Bozcaada'dan yükselen çığlık: "Sığındığımız bu küçük adanın yükü artıyor"

Kuzey Ege'nin cenneti olarak adlandırılan Bozcaada'da sahillerin ihaleye çıkarılmasına tepkiler devam ederken, ilçe belediyesi ve halk yapılaşmanın olmaması yönünde ısrarlı...

Bozcaada'dan yükselen çığlık:
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 15.11.2016 - 15:42

Halkın büyük bir çoğunluğu bu yapılaşma girişimlerinin adayı olumsuz etkileyeceği konusunda hemfikir...

Bozcaada'ya sakin bir hayat yaşamak için yerleşen ve doğa hassasiyeti bulunun yurttaşlar da konu ile ilgili tepkilerini yüksek sesle dile getiriyor.

Bozcaada'ya uzun yıllar önce gelerek adanın yapısına uygun bir evi restore eden ve burada ikamet eden Ethem Özgüven, Bozcaada için çığlık niteliğinde bir yazı kaleme aldı. 

Özgüven, Eşi Petra Holzer ile birlikte gösterdiği çevre hassasiyeti ile tanınıyor. Ayrıca ikili, Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali'ne imza atarak hem Bozcaada'nın uluslararası platformda ismini duyurmuş hem de ada ekonomisine bu yolla katkıda bulunmuştu.

İŞTE ÖZGÜVEN'İN ÇIĞLIĞI

"Sığındığımız bu küçük adanın yükü artıyor"

Bozcaada ile ilgili bugün hükümetin, yerel yönetimin, bizim ve sivil toplum kuruluşlarının yani hepimizin uğraşmamız gereken çok farklı ve büyük sorunlar birkaç sene önceye göre çok artmış durumda. Bunun birinci sebebi adanın popülerleşmesi ve diğer coğrafyalardaki artan estetik fakirlik: Çok büyük bir hızla çölleştirdiğimiz ve yok ettiğimiz bir coğrafya Anadolu. Akdeniz ve Ege kıyılarının, en güzel koyların, zeytinliklerin üzerine çarpı atarak geliyor büyük ve talancı bir kalabalık. Zevksiz ve cahil desem o da olmayacak, çünkü bu boyutları aşmış, metamorfoza uğramış, amorf, tarif ötesi bir kalabalık bu. Bu kitlenin özellikle erkekleri son derece özel yaratıklar. Elinde tuttuğu araba anahtarından güç alan ve son derece asabi bir yaratık bu talancı kalabalığın öznesi. İçtiği sigaranın paketini yola fırlatıyor, mısır koçanlarını ve bira şişelerini kumsala gömüyor ama parmak arası terlik giyecek de bir modern anlayışa sahip.Daha adaya gelirken asabı bozuk ve kavgaya hazır. Gelmiş ama neden geldiğiyle ilgili çok ciddi soruları her saniye bir başka saçma gereksinim için harcamak zorunda kaldığı azalmakta olan çok paracıklarıyla ters orantılı olarak artıyor. Daracık yolarda süratle giden bir aracın sürücüsü ve aralıksız selfi çeken eş ve çocuklardan oluşmuş bir ailenin reisi. Adaya burayı beğenmemek kararlılığıyla geliyor ve beğenmeden gidiyorlar. Geriye büyük bir erozyon kalıyor, sonra, sonra başkaları geliyor aynı türden başkaları. Bu kalabalık çeyrek asır önce yola güneyden İstanbul’dan Alanya, Antalya Kemer için yola çıktı, Kaş, Marmaris, Kuşadası, Ayvalık, Assos diyerek kuzeye doğru gelip Bozcaada’ya dayandılar.

Temel olarak bunlardan çok da farklı olmayan ama biraz daha az vahşi bir gurup da bunların önünden kaçarak bunlardan az önce buralara varmıştı. Onlar da biziz işte. Onlardan az önce geldiğimiz için onları beğenmiyoruz.

Bugün birçok kişinin bilmediği Fethi Kayaalp ve çağdaşı kıymetli insanların yarım asır önceki çok değerli gayretleriyle yapılaşmadan ve talandan uzun süre (biraz da iklimin, zor ulaşımın ve turizm mevsiminin kısalığının da desteğiyle) korunan ada yolun sonuna geldi. Oluşan rant ve bunun sonucu hızlı yok oluş durup da durumu sağlıklı değerlendirmeye izin vermiyor. Temeli Türkler ve Rumlar tarafından oluşturulan bu güzel ve zarif kültür, habitat elinde çekirdekle dolaşan ve içtiği bira şişelerini limanın kayalarında kıran orta gelirli ve sintine sularını gece el ayak çekildiğinde limana boşaltan ve yatını deterjanla yıkayan yüksek gelirli kitlenin büyük baskısını karşılamakta zorlanırken, adanın yerel ve sonradan adalı olma sakinleri sürekli yeni oteller ve lokantalar açarak durumdan fayda sağlamaya çalışıyor. Bütün bunlardan dolayı Bozcaada eski bir Kuzey Ege kasabası görünümlü büyük bir tatil köyüne dönüştü. Rum Mahallesi tamamen, Türk mahallesi de büyük oranda otel ve lokanta oldu, kalan birkaç yer de süs eşyası veya gıda malzemesi satıyor. Görsel ve işitsel gürültü, kirlilik ve kalitedeki genel düşüş en önemli sorunlar. Rum Mahallesinde ve Türk Mahallesinde her mahallede sayılı ev kaldı, diğer tüm binalar otel ve pansiyon. Benim tanıdığım bütün insanlar ticaretle uğraşıyor, bir yandan gelenleri beğenmezken bir yandan da onlara bir mıknatıs, seramik, şu bu satma uğraşındalar, hayli çelişik bir durum gibi görünüyor ama değil, insan iş ilişkisine girdiği diğer insanları beğenmek zorunda değil. Adada artan masa ve sanadalyelerin artış şekli gerçek bir savaşı andırıyor, her gün sandalye masaların lehine ve sessiz ve küçük Türk/Rum kasabasının aleyhine bir savaş. Asıl bozgun her yeni baharda sezon açılırken görülüyor. Konukların yapısı da değişti.

Gelen konuklar ne talep ediyorsa arz da onu zorunlu olarak takip ediyor. Kumsallarımız adanın en kıymetli yerlerinden biri. Ancak kumsallarımız artık kuma gömülmüş kirli çocuk bezleri, kırık bira şişeleri, izmaritler, kavun karpuz kabukları doldurulmuş poşetler, denizde ve kumsalda yüzen gazetelerle dolu bir alan. Adanın sakinleri kumsalları nasıl temizleriz sorunuyla uğraşırken bir de bu kumsalların plaj olarak kiraya verilmesi sorunu çıktı. Diken gazetesinin haberine göre iki bakanlık birden bu kumsallarla uğraşıyor. Diken Gazetesi 14.10.2016 salıgünü bu haberi şöyle veriyor:

Sulubahçe Koyu’nda büfe, şemsiye ve şezlong alanının yer aldığı, toplam 7 bin 451 metrekarelik alanda günübirlik tesisler yapılarak üç yıl süreyle işletilmesi için 22 Kasım tarihinde ihale yapılacağını duyuran bakanlığın, Habbele Koyu için verdiği tarih ise 21 Kasım.

İhalenin muhammen bedeli olarak 219 bin 25 liranın belirlendiği ihale sonucunda Sulubahçe’deki gibi günübirlik alanı içerisinde bir adet altı metrekarelik büfe, birer adet erkek/kadın duş, tuvalet, soyunma kabini, şemsiye ve şezlong alanının yer aldığı 4 bin 829 metrekarelik alanda günübirlik tesislerin yapılması planlanıyor.

Tepkiler üzerine Beylik Koyu’nda proje iptal

Daha önce Çanakkale-Balıkesir 1/100 bin ölçekli çevre düzeni planıyla adanın bakir koylarında villa ve lüks konut yapılmasının önünü açan bakanlık, adanın başka bir koyu olan Beylik Koyu’nu da ihaleye çıkarmış ve ihaleyi bakanlık çalışan bir memura ihaleyi vermişti.

Ada halkının tepkileri üzerine ihale iptal edilmişti.

Bozcaada Belediye Başkanı Hakan Can Yılmaz bir açıklama yaparak ihaleye tepki göstermişti.

Belediye olarak bütün koyların işletmeye açılmadan korunması için meclis kararıyla belediye tahsisi yönünde karar aldıklarını ancak bu kararın bakanlık tarafından görmezden gelindiğini aktaran Yılmaz “Kararı tekrar bakanlığa göndereceğiz. Sonuç olarak biz bu koyların bakir haliyle kalmasını ve ihale sürecinin durdurulmasını talep ediyoruz” diye konuşmuştu.

Bizler kumsallarımızın nasıl korunacağını düşünürken çok dikkatli olmamız gerektiğine işaret ediyorduk geçtiğimiz yaz boyunca, özellikle de benim düşüncem kumsallara hiç dokunulmaması yönündeydi. Çünkü bir yerin kumsal mı plaj mı olduğu ve aradaki fark son derece önemlidir. Bir diğer önemli şey de Anamur’dan Behramkale’ye kadar olan alanda neredeyse hiçbir kumsal kalmamış olmasıdır. Kemer gibi bazı yerlerde tatil köyü denen ucubeler tarafından kıyı bir kale gibi korunmakta vatandaş dediğimiz biz o kumsala kapılara konan o kasabanın irisi gençler yüzünden bakış bile atamaz haldeyiz. Diğer yerlerde de dniz kenarı ya birinindir ya da birilerine kiralanmıştır, park yerine para verirsiniz, tuvalete para verirsiniz, şezlonga para verirsiniz. Denize bakmak bile parayladır. İşte bahsi geçen Bozcaada bu ülkenin kalan son kumsallarından birçoğuna ev sahipliği yapmaktadır. Geçtiğimiz yaz bizler kirlenen kumsalları nasıl temiz tutarız konusunu tartışırken bir bekçi ya da bir tuvalete bile şu gerekçelerle karşı çıkıyorduk ve bu konuyla ilgili arkadaşlarıma ve yerel yöneticilere şunları söylediğimi hatırlıyorum: Şezlong bizde çok kilit bir kelimedir. Bir sahilde şezlong görürseniz oranın artık kumsal değil plaj olduğunu ve yani artık rant elde edilen bir yer olduğunu anlamanız gerekir. Bu adanın temel özelliklerinden biri de kumsalları. O nedenle bu kumsallara götürülecek her hizmeti bile çok dikkatli düşünmek gerekir. Koyduğunuz bir tuvalet ve bir bekçinin ikinci gün bir demlikle çay, üçüncü gün tost makinesi ve dördüncü gün de birkaç tabure ve bir şemsiye koyduğunu ben bütün Akdeniz ve Ege sahillerinde yaşanmış bir öykü olarak görüyorum. Bu nedenle bir tuvalet binası bile çok düşünülmeli ( yeri malzemesi) ondan sonra yapılmalı ve bence de yapılmamalı. Adanın her tarafı saksı ve çiçek dolu. Bu saksıların ne kadarının çiçek sevgisiyle ilgili olduğunun değerlendirmesini size bırakıyorum.

Saksı Türkiye’de alan kazanmanın, kamunun alanını gasp ederek ticari olarak kullanmanın en yaygın yollarından biridir. Dükkanın önüne bir saksı atar ve her gün ona küçük bir tekme atarak dışa doğru itersin.

Sonra oluşan boşluğa bir tabure bir masa atar ve saksıyı büyütür ve bu işe böylece devam edersin.  Sonuçta kumsalların kumsal kalması, lokanta ve pansiyon sayısının bir yerde sınırlandırılması ve sonlandırılması, fosseptik gibi öncelikli sorunlar var. Bütün ufku kapatan seyyar satıcıların meydana alınması ve araç trafiğine getirilen kısıtlamalar ve randevulu feribot olmasaydı herhalde her gün çok farklı kriz ve kavgalar yaşanacaktı. Günübirlik turlar ve adaya artık yalnızca iki gün için gelen hafta sonu yoğun kitle adanın diğer önemli sorunları. Bütün bunların üzerinde benim için en önemli olan bir sorun da “gürültü” klimalar, fazlasıyla açılan müzik…

Biz bunları tartışırken devlet adanın ölüm kararını zaten vermiş bile. Zaten bu tepeden inme tüm kumsalları kiralama kararının öncesinde bile çok fazla sorun var, vardı. Tüm bunlar çözülse bile –ki bu karar uygulanırsa artık çözüm falan da kalmaz- estetikle ilgili sorunlar gelecek ki bence hiç de az önemli bir sorun değil estetik. Binaların üstündeki antenler, telefon telleri ve diğer estetik sorunlar kolaylıkla çözülebilir ve daha çevreci bir yaşam olanakları araştırılabilir ama insanların iki günlüğüne geldiği, yabancı işletmecilere yerel işletmecilerin bir yıl önce ettikleri kar üzerinden çok pahalıya, can alıcı kiraya verdikleri mekanlar ve bu mekanların ne yapıp edip kar etmek zorunda olan yeni işletmecileri, her türlü ve sürekli gürültü ile köy görünümlü, kasaba görünümlü bir tatil köyüne dönüşen bu güzel kasabayı kurtarmak imkanı var mıdır?

Tabii ki yoktur biz bu kasabayı bitkisel hayattan çıkarmanın ve ölümünü biraz geciktirmenin yollarını tartışıyoruz ve bu arada da birbirimizle biraz daha geçimli daha diyalog içinde daha dost ve iletişime açık bir süreç geçirebilir miyiz diye bütün bu yazdıklarım. Bu da çok zor değil, ne olursa olsun ölmekte olan bir canlı varsa insanlar daha sessiz daha olgun daha saygılı olurlar genellikle. E işte ada da gözümüzün önünde hepimizin katkılarıyla ölüyor. Antalya’ya bakınız, Belek’e bakınız, Belek bir dünya cennetiydi ve canlı türleri açısından dünyada birkaç coğrafyadan biriydi. Şimdi bomboş çürüyen o dv otellerde maydanoz mu yetiştireceksiniz, tavuk mu bilemiyorum. Geri dönülmez tahribatların sorumlusu da yok. Yalnızca ekolojik değil, kültürel korkunç bir erozyon içindeyiz. Bugün Karadeniz’de yapılmaya çalışılan yeşil yol neyse bu adanın kumsallarını plaj yapmak da o. Bu küçük zavallı adayı yerel sakinlerine bırakalım. Onlar gerçekten devletten iyi koruyorlar adayı, her şeye rağmen.

Ethem Özgüven


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler