmelerin notlarını, haksız yere yargılandıkları davalara yönelik tanıklığını paylaşıyor Atila Sertel kitabında

Yayınlanma: 23.07.2014 - 14:46
Abone Ol google-news

'Çalınan yılların hesabı gün gelecek sorulacaktır!'

Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Atila Sertel’in “O Duvarın Ardında: Ergenekon Davasına Tanık Bir Gazeteci” adlı kitabı raflarda. Aralarında Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal, Soner Yalçın, Yalçın Küçük'ün de yer aldığı, tutuklu gazeteci ve yazarlarla yaptığı görüşmelerin notlarını, haksız yere yargılandıkları davalara yönelik tanıklığını paylaşıyor Sertel. Silivri’de yaşanan dramın özetinin yanı sıra tarih sayfalarına onurla yazılacakların anlattıklarını bulacağınız kitapta, Gezi Direnişi'nden 17 Aralık sürecine ülkenin karşı karşıya bulunduğu dönemece dair değerlendirmeler de var. Sertel’le “O Duvarın Ardında: Ergenekon Davasına Tanık Bir Gazeteci” adlı kitabı üzerine söyleştik.

- Hapisteki gazetecilerin yaşadıklarına açtığınız o kapıyı konuşmalı en çok. O dış dünyadan, hani özgür olunan, alışveriş merkezlerinin dikiledurduğu, son teknoloji telefonların cirit attığı, esir kılınıp soyulduklarının farkında olan ve çoğu olmayan her yaştan faninin farklı ritimlerde “kop kop koptuğu” gayet hareketli dış dünyadan gerçeklerin içine açtığınız kapı... Bu açıdan Silivri'de neler görülmedi ve görüldü de görülmedi ve kitabınız neye ya da nelere çağrıdır, gözden ustaca kaçırılan ne alaşımda bir dünyayla tanıştırıyor? 
- Ergenekon davaları sürecinde yargılamaları izlemek her gazeteci için görevdi. Bunu bir tarafa bırakırsak insani olarak da bir görevdi. Yüzlerce insan değişik suçlamalarla gözaltına alınmış ve gözlerden uzak bir yerde yargılama ve tutukluluk başlamıştı. Meslek örgütünün başında olan kişi olarak haksız, hukuksuz, gerekçesiz olarak Silivri zindanlarında esir tutulan arkadaşlarımızın yanında olmak hem insanı, hem vicdani hem de mesleki dayanışma anlamında önemli bir görevdi. Ben bu görevi yerine getirmeye çalışan bir insanım. Kitapta yayımlananları da o süreçte yazdım. Sizin de bahsettiğiniz gibi dış dünyadan o demir kapıların ardına adım atar atmaz kendinizi bambaşka bir dünyada buluyorsunuz. Beton ve demir yığınlarının arasında nefes alamaz duruma geliyorsunuz. "Nasıl dayanıyorlar?” diye düşünüyorsunuz. Silivri’de arkadaşlarımız çok uzun yıllar bu zor koşullarda, tecrit altında her türlü özgürlükten uzakta tutsak bırakıldılar. Sıcak bir yemeğe, banyo yapmaya, toprağa basmaya, konuşmaya ve en çok da ailelerine, çocuklarına hasret bırakıldı. Kitabımda da “O duvarın ardında” yaşananları anlatmaya çalıştım. Yazamadığım ve dile getiremediğim acılarım da oldu üzüntülerim de. Arkadaşlarımın yaşadıklarını tam olarak yansıtmadım. Çünkü onlar bizim kahramanlarımızdı ve kahramanlar acı çekmezdi, yaralanmazdı! Yazdıklarımda duygusallığa yer yoktu. Kimse onlara acımasın ancak onların durumunu anlasın istedim. Aslında bu kitap yazdığım bir kitabın yalnızca önsözü olabilir. İçinde ben olmadan yazdıklarımın toplamı.

“TARİH DİK DURANLARI YAZAR”

- Tutsak gazeteciler sizi hüzünlendiren veya umudunuzu tazeleyen ne cümleler paylaştı sizinle ne duygudaydı? Nasıl bir direniş örneği sergilediler yakın tanıklığınızda?
- Arkadaşlarımızın tutsaklığı boyunca ziyaretlerimizin asıl amacı onlara “moral” vermek ve yalnız olmadıklarını hissettirmekti. Fakat onlar öylesine güçlü öylesine eğilmeyen insanlardı ki moral vermek için gittiğimiz ziyaretlerden onların bu azmini, kararlığını ve inanmışlığını gördükçe moral alarak çıkıyorduk. “Buraya başımız dik, alnımız açık girdik öyle de çıkacağız” dediler ve o öyle de oldu. Değerli dostum, meslektaşım Mustafa Balbay’ın dediği gibi “Bir girdiler, bin çıktılar.”

- Silivri, yöneten ve yönetilenler için lehe ve aleyhe nasıl bir milat?
- Silivri’de yaşananları tarih tüm çıplaklığıyla olağanlığı ile yazacaktır. O süreçte gerek cezaevinde yatan arkadaşlarımız gerekse bizim gibi dışarıdaki gazeteler oradaki duruşmalar, yaşanan insanlık dramı üzerine binlerce haber, çok sayıda köşe yazısı ve kitap yazdı. Bu yazılanlar tarihe not düşmektir. Haksızlıkların, hukuksuzlukların, arkadaşlarımızın ömürlerinden, ailelerinden, okurlarından çalınan yılların hesabı gün gelecek sorulacaktır. Bu süreçte toplumun geneli ciddi bir sınavdan geçmiştir ve ne yazık ki aralarında bizim meslektaşlarımızın da olduğu bazıları bu sınavda sınıfta kalmıştır. Mücadele etmek yerine boyun eğmeyi tercih etmiştir. Ama tarih asla kaybedenleri yazmaz. Tarih dik duranları, kazananları yazar.

- Silivri yargılamaları gazetecileri tutsaklığa mahkum ederken sade vatandaşı da nelerle tanıştırdı? Toplumun yaşama anlayışına, itiraz kültürüne nasıl sirayet etti? İktidar ve toplum kendi saflarında tehlikenin farkına ne kadar vardı, zayıf noktaları ne kadar idrak etti ya da etti mi?
- Başta Ergenekon olmak üzere üretilen ve türetilen diğer davaların tamamının özünde “bir korku imparatorluğu” oluşturmak vardı. En üsttekini, en tanınmışını, en çok sevilenini içeri alalım ki vatandaş da ayağını denk alsın anlayışı hakimdi tüm davalarda. Bunda bir nebze başarılı da oldular. İlk zamanlarda gazetecisinden işadamına, sanatçısından sade vatandaşa kadar herkes korktu, çekindi. Ama bu korku duvarının da kırılması gerekiyordu. Ziyaretlere başlama amacımız hem bu korku duvarının yıkılmasını hızlandırmak hem de kamuoyunu bilgilendirmekti. Yüzlerce tutuklamayla, baskıyla, para cezalarıyla oluşturulmaya çalışılan korku imparatorluğu bana göre Gezi Olayları’nda tamamen yıkıldı. Bu ülkenin aydınlık gençliği toplumun tüm kesimlerini silkelemiş ve yeni bir uyanış başladı. Özellikle Gezi olayları ve ardından yaşanan 17 Aralık süreci iktidarın da yerinde bir deyimse “ayağını denk alması”na neden oldu. Cumhuriyetle yönetilen bir ülkede tek adamlığın olamayacağı mesajı verildi. Halka rağmen adımların atılamayacağı çok net bir şekilde görüldü. Sonuç olarak Silivri yargılamaları ile oluşturulan, oluşturulmaya çalışılan korku imparatorluğu Gezi olayları ile birlikte yıkıldı. Gençler toplumda korku duvarını yıktı. Gelecek güzel olacak. Gençler Türkiye'nin aydınlanmasında önemli bir rol oynuyor.

- Tüm bu süreçte hem korktunuz hem korkmadınız...
- Her insan korkar. Korku insan içindir. Ancak ben Allah'tan başka kimseden korkmam. Aslında yanlış yapmadığıma inancım olduğu için de Allah'tan korkmam için gerek olmadığına inanırım.

“HAYALDİ GERÇEK OLDU! TOPLUM PARAMPARÇA EDİLDİ!”

- Demokrasinin dolayısıyla teminat altına alınmış tüm özgürlüklerin fetretinde, Başbakan Erdoğan yönetiminde başka hangi meslekler bitti bitiyor? Neler hayaldi gerçek oldu?
- Bu ülkede en başta emekçi sınıfı bitirildi. Sendikalı işçiler devri bitirildi. Tarım ve dolayısıysa çiftçi bitirildi. Tarım ülkesiyken ithalata bağımlı bir ülke haline getirildik. Ekonomi iyiye gidiyor deniliyor ama ekonomi bitirildi. İnsanların alım güçleri kalmadı. Üreten değil tüketen bir topluma dönüştürüldük. Tüccar bitirildi, küçük esnaf yok edildi. Bakkallar kapandı yerlerine AVM’ler dikildi. İktidara yakın olanlar hızla zenginleşirken muhalif olanlar susturuldu, fakirleştirildi, ötekileştirildi. Binlerce yıldır iç içe, kardeşçe, birlik beraberlik içinde yaşayan vatandaşlarımız; Alevi-Sünni, Kürt-Türk, yandaş-candaş vs. ayrıştırıldı. “Ya bendensin ya da seni yok ederim” anlayışı işbaşı yaptı. Birbirine sımsıkı bağlı olan toplumumuz adeta paramparça edildi. Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar cezaevi yapıldı. “Şöyle modern, böyle iyi” gibi övgüler düzüldü. Bir ülkenin Başbakanı bütün işini gücünü bırakıp gazete patronlarına “şunu işten atın, buna yazı yazdırmayın” çağrısı yaptı. Soma’da yüzlerce işçimiz can verdi, “bu işin fıtratında” var denildi. İşte bunlar hayaldi gerçek oldu!

“BUNLAR UTANÇ YILLARIDIR”

- Son 15 yılda yaşatılanlar düşünüldüğünde ve kitabınız izleğinde tarih daha neleri yazacak ve devrin, muktedirin batağını ne izlekte ortaya koyacak gibi?
- Bu yıllar Türkiye’de “utanç yılları” olarak tarihe geçecektir. Başta Türk basını olmak üzere toplumun tüm kesimleri ciddi bir mücadeleden geçti, geçiyor. Bu dönemde toplumun büyük bir kısmı yoksullaştı, iktidara yakın olanlar ise zenginleşti. Yine bu süreçte çok sayıda gazeteci işsiz kaldı veya cezaevine atıldı. Ama bir kısım gazeteciler de ciddi derecede zenginleşti, terfi etti. Sadece işini yapan gazetecilerin hayal bile edemeyeceği paralara transfer olup “yalı dairesi” alanlar bile oldu. Bu inanılması güç bir çelişkidir. Bu bile başlı başına “utanç” kaynağıdır. Tarih bunları da yazacaktır. Ama bu sürecin kazananı yukarıda da bahsettiğim gibi “eğilmeden, bükülmeden dik duranlar” olmuştur. Tarih yaşanan bu rezilliklere alet olanları yazacağı gibi mücadeleyi bırakmayanları da yazacaktır. Mücadeleden vazgeçmeyen, değerlerinden ödün vermeyenler bugün ve gelecekte çocuklarının, torunlarının yüzlerine rahatça bakabileceklerdir. Ama ya diğerleri? Önemli olan budur. Önemli olan namuslu, dürüst insan olmaktır. Önemli olan karşılaştığın zorluklara, üzerinde yoğunlaşan baskılara göğüs germektir. İşte gerçek kişilik de, savunduğun değerlere verdiğin önem de böyle dönemlerde ortaya çıkmaktadır. Okuyanlar bu kitapta Silivri’de yaşanan dramın özetinin yanı sıra tarih sayfalarına onurla yazılacakların anlattıklarını bulacak.

[email protected]

O Duvarın Ardında: Ergenekon Davasına Tanık Bir Gazeteci/ Atila Sertel/ Kırmızı Kedi Yayınevi/ 196 s.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler