‘Birey’liğin yazındaki ağırlığı... M. Sadık Aslankara'nın yazısı...

Güçlüye, toplumsal-sınıfsal konumu nedeniyle boyun eğip bağlanmak, bu arada süreç içinde kendi varlığıyla yol alırken olguyu dinamoya dönüştürüp “birey”leşmek, buyurgana baş kaldırıp bir biçimde isyan etmek yok mu; işte yazının vazgeçilmez izleği…

Yayınlanma: 11.12.2020 - 12:03
Abone Ol google-news

İnsanoğlu, baştan bu yana, tüm öteki canlılar gibi doğanın zoruyla birlikte yaşadı. Öngörüler keşiflerle, icatlar yasalarla doğanın zoru karşısında kendisine yaşam alanı açtı. Birlikte karşıladı zoru, birlikte soluk aldı, böyle yaşadı.

Ne var ki doğanın bu doğrultuda eşitleyici zoruna karşı tarihin zoru, sınıfsal kökenden, devlet, inanç ağından, otoriteden kaynaklı güç odağında eşitliksiz bir zorlama olarak kendini koydu, dayatmalar getirdi. Nitekim devrimler kadar karşıdevrimler, bilim ve akıl kadar hurafeyle biat, bu eşitliksiz toplumsal baskıyla, bu “zor”la ortaya çıktı.

Edebiyat, artalanı baştan sona bu çatışmalarla gelişen evrenler aracılığıyla sundu anlattıklarını bize; söylenden masala, mesele, öyküden romana oyuna bütün türler, kurdukları evreni bu zemin üzerinde geliştirdi.

Yavuz Türk, Yüce Lider’e Dair (Everest, 2020), İranlı yazar Amir Ahmadi Arian, Ve Balık Onu Yuttu (İngilizceden Çev.: Cengiz Yücel, Bilgi, 2020) adlı romanlarında kişilerin yaşadığı bireyleşme sürecinde otoriteye karşı savaşımın yazınsal kurulumunu getirip toplumsal baskı karşısında insan tekinin bireyleşme ve isyan etme kavgasının iç katmanlarına doğru kısa bir yolculuğa çıkarıyor okuru.

Ruhşen Doğan Nar da Bir Gün Mutlaka Delireceğim (KDY / Kitapyurdu Doğrudan Yay., 2020) başlıklı öykü toplamında buna yönelik katkı getirirken geniş yelpazede bir grotesk alaysama açılımıyla bakıyor olguya.

YAVUZ TÜRK’LE ROMANDA SORGULAMA

Yavuz Türk, Yüce Lider’e Dair’de zulmeden buyurganla zulüm gören, hakları elinden alınan yoksul insanların, “dünyayla bütün ilişkisi kopmuş bir ada”da, baskı, işkence cenderesinde nasıl tutulduğunu aktarıyor. Buyurgan yeni deneyler eşliğinde toplumu zapturapta alıp “dikta terörü”nü geliştirirken yazar da yer yer gerçeküstü, simgeci farklı bir zalim-mazlum hikâyesi omurgasına dayalı anlatı kurmuş oluyor.

“Yüce Lider”, makamı paylaşan diktatörlerin genel adı. Yavuz, öncekileri da katarak mazlum halkın içinde isyan örgütlenmesine katılan, nice sonra öldürülen babayla, elverdiğince anlatıcı kızıyla yapılandırıyor romanı.

Anlatıcı kız, arada babasını da katarak “elinde zaten bedeninden başka bir şey kalma(yan)”, “[r]uhunu büyük bir açlık ve kıtlıkla terbiye etmiş, verimli toprakları elinden alınmış, ölülerini saksılara gömen ve yoksulluğa mahkûm edilmiş bir halk”ı anlatıyor bize. (103)

Yavuz’un mesel, masal ya da “hikâyat” havasında sürdürdüğü Yüce Lider’e Dair, önde görünen kadar, artalanda bununla örtüşen hikâyesiyle dikkati çekiyor. Kısa bölümlemeyle onlarca ayrı başlıktan oluşan roman, herhangi yinelemeye olanak tanımıyor. Söz konusu bölümcüklerde olan biten doğrudan aktarılıyor belki ama bireyleşmenin, buyurgana baş kaldırmanın dayanakları da iyiden iyiye yerleştiriliyor artalanda. Bu da yapıttaki gerçektenlik duygusunu yükseltiyor.

Bu ilk romanında, şiir birikimine sahip yazarından sözdizimlerinde daha fazla özen beklerdim diyeyim. Ama okuyun romanı, hele böyle bir dönemde.

DÜNYA DAMLASI

ARİAN’LA DİN TOPLUMU

Yaşamın dinsel yasaklarla sürdüğü toplum da olsa, buyurganlık, zulüm eksik olmuyor. Bu çerçevede Ahmadi, romanın temel karakteri otobüs sürücüsü Yunus aracılığıyla bireysel başkaldırının, otoriter zalimlere karşı savaşıma katılmanın amentüsü sayılabilecek mayalanmayı, filizlenip çiçeklenmeyi doğal bir gerçektenlik duygusuyla paylaşıyor yapıtında.

2005’te, “Ahmedinejad gibi bir soytarı”nın döneminde (41) otobüs sürücüleri grevinin acımasız şiddetle, kanla bastırılması, greve katılanlara karşı düşmanlık, yirmi beş yıllık otobüs sürücüsü Yunus’u düşündürür. Grevden olumsuz etkilenen halkın da buyurgandan yana çıkması onu sarsar.

Yazar, Yunus Turabi’yi dinsel mitin Yunus’uyla özdeş yapılandırırken buyurganla kendisi arasında onları eşitleyen dinsel inancın da aslında buna yetmediğini gösterecektir. “Tahran’ın kara deliği” Evin Hapishanesi, bütün bunları yeniden düşünmenin, “kendi(sine) ait bir hikâye” kurmasının da önünü açacaktır “[u]lusal güvenliğe karşı eylemde bulunmakla suçlan(an)” Yunus için. (44, 45, 49)

Yaşadıkları “sanki gerçeküstü gibi”dir. (48) Sonrasında tüm yaşamı da gözlerinden akacaktır zaten. Bu akış, Yunus’un yaşam nirengileri ardında İran’ın toplumsal tarihiyle de yüzleştirir okuru.

Bunlar ayrıntılı biçimde anlatıya yerleştirilirken kaçınılması gereken dolgu, yığma ayrıntılar metinden beklenebilecek yeğinliği düşürüyor, romandaki siyasal yapı da değer yitimine uğruyor böylelikle. Yine de buyurganlığın, diktatörün karşısında boyun eğmişken başını kaldıran bireyin, dinsel tabularla örülü toplumlarda da kaçınılmazlaştığı çok açık algılanıyor romanda. Okunmalı.

ÖYKÜDENLİK…

NAR’DAN ‘BİR GÜN MUTLAKA DELİRECEĞİM’

Ruhşen Doğan Nar’ın ikinci öykü kitabı Bir Gün Mutlaka Delireceğim. İlkini okumasam da kimi öykülerini yakından bildiğim bir yazar yine de Ruhşen. Bu kez öykülerini bütün halinde gözden geçirme fırsatı yakalamış oldum onun, soyutlayım, dönüştürüm açısından başarılı bir düzey yansıttığını gözledim hem.

Ruhşen’in grotesk alaysamayı anlatısına sindirişi, öykülerin bunu kusmak bir yana örtüşür yapıda doğallıkla karşılaması, kaleminin daha da olgunlaştığını ele veriyor. Zaten gülmeceye kayıyormuş gibi görünürken düzayak yaklaşıma sırt dönüp alaysamayı grotesk yabancılaştırmayla hamurlaştırması öykülere farklı bir faz da kazandırıyor kanımca. Böylelikle öykü kendi içinde eylemlenip harlanırken bu, anlatının akış ritmini de etkiliyor.

Bu arada dile yönelik özeni, eksiltili anlatımı, bunun öykülerinde yol açtığı sıkılama üzerinde de durmak isterim. Ancak yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşündüğüm sözdizimleri de yok değil Ruhşen’in.

Öyküde farklı çizgideki içten, sevimli öyküleme yaklaşımı üzerinde durulmalı derim yine de.

Görülüyor ki edebiyat, bireyleşmenin birbirinden farklı yelpazesiyle sunulan serüvenler getiriyor önümüze, okur olarak da bizi etkiliyor.

Öykü, roman neyse türü, insanın yüzünü, “birey”lik sorunsalına çevirebilmesini, onda bir tarih, siyaset kitabının gösterebileceğinden çok daha kolay iç çağıltısı yaratıp kavrayış kazanmasını sağlıyor, iyi de yapıyor tabii.

www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler