Bağımsız ve aydınlık ozanı

"Dağlarca bir sosyalistti. Yurtseverdi. Türkiye’nin bağımsızlığı ve toplumsal eşitlik üstüne titrediği konulardı. Büyük bir insanseverdi, insanlığa inanıyordu. İnsanların kardeşliğini, ta en eski dönemlerinden, örneğin 'Sivaslı Karınca' (1951) kitabından beri dile getirmişti."

Bağımsız ve aydınlık ozanı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 15.10.2009 - 08:20

Anmalardaki o “tiyatro”nun, en içtenleri, en yakınları bile içine kattığını bile bile, bir iki söz söylemeye çalışacağım. Dağlarca bir yıldır yok. Şimdi bir yıl oldu. Bir tek “şimdi” kaldı... “Geriye dönüp bakma” zamanı mı? Oysa yazılar duruyor, çeşitli uzaklıklarda, çeşitli gizliliklerde.

Ve bende kalan, bende yaşayan. Onu yakından tanımış olmak (26 yıldır aralıksız), beni ona ne kadar yakın kılmıştı, bilemem. Son’a kadar, birlikte, kitapları üstünde çalıştık. Şiir üstüne konuştuk. Görmesi azaldığı zamandan başlayarak çok şiirini bana yazdırdı. Şiirin doğuşuna tanık olma deneyimi... Başyapıtlarından biri, uçsuz bucaksız “Uzaklarla Giyinmek (Sığmazlık Gerçeği)”, 1989-1990 yılları arası, Harem’deki evinde, “birlikte” yazıldı. Şiir ile felsefenin buluşmaları gerçekleşirdi. “Uzaklarla Giyinmek”, Dağlarca’nın en düşünsel yapıtıdır. Ne yazık ki yaklaşık 500 sayfalık bu kitabı, yayımlandığında Türkiye’de hiç kimse görmedi.

Hep bu çelişkiyi gördüm: Dünyanın 20. yüzyıldaki en büyük şairlerinden biri, ülkesinde ünlüydü, ama eksik tanınarak (yanlış da tanınarak) ünlüydü. Dağlarca, Bağımsızlık Savaşı şiirlerinin, çocuk şiirlerinin, bir ölçüde de siyasi içerikli şiirlerinin ona verdiği toplumsal görünürlükle tanınıyordu. 50’li yıllara kadar onu izlemiş olanlar, yapıtının öbür yanını, daha derin yanını genellikle biliyordu, sayıyordu, ama sonraki kuşaklar çok az biliyordu. Oysa herkes, o öne çıkmış toplumsal kimliği değerlendiriyordu. Sevenler, onun adına seviyor, yerenler onun adına yeriyordu.

50’li yılların ortalarında belirmeye başlayan İkinci Yeni, genç kuşaklardan Dağlarca’yı saklayan başka bir nedendir. Öyle ki Dağlarca’nın o yıllardan başlayarak yayımlanan deneysel nitelikli yapıtları, örneğin “Hoo’lar” (1960), “Aylam” (1963), vs. az fark edilmiştir (ya da hiç). Bu durumu güçlendiren bir neden de Dağlarca’nın 60’lı yıllardan 80’li yılların ortasına kadar büyük çoğunlukla siyasi, “toplumcu” kitaplarla, çocuk kitapları yayımlamasıdır.

Oysa, Dağlarca şiirinin son dönemeci 1985’te yayımlanan “Dişiboy” ile başlar. Bu son dönemin başyapıtları olan “Şeyh Galib’e Çiçekler” (1986), “Uzaklarla Giyinmek (Sığmazlık Gerçeği)” (1990) ve “İmin Yürüyüşü (Biçimlerle Soyunmak)” (1999) hâlâ eleştirmenlerini ve araştırmacılarını aramaktadır.

Dağlarca’nın sözünü ettiğim toplumsal görünürlüğü isteyerek edindiği kuşku götürmez. Belli bir yanlış anlamayı getireceğini bile bile istemiş olduğu da kuşku götürmez. Hastanedeki son günlerine kadar, o duyarlığı gördüm. Her sabah, hastanede yanından ayrılmayan iki kişiden biri olan ressam Ruşen Eşref (diğeri Ömür Hanım‘dır), ona Cumhuriyet gazetesinden haberler, yazılar okuyordu. Dikkatle dinliyordu Dağlarca. Ama sanki daha da tasalanıyordu. Amcam Mümtaz Soysal’ın kişiliğini ve yazılarını çok beğeniyordu.

Dağlarca bir sosyalistti. Yurtseverdi. Türkiye’nin bağımsızlığı ve toplumsal eşitlik, üstüne titrediği konulardı. Büyük bir insanseverdi, insanlığa inanıyordu. İnsanların kardeşliğini, ta en eski dönemlerinden, örneğin “Sivaslı Karınca” (1951) kitabından beri dile getirmişti. Mustafa Kemal’in devriminin ateşli bir savunucusuydu. Allah’a inanırdı. Bu inanç son anlarına kadar sürdü. Çocuklar, onu en çok sevindiren varlıklardı. Dünyanın en güzel çocuk şiirlerinden bazılarını yazmıştır (bkz. örneğin “Kuş Ayak” 1971). Dağlarca sevinince bir çocuk gibi olurdu. Kızınca da. Ondaki giz, belki bu sonsuz çocukluktu. Belki bu yüzden bu kadar çok şiir yazdı.

Dağlarca’yı anmanın en iyi yolu, onu şiirlerinde, şiirlerinin geleceğinde, bir çocuk gibi keşfetmektir.

(Allah rahmet eylesin demek ne kolay): “Ölmüştü, artık düşünmüyordu, / Öleceğini. / Toprağa bağlamıştı fakir çiftçilerle beraber / Geleceğini. / (...) / Mest idi, yıllardır, alınyazısından, / Meçhul ve büyük ailenin karanlık sofrasında. / Her zaman güzel, sabırlı ve uyanmaz, / Her zaman yeni.” (Çakır’ın Destanı, 1945)



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler