Aydınlanma Felsefesi ve Kadın

Aydınlanma Felsefesi ve Kadın
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 20.01.2010 - 06:55

18. yüzyılda başlayan ve kısaca usun inançtan bağımsız olmasını ileri süren Aydınlanma felsefesi, insanın özgür düşünen bir varlık olduğu, gerek insanlar arası ilişkilerde gerekse yurttaş-devlet bağlamında dil, din, ırk, cinsiyet farklılığı gütmenin eşitlik kavramına dolayısıyla insan haklarına aykırı düştüğü görüşünü evrenselleştirerek usun bağımsızlığı ve insanların doğuştan eşitliği konusunda düşünce planında bir çığır açmıştır.

Aydınlanma felsefesinin önemi, ortaçağa egemen olan “kutsal”dan kopuşu sağlamış olmasıdır. Gerçi Aydınlanma felsefesinin eşitlik anlayışı erkek vatandaşları kapsıyordu ama başlı başına “kutsal”dan kopuş sayesinde cinsiyetler arası ilişkiler ilk kez “Tanrısal” düzene bağlı olarak meşrulaştırılmıyordu. Bu bakımdan Fransız Devrimi ve Aydınlanma felsefesi 17. yüzyıl sonu ve 18. yüzyılda bir dizi kadın hareketinin de kilometre taşı olmuştur. Locke gibi liberal düşünürlerin görüşleri de cinsiyetler arası eşitlik bağlamında, kadınların özgürlük taleplerine felsefi düzlemde düşündürücü yanıtlar vermiştir.

Aydınlanma felsefesinin cinsler arası eşitlik taleplerine getirdiği en büyük yenilik, ruhta cinsel ayrılığı reddetmesidir. Böylece kadın artık kaynağı, dinsel dogmalar olan görüşler doğrultusunda, erkeğin biyolojik olarak kusurlu bir yansıması olarak görülmüyor, erkek cinsinden ayrı, kendine özgü özellikleri olan bir cins olarak ele alınmaya başlıyordu. Aydınlanma felsefesiyle artık kadın bir “birey” olmaya başlamıştır.

Yenilikçi eğitim

Cinsler arası eşitlik, en başta dinsel dogmaların körü körüne kabul edilmemesiyle gerçekleşir. Kadının bağımlılıktan kurtulması, özgürleşmesi de yerleşik toplumun hücrelerine sinmiş dinsel tabuları sorgulamasıyla gerçekleşir. Bu özgürlüğü, bu kurtuluşu kadına sağlayacak olan da laik, çağdaş, yenilikçi eğitimdir. Kadın ancak laik, aydınlanmacı bir dünya görüşüyle toplum içinde etkin ve saygın bir konumu elde edebilir. Bu açıdan bakıldığında salt kadın olmak bile başlı başına devrimci olmak demektir.

Eğitim, kadının bu gizil toplumsal gücünü daha etkin, daha akılcı kullanmasını sağlayan en önemli unsurdur. Kadını tutsaklıktan kurtaracak ikinci unsur ise ekonomik açıdan güçlü olmasıdır. İşte Aydınlanma felsefesi de gerek ekonomik gerekse toplumsal açıdan kadını görünür kılarak, önündeki tüm us ve insanlık dışı engelleri aşmasına yardım edecek anahtar bir düşüncedir.

Türk kadını şanslı

Gelişmiş olarak adlandırdığımız Batı ülkelerinde kadınlar, cinsiyetler arası özgürlük ve eşitlik taleplerini bazen yaşamlarıyla ödemişlerdir. Eşit oy hakkı uğruna ölesiye savaşmış ve hatta giyotinin keskin bıçağı altına yatmayı göze alabilmişlerdir. Türk kadını ise bu açıdan oldukça şanslıdır.

Türk kadınını hem ekonomik hem de toplumsal açıdan kamusal alana çıkaran ulu önder Atatürk, Batı’da uğrunda kadınların yaşamları pahasına elde ettikleri seçme ve seçilme hakkını, Türk kadınına pek çok Batı ülkesinden daha önce tanımış, devrimlerinin en büyük taşıyıcıları arasında gençlerle birlikte kadınlara da yer vermiştir. Çünkü kadının aydınlanması sadece kadını ilgilendiren, bireysel düzlemde ele alınacak bir konu değildir. Bundan ötürü kadının taşıdığı toplumsal sorumluluk, erkeğinkinden daha fazladır. Bunun içindir ki diktatörler, totaliter rejimler, kadının bu toplumsal gücünü zayıflatmaya hatta baskı altına almaya çalışırlar.

Katı cinsiyetçi rejimler asla demokratik olamaz. Bu açıdan bir ülkede rejim değişikliğinden en çok etkilenen kesimlerin başında kadınlar gelir. Türk kadını günümüz Türkiyesi’nde bu iki toplumsal olguyla karşı karşıyadır. Ya özgürlüklerimize sahip çıkacağız ya da bu özgürlüğü yok etmek isteyen güçlere boyun eğeceğiz. Bu bakımdan Türk kadını önemli bir kavşaktadır ve artık bunun bilincine de varmalıdır.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler