Binlerce hayal taşıyan trenler
Yaşları 16-20 arasında değişen grupla söyleşiyorum, fotoğraf makinesini görünce zafer işareti yapıyorlar güleç yüzleriyle... İç lerinden biri “Tüm hayallerim artık benimle” derken, diğeri 14 yaşında yollara düşüşünün hikayesini paylaşıyor benimle.
|
‘Hiçbir yere ait değilim... Gidecek bir evim, toprağım yok, Kimse bizi istemiyor...’ Beynimin içinde yankılanan bu sözlerle alçalmakta olan uçağın Üsküp’ün pek de uzağında olmayan havaalanına inmesini bekliyorum... Bu ifadeler birkaç gün önce şans eseri bir TV programında Lübnan’a sığınan Suriyeli bir kişinin feryadından... Evini, topraklarını terk etmek, sevdiklerini yitirmek, belki de bir ömür kendisine yabancı bakacak gözlere karşı direnebilmek... Bilinmeze yola çıkmak...
Kelimelerin bu denli ağırlığına trajediye ilk elden tanıklık edince daha bir farkına varıyor insan... Rotamız fotomuhabiri arkadaşım Kaan Sağanak ile birlikte çoğu kez içinde Türkiye olan sığınmacı krizinin transit güzergâhlarından Makedonya... Yaklaşık 2 milyonluk, Osmanlı döneminin izlerini hâlâ üzerinde barındıran, nice savaşlara, krizlere tanıklık eden Avrupa’ya açılan bu şirin Balkan ülkesine...
Bir günde 10 bin kişi
Makedonya göçmenler için transit ülke. Yetkililer ağır kış koşulları kapıdayken Yunanistan’dan Makedonya’ya gelip Sırbistan’a geçenlerin sayısının geçen aylarda rekora ulaştığını söylüyor. Temmuz, Ağustos’ta 5-6 binlere ulaşan sayı bazı yetkililere göre zaman zaman günde 10 bini aşmış. Kışla birlikte sayının düşeceği sanılıyor. İçişleri Bakanlığı’na göre, geçen cumartesi günü 24 saat içinde ülkeye kayıtlı giriş yapan sığınmacı sayısı 1998...
Rota aslında yabancı değil... Yunanistan’a ulaşan sığınmacılar yürüyerek Makedonya sınırındaki Gevgeli’ye geçiyor, kitlesel halde boş yeşil alanlarda ilerliyor... Burada yaklaşık 1.5 ay önce oluşturulan kampta kayıtlarını yaptırıp içeriye alınıyor, ardından gün içinde gerçekleşen ortalama 3-4 tren seferiyle Sırbistan sınırındaki Tabanovtse’ye gidiyorlar. Yaklaşık 800 kişinin binmesine izin verilen 5 vagonda, 4-5 saatlik bir yolculuk bu.. Sonrası yine açık alanda yürüyüş... Sırbistan’a geçiş... Tabii eğer yetkililer geçişleri kapamazsa...
Üsküp’e 50 km.
Sınır kapıları son bir yılda bir kapanıp bir açılırken bu kitlesel göçe tanıklık etmek için ilk istikametimiz, biraz tersten de olsa Makedonya’nın kuzeyindeki Sırbistan sınırındaki Tabanovtse. Başkent Üsküp’e yaklaşık 50 km. uzaklıkta. Çevrede ekili araziler, köy evleri... Sessiz, dar sokaklarında ilerlerken karşımıza çıkan bir kişiden öğreniyoruz kampın biraz ileride, tren istasyonunda olduğunu. Nihayetinde 6-7 çadırın kurulduğu bir alana ulaşıyoruz. İçerideki çadırlardan birinde yere oturup soluklayan çoluk çoçuk 8 kişilik bir grup görüyoruz. Hasip ailenin büyüğü. Büyüğü dediğime bakmayın, henüz 20’lerinin başında. Eşi Meryem, yaşları 2, 4 ve 6 olan üç küçük çocuğu, erkek kardeşi Vasim ve onun eşi Arize ve henüz 2 aylık bile olmamış bebekleriyle yollara dökülmüşler.
9 metrelik bot, 70 kişi
Güzergâhları diğer pek çok Afgan gibi İran’dan Türkiye. Sonrasında ise nice sığınmacı dramlarına sahne olan Ege’ye açılarak Yunanistan. Hasip’ler de çoluk çocuk ölümü göze alarak binmişler bota... Hasip Türkiye’ye gelince Trabzon’da 5 ay kaldıklarını anlatıyor. Ama umdukları yaşamı, işi, aşı bulamadıklarını da...
Yunanistan’a gitmek üzere insan kaçakçılarına tüm aile için 8 bin dolar ödediklerini aktarıyor. Bindirildikleri topu topu 9 metrelik bota 60 yetişkin ile 10 çocuğun, bebeğin adeta nefes almamacasına tıkıştırıldığını...
Eşi Meryem çocuklarına yardım görevlilerinin dağıttığı sıcak çorbayı içirme telaşında... İstasyonun etrafı bir önceki sığınmacı kafilesinden geriye kalan çöpler, kullanılmış, kirlenmiş giysilerle çevrili... Hasipler, bir an önce kendilerini toparlayıp, yürüyerek Sırbistan’a ulaşmak için moladalar.. Arize ise bebeğini emziriyor sessizce...
Yol çok uzun...
Kamp sayılabilecek bu boşça alanda bir hareketlenme başlıyor. Trenin uğultusu duyuluyor... Nihayet tren gözüküyor, istasyona yaklaşıyor... Sonrası mı, sonrası Makedonya sınırının son durağındaki bu istasyonda “umuda yolculuk” eden çoğu Suriyeli, Iraklı, Afgan, Pakistanlı yüzlerce kişinin vagonlardan aceleyle inip, bir yandan da alanda kurulu yardım örgütlerinin sunduğu yiyecek, içecek paketlerini almak, yine aynı şekilde bir sonraki molaya kadar kendilerini koruyacak, alana bırakılmış çorap, kazak, pantolon, şapka vs. temel giyim eşyalarına ulaşmak. Kat edilecek uzun bir yol var önlerinde...
Çayır çimen yürüyüş
Şimdi de gruplar halinde yürüyüş... Sırbistan topraklarına uzanan yaklaşık 1.5 km’lik yeşil alanda bata çıka ilerleyiş... Onlarla birlikte biz de yürüyoruz... Hikâyelerini soruyoruz önümüze gelenlere, çoğu reddetmiyor, konuşmaya, anlatmaya istekliler, dünya duysun istiyorlar seslerini... Batı’nın bunca zaman derin krizi görmezden gelmesine tepkililer... Gençler, çocuklar, kucakta bebekler, orta yaşlı büyükleriyle ağır aksak kaygan zeminde ilerlemeye çalışanlar.. Fazla ağırlıkları yok üstlerinde, zaten böylesine uzun bir göçte mümkün değil.. Topu topu birer, ikişer küçük çanta, gençlerde sadece orta büyüklükte sırt çantaları... İşin garibi tüm bu trajediye, bilinmezliğe, bitmeyen yollara karşın çoğunluğun yüzünde bir gülümse... Ne de olsa hedefe bir adım daha yaklaşma iyimserliği belki de...
LENCE’NİN UMUDA AÇILAN PENCERESİ Acı vatan diye başlayan çoğu Almanya ile biten cümleydi bizlerin hatırladıkları... Şimdi ise kimilerince II. Dünya Savaşı’ndan bu yana küresel anlamda yaşanan en büyük göç akınında bu ifade çoğu Suriye, Irak, Afgan olan sığınmacılar için “vatan acılarla dolu, umut Almanya”yla değişmiş durumda... Çoluk çocuk yüz binler savaştan, şiddetten, yokluktan kaçarak aş, iş bulacakları umuduyla Avrupa kapılarını zorluyor... AB içinde kaç kişi alacağız tartışmaları süre dursun Berlin sığınmacıları kabul edeceğine yönelik politikasıyla “umuda yolculuğun” bitiş çizgisi olarak çoktan en rağbet gören adres... Rota çoğu kez Türkiye üzerinden tehlikeli bir şekilde Ege sularına, insan kaçakçılarının eline düşerek küçük derme çatma botlarla Yunanistan kıyılarına ulaşıp, buradan Makedonya, oradan Sırbistan, Macaristan, olmadı Hırvatistan üzerinden nihayetin- de çoğu için Almanya. Biz de bu rotanın önemli duraklarından Makedonya’dayız. Sınırlardaki durumu, sığınmacıların birkaç parça doldurdukları bir çantayla, kocaman hayallerini sırtlayarak çıktıkları yolculuğun küçük de olsa bir bölümüne tanıklık edebilmek, hikâyelerini onların ağzından duyabilmek için... Hepimiz bildiği, çok yazıldığı çizildiği gibi birçok trajedi var bu yolculukta... Kuşkusuz her geçen gün de bunlara ne yazık ki yenileri eklenecek gözüküyor... Balkanlar’ın Avrupa’ya açılan kapılarından Makedonya’da bir uçtan bir uca yaptığımız yolculukta çoğu kez sığınmacıların yüzlerindeki bir nevi rahatlama ifadesine, gülümsemeye de şahit oluyoruz. Vatanlarını terk edişin üzgünlüğünün yanı sıra son hedefe doğru bir adım daha ilerlemekten dolayı mutlular... Ülkelerindeki şiddet sarmalı, sönen yaşamlar, gelecek umutlarıyla Sırbistan sınırına ulaşabilenlerin birçoğu zafer işareti yapıyor gülümseyerek kameramıza, “Evet daha bitmedi bu yolculuk ama ölümden, yokluktan uzak bir durak daha geride kaldı” diyerek... Karşılık beklemeden Yazının başlığını Makedonya’da evinin küçük penceresinden raylar üzerinde bitap halde yürüyenleri, “umuda yolculuğa” çıkanları görmesiyle hayatını sığınmacılara yardıma adayan Lence Zdravkin’e atıfla atıyoruz. Onun ilk etapta bir başına yola çıktığı bu onurlu insanlık çabasının bilinirliliği çoktan ülke sınırlarını aşmış durumda... Lence evini, kalbini, tüm birikimini sığınmacılara hiç hesapsız açarken karşılık beklemiyor... “Bu umut yolculuklarında yitip gitmelerine göz yumamayız” diyor... |
Esad gitse ne olur gitmese ne olur?
Yaşları 16-20 arasında değişen bir grupla söyleşiyorum, fotoğraf makinesini görünce zafer işareti yapıyorlar güleç yüzleriyle... İçlerinden biri “Tüm hayallerim bu kez benimle birlikte... Artık umudum var...” diyor. Aslında kendi içinde birçok farklı trajediyi barındıran hikâyelerine kulak veriyoruz.
Bir aylık bebek yolda
Az eğimli bir arazide ilerliyoruz... Biraz ötemde bir çift, genç kadının kucağında bir bebek, Suriye Kamışlı’danlar... Kocası birkaç parça eşyalarını yüklenip yanında yürürken o da henüz bir aylık olduğunu anlatıyor sıkıca sarıldığı bebeğinin...
Yine Iraklı bir genç Türkiye’den olduğumuza kulak verince dert yanıyor, “Türkiye’de insanlar bizden hep daha fazla çalışmamızı istedi, her şeye de daha fazla fiyat... Varsa yoksa önemli olan para Türkiye’de... Yunanistan’a geçmek insan kaçakçılarına kişi başı 1300 Avro ödedik.”
Hafif eğim biraz durulur gibi, arada küçük bir su akıntısı var atlanacak, kimimiz çamura batmamak için daha kuru bir alandan geçme derdinde... İnsanlar birbirine el uzatıyor ayaklar ıslanmasın diye, sessizce, bir çağrıya gerek kalmadan.
İş yok, maaş düşük
Terk etmek zorunda kaldıkları vatanlarının ardından Türkiye’ye gelmişler, Mersin’de kalmışlar bir süre. Ama Muhammed, yerel halkın bazılarının kendilerine karşı hoşgörülü olmadığı görüşünde, “Bizden hoşlanmıyorlar, pek destek vermediler” diyor. Almanya’ya varabilirse ilk hedefinin bu ülkenin dilini öğrenmek olduğunu, bir an önce çalışmak, ailesini geçindirecek para kazanmak istediğini belirtiyor. “Uyum sağlamak durumundayız, yeni bir hayat başlayacak bizim için” diyor.
Afganistan’dan bir grup gençle yan yana geliyorum... İran üzerinden geldikleri Türkiye’yi çok sevdiklerini söylüyorlar. Peki neden kalmadınız Türkiye’de diye sorunca yanıt çoğunlukla aynı: “İş yok, hadi buldun diyelim çok düşük ücretler alabiliyoruz, çoğu zaman kaçak olarak hak ettiğimiz para da ödenmiyor...”
14 yaşında bir başına
Mezar-ı Şerif’ten İhsan... 16 yaş için gün alıyor... Şimdi bile daha yetişkin değilken, İran üzerinden Türkiye’ye ailesinden kimse eşlik etmeden yaklaşık iki yıl önce bir iki arkadaşıyla ulaştığını anlatıyor. Yaşadıkları sanki öylesine sıradan, normalmiş gibi... Henüz 14 yaşında vatanını yeni bir yaşam umuduyla terk eden genç, yol boyunca şakalar yapıp yüzümüzü güldürüyor, sırtında bir çanta, yanında İstanbul’da tanıştığı birkaç Afgan arkadaşı... “Türkiye iyiydi aslında, Çağlayan’da bir tekstil atölyesinde çalışıyordum... Ama iş ağır, para çok az, yetmiyor. Bir grup arkadaş ev tuttuk ama döndüremedik.”
Memleketlisi Mansur da Türkiye’den Yunanistan’a geçişlerini anlatıyor: “Çanakkale civarından kaçakçılar bizi küçük bir bota doluşturdu, hava da pek iyi değildi... Sanki su üstünde oturuyorduk... Neyse ölmeden kıyıya ulaştık. Ama bizim hemen ardımızdan yola çıkan bir bot sürüklenmiş, yaşamını yitirenler oldu diye duyduk.”
Suriye’de hayat yok
Suriye’nin Halep kentinden Muhammed 26 yaşında, makine mühendisliğinden mezun. İki kız kardeş ve anneleriyle “umuda yolculukta”lar. Muhammed anlatıyor Sırbistan’a bir an önce ulaşmak için adımlarını hızlandırırken; “Suriye’de hayat yok artık... Suriye bitmiş, Esad şimdi gitse ne olur gitmese ne olur... Herkes herkese namlusunu döndürdü, kim haklı kim doğru, kim yanlış tarafta bilmiyorsun ki...” diyor...
Birçok sığınmacı gibi o da son varış noktası olarak kendisi, ailesi için Almanya’yı gösteriyor. Almanya Başbakanı Merkel’in sığınmacılara yönelik kabul politikasına duyduğu memnuniyeti dile getirirken “İnsanlığı için sağ olsun... Arap ülkelerine bak, hiçbir halt ettikleri yok... Ölmemize izin veriyor, adeta seyrediyorlar... Sığınmacılara ülkelerine geçit vermiyorlar” diye de ekliyor.
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği